Yazar H. Önal
Açgözlülük, şiddetli istek, aşırı derecede tutkunluk olarak tarif edilen hırs; insan fıtratında var olan bir davranış biçimidir. Aklın kontrolünde kullanılmadığı zaman, gemi azıya alan; hasetle birleştiğinde canavarlaşan bu duyguyu yenmek ya da onu iyiye, doğruya yöneltmek büyük bir eğitim ve irade gerektirir.
Doyumsuzluğun olduğu yerde elbette ki mutluluktan söz edilemez. O yüzdendir ki hırs ile mutluluk aynı bedende birleşemezler. Amaç kazanmak, daha çok kazanmak, daha da çok kazanmak olunca adama:
“Nereye kadar? Sınır ne?” diye sormak gerekir.
Kazanç; ister mevki, ister makam, isterse para veya mal olsun insan bir doyumsuzlaştı mı bunlara karşı artık önüne set çekmek, engel koymak imkânsızlaşır. Ne demişti Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister.” (Buhârî, Rikak, 10; Müslim, Zekât, 116, 119; Tirmizî, Menâkıb, 32)
Hırs dendi mi aklıma Belçika Saint Barbara Flaman Dil Okulu’nda okuduğum bir hikâye gelir. «Japon Taş Kırıcısı»ydı hikâyenin adı. Bakın anlatayım:
Yıllar önce uzak ülke Japonya’da fakir bir taş kırıcısı yaşarmış. Bu fakir taş kırıcısı, her sabah gün ağarmadan kocaman bir kayanın yanı başına gider, bütün gün elindeki balyozla bu büyük kayadan bloklar hâlinde taş parçaları koparırmış. Adamın işi ağır, kazancı da azmış.
Yaptığı bu yorucu işten hiç de memnun olmayan Japon taş kırıcısı her gün ellerini gökyüzüne kaldırır:
“Allâh’ım, benim işim çok ağır, buna karşılık ücretim az; ben böyle yaşamak istemiyorum. Zengin olmak, güçlü olmak istiyorum.” diye yakarırmış.
Temmuz ayının sıcak bir gününde; adam, çalışmasına ara verdiği bir zaman diliminde yine böyle yakarışlarını sürdürürken âniden gökyüzünden bir melek gelmiş.
Adama:
“–Sen, işinden memnun değil misin ki her gün şikâyet ediyorsun? Söyle bakalım ne istiyorsun?” demiş. Adam korku ve şaşkınlıkla:
“–Evet! Benim işim ağır, ücretim az. Ben, güçlü olmak; zengin olmak istiyorum.” demiş. Melek de:
“–Tamam! Kapat gözlerini.” Adam gözlerini kapatmış.
Bir süre sonra adam alnında bir elin dolaştığını hissetmiş. Açmış gözlerini, bir de ne görsün rengârenk çiçeklerin çepeçevre kuşattığı bir bahçe; karşısında kocaman bir şato. Alnında dolaşan elin sahibine bakmış bir hizmetçi kız.
“Uyandınız mı efendim?” demiş hizmetçi kız. Artık adam hem zengin hem de çok güçlüymüş. Şatosunda mutlu bir hayat süren fakir taş kırıcısının keyfine diyecek yokmuş.
Günün birinde bu zengin ve güçlü adamın şatosunun önünde pek çok atın çektiği süslü bir araba durmuş. Arabadan inen kişiyi orada bulunan bütün insanlar süslü şapkalarını çıkartarak selamlamışlar. Adam, hizmetçilerini çağırmış:
“–Kim bu kişi?” diye sormuş. Hizmetçiler:
“–Bu ülkenin kralı” demişler.
“–Olamaz” demiş adam; “Bu kişi benden daha güçlü. Ben, daha güçlü olmak istiyorum. Ben, kral olmak istiyorum.” demiş.
Melek yeniden görünmüş. Adama bir dokunmuş, adam kral olmuş. Şimdi artık çok daha güçlüymüş adam. Emirler yağdırmış sağa-sola. Herkes boyun eğmiş emirlerine.
Günün birinde güneş, yakıp kavurmaya başlamış yeryüzünü. Sıcaktan bunalan insanlar sağa-sola kaçışmışlar. Kral, bir şey yapamamış bu durum karşısında. Yine yakınmaya başlamış.
