Dücane Cündioğlu
Zar atan birinin tam da istediği elde, istediği sayıları tutturması, yani zarların kişinin istediği zamanda ve istediği şekilde gelmesi mümkün müdür?
— Nedensellik yasasına göre, hayır!
Ne demek hayır?
Pekâlâ tavla oyuncuları, ihtiyaç duydukları sayıların, hem de defalarca, o sayıların, gelmelerini istedikleri anda geldiklerini tecrübe etmişlerdir.
“Hadi kemik, bir düşeş!” dersin ve düşeş gelir. İstersin ve istediğin olur. Hem de bir oyunda defalarca olur. Demek ki mümkün imiş.
— Sorunun formunun dikkate alınmadığı anlaşılıyor. “Zarların gelişi” aslâ bir iradenin, bir isteğin eseri değildir. Biri istediği için zarlar öyle gelmez, zarı atan kişi şanslıdır, yani onun isteği ile zarların gelişi arasında sadece bir mutabakat, bir örtüşme sözkonusudur, hepsi o kadar!
Şanslı olmak, işte işin sırrı burada.
Peki nedir şans? Şans demek, tali[h] demek.
Peki tali[h] nedir? Tali[h], yani tesadüf veya tevafuk, güya daha da anlaşılırı: 'rastlantı'...
Bu kelimelerin bütünüyle temsil ettiği mânâ ise, iki şeyin (bir istek ile bir olgunun meselâ) birbirine denk gelmesi. Şans bir tür denk gelişler yumağı, bir rastlantılar örgüsü.
Yakınları, bir subayı övüp yeteneklerini sıralamaya başladıklarında, Napolyon kendilerine, “Gevezeliği bırakın da söyleyin bakalım, o askerin şansı var mı, şansı?” demiş. Onun asıl aradığı şey yetenekten çok şansmış çünkü.
Ne garip değil mi, anlamadığımız, tanımlayamadığımız bir olgu, bir kavram karşısındayız ama ona iyi kötü birkaç isim vermeyi başardığımız için güya neden bahsettiğimizi bildiğimizi sanıyoruz. Oysa gerçekte değişen sadece kelimeler.
Kelimelerin alanını biraz genişletelim o hâlde. Bakalım işimiz kolaylaşacak mı, yoksa daha da karmaşık bir hâl mi alacak?
Yine kendi ilim-irfan mirasımız içerisinden birkaç terim: nasip, kısmet ve en tabii ki kaçınılmaz son: kader...
Şu kelimelerin aralarında ne fark var: şans, talih, tesadüf, tevafuk, nasib, kader, kısmet?
Aralarından sadece iki kelime lafzen isteşlik bildiriyor: tesadüf ve tevafuk. (İsteşlik diğerlerinin lafzında değil, mefhumunda saklı.)
Belli ki kelimeleri çoğaltmanın bir yararı olmayacak. Biz de soruyu biraz değiştirelim:
— Zarı atan kişinin duygularının şiddeti zarların gelişine etkide bulunur mu? Yani sadece istemesi değil, çok istemesi, çok çok istemesi sonucu etkiler mi?
Ben kendi adıma bir cevap vereyim: Elbette etkiler.
İstemeye sadece akıl değil, duygular da karışırsa, daha doğrusu istemek bir tutku halini alırsa, bir aşka dönüşürse, bir çırpıda sonuçları etkileyen kuvvetli bir sebep zuhur eder. Bu sebebin zuhuruna, bazıları şans, talih, tesadüf der, bazılarıysa nasib, kader, kısmet... Carl Gustav Jung ise bize başka bir sözcük öneriyor: synchronizität (eşzamanlılık).
Bu vesileyle, onun aynı adı taşıyan ilginç incelemesinden muktebes birkaç satırla tanıştırmak isterim sizleri:
— “Duygu patlamalarının sinkronistik [eşzamanlı] olayların ortaya çıkmasında oynadıkları rolün kesinlikle yeni bir düşünce olmadığını, bunun İbn Sina ile Albertus Magnus tarafından da bilindiğini söylemeliyim.
Albertus Magnus, 'büyü' konusunda şunları yazar: İbn Sina'nın Liber sextus naturalium'unda, büyünün öğretici bir açıklamasını buldum. [O], insan ruhunda şeyleri değiştirmek, başka şeyleri kendine boyun eğdirmek için belli bir güç (virtus) barındığını söylüyor. Özellikle de ruh çok aşırı sevgi, nefret, hoşlanma ile sürüklendiğinde... Dolayısıyla insanın ruhu çok aşırı bir tutkuya kapıldığında, onun [aşırı tutkunun], şeyleri [büyüyle] bağladığı, onları istediği yönde değiştirdiği deneyle kanıtlanabilir. (...) Nitekim bir şeyi daha yeğin isteyen ruhtur; şeyleri daha etkili kılan da, ortaya çıkan şeyi daha çok isteyen de... Ruh şiddetle istediği her şeyi böyle üretir...” (“Eşzamanlılık: Nedensellik Dışı Bağlayıcı Bir İlke”, s. 49-50, Bursa, 2004)
Ruh şiddetle, yani büyük bi tutkuyla bir şeyin olmasını isterse, o şey olur; olmak zorundadır.
Ol(a)mayacak olanın olması, olacak olanın olmasından farksızdır. Çünkü her ikisi de dileyenin dilemesine bağlıdır; kimin dilediğine, neyi dilediğine, ne zaman ve nerede dilediğine, hepsinden önemlisi nasıl dilediğine...
Ey talib, önce bir dilek tut ve sonra cevap ver:
— Dilek, niçin 'tutulan' bir şey? Dileği 'tutma'nın anlamı nedir? Oruç tutmak ile dilek tutmak'taki tutmalar arasındaki fark nedir meselâ?
Bu arada sakın aklından çıkarma: Tutkun yoksa, yoksun! |