|
|
Karşılaşmadan 0-0’lık beraberlikle ayrılan ay-yıldızlılar, bu sonuçla puanını 8 yaptı ve İspanya’nın deplasmanda Belçika’yı yenmesiyle ikinci sıraya yerleşti.
Tabi İspanya’nın dördüncü maçlar sonrası en yakın rakibi olan bize dört puan fark atmış olması ve 2009’da oynayacağımız ilk iki maçın İspanya karşılaşmaları olması grubu iyiden iyiye ilginç bir şekle sokuyor.
Biz iki maçlık İspanya serisini oynarken, Belçika’nın serisi Bosna Hersek’e karşı olacak. Son Avrupa şampiyonunun 4 maçta 12 puan yaptığı bu grupta Belçika’nın 7, Bosna’nın ise 6 puan topladığı dikkate alınacak olursa, 28 Mart ve 1 Nisan 2009 tarihlerinde oynanacak bu maçların gruba büyük oranda şekil verebileceği düşünülebilir.
Bugünden emin olduğumuz tek şey ise, 1 Nisan 2009 Çarşamba gecesi Estonya’ya karşı kaybettiğimiz bu iki puanı fazlasıyla arayacak oluşumuz.
Dördüncü maçlar sonrası gruptaki tabloya bakınca enteresan bir başka gelişme daha dikkat çekiyor. 2010 Dünya Kupasına katılma yolunda hiçbir iddia taşımayan Estonya ve Ermenistan’ı bir kenara ayıracak olursak, bizim de dâhil olduğumuz 4’lü grup içerisinde en az gol atan takımız. Uluslararası arenada yıllar yılı çektiğimiz sıkıntılara “Kolay gol yiyoruz” şeklinde açıklama getiren bizler için bu tablo gerçekten de analize muhtaç. Açılışı yaptığımız Ermenistan maçından, Talin’de çalan son düdüğe kadar her karşılaşmada az ya da çok gol sıkıntısı çektiğimizi artık kendimize itiraf etmek ve çözüm yolları aramak zorundayız.
Görünen o ki; biz “bir ekolümüz yok” diye hayıflanırken Avrupa bizi çoktan kafasında bir yere oturtup anti-tezi de geliştirmiş. Geride kalabalık bir takım savunması, kanatlarda kademeli anlayış ve gol atmak için kıvranan Türkler. Elemelerde dört maçta kaydettiğimiz beş golün en erkeni, İnönü’de Bosna ağlarına Arda tarafından maçın 51.dakikasında gönderildi.
Merak edenler için yazalım bu beş golün dakikaları şöyle:
61, 77, 74, 51, 66. Rakip savunmaları aşmakta güçlük çektiğimizin ispatı için başka doneye gerek var mı? Cumartesi Blazevic 3’lü gibi görünen ama aslında 5’li dizilişin kolay kolay bozulmadığı bir savunma ile bizi zorlamıştı, Talin’de Ruutli takımını direkt 5-4-1 ile sahaya sürdü ve 1 puanı kurtardı. Estonya’nın grupta aldığı bu ilk puanda kaleci Pavel Londak ile defanstaki Raio Piiroja’nın katkıları büyüktü.
Bizim cephede ise Bosna maçında düğümü çözen diziliş bozulmamış, Halil’in gol yollarındaki çabasına Arda ve Kazım’ın muhtemel katkıları öngörülmüştü. Fatih Terim baktı ki Estonya’nın duran toplar dışında kalemize gelmeye niyeti yok, 35’te oyuna müdahale ederek santrforları çiftledi. Esasen Estonya’nın 1 puan stratejisini çökertmek ve düğümü çözmek adına yeterli sayıda pozisyon yakaladığımızı söylemek mümkün. Ancak pozisyonlardaki oyuncularımızın bir türlü son vuruş becerisi gösterememeleri bize pahalıya mal oldu. “Santrfor için önemli olan pozisyona girmek” ana fikri benim de katıldığım bir görüş ancak bir ülkenin tüm futbol dinamikleri içinden rafine edilerek ortaya çıkartılan bir 11’de son vuruş becerisi daha yüksek isimlerin olması gerektiğini düşünüyorum.
Halil’in geçmişteki sitemleri ile Estonya maçındaki görüntüsünü, keza Mevlüt’ün hem Bosna hem de Estonya maçlarında harcadığı çok sayıda pozisyonu dikkate alacak olursak, Fatih Tekke gibi isimler etrafında dönen spekülasyonlar anlam kazanıyor. Fatih’in de bu teknik heyet görevdeyken milli formayı giymesi çok mümkün görünmüyor. Bu bakımdan Estonya maçı göstermiştir ki, milli takımın iskelet kadrosundaki santrforlar Nihat Kahveci ve Semih Şentürk’tür. 2009’da olur da Halil ve Mevlüt yedek kulübesine geçerlerse, sitemden önce öz eleştiri yapmaları gerekir.
Bu beraberlik neresinden bakarsanız bakın, 2010’a dair ümitlerimizi ciddi bir sekteye uğratmıştır. 28 Mart’taki İspanya deplasmanına büyük ihtimalle alternatifi daha bol bir kadroyla gideceğiz. Ancak bu kez rakip çok daha sert ve güçlü olacak. Üstelik 4 gün sonrasında tekrar İspanya ile bu kez evimizde oynamanın da bizi zorlayabileceği unutulmamalı.
“İspanya bu grupta nasıl olsa 1 olur” desek bile kalan rakiplerimiz Belçika ve Bosna ile ilk maçlarımızı evimizde oynadığımızı göz ardı edemeyiz. Kalan 6 maçımızdan evimizdeki üçü; İspanya, Estonya ve Ermenistan. Deplasmanlarımız ise; İspanya, Bosna, Belçika. Hal böyleyken insanın 2010’a dair pembe tablolar çizmesi pek mümkün olmuyor. Sanıyorum hepimize ümit aşılayabilecek iki temel olgu var.
Birincisi, milli takımımızın iş sıkıya gelince çok daha iyi performans göstermesi ikincisi ise karşımızda futbol oynamaya çalışan takımlara daha rahat gol atabilmemiz. Şimdiden söylenebilecek son şey; 2009’un millilerimiz ve bizim için zor bir yıl olacağı.
|
|
|
|
Sayfayi öner |
Yorum Ekle |
|
Yorumlar(0) |
Oluşturma | 16 Ekim 2008 Perşembe 14:00 |
|
|
|
|