Lig başlarken kağıt üstündeki en zayıf görünen takımlar Antalyaspor, Denizlispor ve Hacettepespor’du. Zaten ekonomik sıkıntılarla boğuşan ama geçen sezon inadına boyundan büyük işler başaran Denizlispor içi boşaltılmış şirketler gibiydi. Takımın ne yıldızı, ne hamalı, ne de belkemiği, ne de hocası kalmıştı.
Hacettepespor da önceki sezonun en iyi iki adamını satarken defans hattını adeta yok etmişti. Yeni transferler de kendi “konseptlerine” uygun olarak gençler ve ucuz yollu yabancılardan seçildiği için dışarıdan yeterli görülebilecek düzeyde değildi.
Antalyaspor Süper Lig’e yükselen takımlar içinde en zayıf kadroyu kuran oldu. Belli ki öyle ahım şahım paraları yok yine, zaten Antalyaspor’un ekonomik anlamda refah içinde olduğu bir dönem zaten tarihinde görülmemiştir herhalde. Bir turizm cennetinin takımı nasıl bu durumda olur aklım almıyor. Sonunda Rus’un biri alacak o takımı, Chelsea gibi bir şey yapacak gibi geliyor bana.
Antalyaspor ligin ilk maçında kendi evinde Beşiktaş karşısında beni şaşırtan bir performans sergiledi. Beklenenden çok daha iyiydi. Bunun en büyük sebebi en az üç sezondur bir arada oynayan bir geri dörtlüsü olmasıydı. Ortasaha ve forveti de koşan, dirençli adamlardan kurunca iyice zorlu bir takım haline gelmişlerdi. İkinci sebep Uğur Kavruk gibi bir oyuncuya sahip olmalarıydı. Son milli kadroya çağrılan Uğur Kavruk, Gökhan Gönül olmasa şu an milli takımda banko oynayabilecek bir düzeye çıkmış. Zaten bunu Galatasaray maçında da fazlasıyla gösterdi.
Antalyaspor’un Uğur’dan son en etkili futbolcusu ise Joseph Ngwenya. 27 yaşındaki Zimbabweli futbolcu söylenenlere göre Bayern Münih teknik direktörü Klinsman’ın da gözdesiymiş. Gerçekten de Süper Lig’in her takımında oynayabilir gibi gözüküyor.
Tüm bu olumlu verilere rağmen Galatasaray Antalyaspor maçında kesin favoriydi. Ama Antalyaspor fizik gücün, direncin artık futbolda haddinden fazla önem arz ettiğini hatırlattı bize. Hoş bir iki saat önce bu hatırlatmayı Hacettepe de yapmıştı aslında. Maçın sonlarına doğru kuvvet yeterli gelmemeye başladı tabi, tıpkı Beşiktaş maçında olduğu gibi. Oyunun seyrine bakarsak maçın normal sonucu 1-1 değil, Galatasaray lehine 3-1 olmalıydı. Ama kader anlarında bir kahraman çıktı hep Galatasaray’ın karşısına: Ömer Çatkıç.
Ömer belki de hayatının maçını oynadı Ali Sami Yen sahnesinde. Kurtarışlarının fragmanı yapılıp youtube’e konsa üç vakte kadar Avrupa’dan transfer teklifi alır eminim. Bizim yaşlı dediğimiz Ömer’e (34) onlar en verimli, en olgun çağında diye bakacaklardır zaten. Ya da kiralık sezonunda ikinci kaleci sıkıntısı çeken Fenerbahçe el atacaktır ona.
Benim anlayamadığım ise futbol ziyafeti çeken bir kaleciye futbolsever geçinen bir insanın nasıl küfür edebileceği. Dakikalarca ana avrat küfür edildi Ömer’e. Binlerce kişi tek bir ağızdan... Bu ne nefret, bu ne öfke, bu ne kompleks!
Maç bittiğinde ona küfür edenlerin karşısına mağrur ve onurlu şekilde dikildi Ömer. Küfür etmeden, hareket çekmeden. (Küfür görmek istiyorsanız Hacettepe-Fenerbahçe maçında Uğur Boral, Volkan, Alex ve büyük topçu Roberto Carlos’un dudaklarını okumanızı tavsiye ederim. Boral’ın seyirci ne çektiğini, Volkan’ın hakemin annesiyle ilgili düşünceleri, iki Brezilyalının ağzından çıkan “Puta” küfürünü açıkça seçebilirsiniz.)
Tabi Ömer’in sonuna kadar hakkı olan sessiz protestosuna ilk tepki uyanık Lincoln’dan geldi. Seyircinin sempatisini kazanma fırsatının kokusunu yüz metre öteden alacak tecrübesi vardı kurnazın. Müdahale etti. Ömer orada tek yanlışını yaptı ve kendini yere atıp rol kesti. Filmin esas oğlanına yakışmayacak bir hareketti.
Sahadaki tek kurnazın Lincoln olmadığı anlaşıldı birazdan. Maçın kaderini etkilemeden Galatasaraylıların ruhunu okşama fırsatını değerlendirdi hakem. Kartını çıkarıverdi. Onun için bir saniye süren, basit bir hareketti. Ama hem Ömer hem de Antalyaspor için ağır bir darbeydi.
İyi hakem olmak için futbolu iyi bilmenin, pozisyonları iyi etüt etmenin yetmediğini birileri öğretmeli bizim hakemlere. Sosyal ve psikolojik idrak becerilerini geliştirmeliler. Futbolcuyla empati kurmadan oyunun gerilimini kaldıramayacaklarını anlamalılar.
Yorumcuların pek çoğu Lincoln ve hakem gibi hareket edip Ömer’i suçlu ilan edecekler bakın. Çünkü böyle en kolayı, en zararsızı, en rantlısı. Ama yorumcuları da daha dikkatli değerlendirin derim ben. Çünkü yorumcu olmak için futbolu bilmek en önemli şart değil bu ülkede. İki lafı bir araya getiremeseniz de, gözünüz kendi takımın renklerinden başka bir şey görmese de büyük bir takımın eski futbolcusuysanız, yeter.
Ya kulübünüz devreye girecektir sizin için, ya da gazeteciliği gazete satmak olarak kabul eden kolay tiraj peşindeki bir yönetici size köşe verecektir. Hatta sokaktaki her hangi bir adamın getireceği yorumdan farklı bir şey ağzından çıkmasa da, maçı canlı olarak yorumlayabilecektir. Oyuncu değişikliği sonrasında sahaya yansıyabilecek olası fakların teknik analizini yapamadığından, “kan değişikliği gerekiyordu” diye yuvarlak cümleler kuracak, ya da gösterilen haklı bir sarı kartın haklılığını görmezden gelebilecektir.
Onun ekmeği kendi takımın taraftarlarından gelmektedir, o taraftarı incitmeyi göze alamaz çünkü.
Sizin düşünebildiğinizi düşünen, sizi söyleyebileceğiniz şeyleri söyleyen yorumcuları kaale almayın derim ben. Vasatlara prim tanımayın. Siz onu kaale aldıkça “vasat” kendini geliştirmeyecek, toplumu kendine benzetmeye çalışacaktır çünkü. Bizi vasat bir toplum haline getirmeye çalışanları, gelişmemizin önünü kesenlere hayatımızdan olabildiğince bertaraf edelim.
|