“Olamaz, kabul edemem ben bunu; güneş benden daha güçlü. Ben, daha güçlü olmak istiyorum. Ben, güneş olmak istiyorum.” demiş. Melek tekrar görünmüş. Fakir taş kırıcısı iken zengin olan sonra da kral olan adam bu defa da güneş olmuş.
«Şimdi, artık çok güçlüyüm.» diye düşünmüş. «Zengin adamdan da kraldan da güçlüyüm!» diye söylenmiş kendi kendine. Gücünü ispatlamak için de bütün ışınlarını yeryüzüne göndermiş. Yakıp kavurmaya başlamış yeryüzünü. Tam bu esnada rüzgârın sürüklediği bir bulut gelmiş yerleşmiş güneşle yeryüzünün arasına. Ne kadar çabalasa da güneş, bir türlü ışınlarını gönderememiş yeryüzüne.
“Hayır, olamaz demiş, bulut benden daha güçlü”. Yine mutsuz olmuş. Melek, bir kez daha gelmiş bizim önce zengin sonra kral daha sonra da güneş olan fakir taş kırıcısının yanına. Bir dokunmuş bu sefer güneş, bulut oluvermiş.
Artık zengin adamdan da kraldan da güneşten de güçlüymüş. Gücünü göstermek için yüklendiği sularını yağmur olarak yeryüzüne göndermeye başlamış. Öyle çok yağmur yağdırmış öyle çok yağmur yağdırmış ki, herkes kaçacak yer aramış. Büyük seller oluşmuş yeryüzüne gönderdiği yağmur sularından. Ancak, kocaman bir kaya gönderdiği bütün sulara karşı direnmiş. Yerinden oynamadığı gibi gelen sel sularının da yönünü değiştiriyormuş. Bulut bu duruma çok öfkelenmiş, daha fazla su göndermiş; ama nafile. Öfkesi mutsuzluğa dönüşmüş bulutun.
“Bu kaya benden daha güçlü, ben de en az kaya kadar güçlü olmak istiyorum. Ben kaya olmak istiyorum.” demiş.
Melek, tekrar gelmiş, bulut kaya olmuş. Şimdi, zengin adamdan, kraldan, güneşten, buluttan güçlü olduğu için artık huzurluymuş. Ancak bir sabah bir taş kırıcısının bedeninden kopardığı parçaların sızısıyla uyanmış.
“Olamaz!” demiş kendi kendine: “Bu taş kırıcısı benden daha güçlü, ben daha güçlü olmak istiyorum. Ben taş kırıcısı olmak istiyorum.” Melek, yine görünmüş. Dev kaya kütlesi taş kırıcısı olmuş.
Taş kırıcısının işi çok ağır, ücreti az ama kendisi zenginden, kraldan, güneşten, buluttan ve kayadan güçlü olduğu için mutluymuş!
Gerçekten de insanoğlu kapıldı mı hırsın anaforuna, duyuları ve duyguları dumura uğrar. Kazandıkça daha çok kazanmak ister. Şöyle mevkide olayım, şöyle bir hayat süreyim, şu imkânlarım olsun, şu kadar param olsun…
Elbette ki bütün bunları gerçekleştirmek için her yol, her yöntem mubahtır böyle düşünen kişi için. Sosyal ve dinî yaptırımlar, ahlâkî ölçüler onun kitabının okunmayan sayfalarıdır artık.
Peki ya sonuç? Sonuç mu? Ne güzel anlatmış Ömer Hayyam:
Niceleri geldi, neler istediler Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler!
Peki, insanın fıtratında var olan bu hissin hiç mi güzel yanı yok?
Var elbette. İnsan, hırsını aklının çizdiği çerçevede doğru yerde kullanmalıdır. Elbette hırs olacak; ama bu hırs diğer insanların mutlulukları için olursa, Allah rızâsını kazanmak için olursa bir kıymet ifade eder.
Hırs; bizi arzu ve isteklerimizin kölesi yapıyorsa, o hissi beynimizden ve yüreğimizden kovmanın yollarını aramalıyız. Bize çok getirisi olsa da başkalarının canına, malına, şerefine, namusuna zarar verici davranışlardan kaçınmalıyız. Hırsı kamçılayan kıskançlık ve çekememezlik illetinden rûhumuzu arındırıp kanaatin ve şükrün meyveleri ile beslemeliyiz.
Unutmayalım ki para hırsı, mal hırsı veya mevki hırsı, her iki dünyada da mutluluk kapılarını yüzümüze kapayan büyük düşmanlardandır. |