Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi,
Her Köy Enstitülerinin kutlama yıl dönümünde ülkemizdeki eğitimin hedefleri ve bugünkü sorunları gündeme gelmektedir. Neden ülkemiz hep eğitim sorunları ile uğraşmakta ve bir türlü çözememektedir. 30 küsur yıl önce şikâyet konusu ettiğimiz konuları şimdi yeniden konuşuyoruz hem de artan sorunlar ile. Doğal olarak neden niçin sorunu çözemiyoruz, bir yerde bir yanlış mı yapılıyor diye sormadan da olmuyor.
Geçen hafta Prof. Filiz KAMACIOĞLU, uzun zamandır gözlediğim ve anlatmaya çalıştığım bir konuyu “Köy Enstitülerinin Özlemle Anılması” başlıklı yazısında şöyle açıklıyordu; “Yıllardır yaptığım gözlemlerden edindiğim izlenim, birçok öğrencinin ve öğretim üyesinin kafalarının karışık olduğudur. Çoğu insan, birçok bilgiyi ediniyor, çok konuşuyor ama iş yapabilme güçleri çok az. Öğrenciler okul bitirmek için not peşinde koşuyor. Öğretim elemanı da yalnız işini yapıyor. Öğrencinin eğitim süreci ne yönde gelişiyor belli değil. Verilen formasyon bilgilendiriyor ama geliştiriyor mu?” Sayın KAMACIOĞLU’nun tespiti ve sorusu sanırım bugün ülkemizin temel sorunu. Bu sorunun temel nedeni bana göre soyut düşünememek ve el becerisinin geliştirilememesidir.
Türkiye'nin Eğitim Sorunu Ciddi Olarak Yeniden Tanımlanmalıdır
Prof. Filiz KAMACIOĞLU eğitimi şöyle tanımlıyor; “bireye doğduğu andan itibaren hayatı boyunca etkisinden kurtulamadığı bilgi, görgü, inanış ve davranışları kazandırdığımız süreçtir. Amacı da algılaması gelişmiş, çağımızı anlayabilen, kendi ayaklan üzerine basabilen, problem çözme yeteneği olan, demokratik davranmayı öğrenmiş, doğruyu eğriyi görebilen, işini kendi duygu ve menfaatine göre değil işin doğrusu ne ise ona göre yapabilen bireyler yetiştirme olmalıdır”.
Maalesef bugün ki eğitim sistemimiz sorun çözme yerine sınava endeksli durumdadır. Ne yazı ki üniversite eğitim sistemimiz diploma ve sertifika alınması temline dayalıdır. 20 milyonluk genç öğrenci nüfusu ile bir çok ülkenin nüfusundan daha fazla olan gençliğimizin geleceğe ilişkin hedef koyamaması, ne yapacağını ve ne aradığının eğitim yolu ile kavranılamadığı ülkelerin başında gelmektedir. Hayatında hiç üretici olmamış, tersine tüketici ve aileye bağımlı hale gelmiştir. Çoğu genç eline bir tornavida verilse bir vidayı sıkamayacak düzeydedir. Her yıl bir milyonun üzerinde öğrencinin sınava hazırlandığı ülkemizde çoğu genç hayatlarının en dinamik döneminde birkaç kez sınava girerek başarısız olmanın verdiği rahatsızlıkla de-moralize olarak istemediği işlerde zoraki çalışmak zorunda kalmaktadır ve çoğunlukla da mutsuz yaşamaktadır.
Planlı Yaşamı Sağlayamadık
En önemlisi de bugün halen sağlamakta zorluk çektiğimiz planlı yaşam gelmektedir. Ancak öğrendiğime göre Enstitüde derslerin planlamasın ve uygulamasının öğretici ve öğrenciler ile birlikte yapıldığı görülüyor. Prof. Filiz KAMACIOĞLU’nun ifadesine göre “haftalık, aylık veya mevsimlik çalışma planları, her enstitünün özelliğine, işlerinin durumuna, talebesinin seviye ve sayısına, öğretmenlerin özelliklerine, iş alanlarının genişliğine göre yapılır ve tespit olunan hafta sayısında ziraat, teknik ve kültür dersleri olarak uygulanmaktadır. Bir diğer kazanımı ise hafta sonları ve ay sonunda etkinliklerin tartışıldığı toplantılar gelmektedir. Tam bir demokratik katılımla herkes görüşlerini açıklar.
Prof. Filiz KAMACIOĞLU’nun ifadesi ile “son yıllarda çok revaçta olan çoklu zekâ kuramı, yaratıcı öğretiler gibi projelere dayalı eğitim” ülkemizde uygulama alanı bulmuştur. İnsanların iş yaparak eğitilmesi, algılarını genişletecek, kendi ayakları üzerine basmalarını sağlayacak, öz güvenlerini geliştirecek bir sistemin halen uygulanabilirliği bulunmaktadır. Üniversitelerde çoklu zekâ kuramına uygun yaparak öğrenme ve üretme modeli uygulanabilir. En azından meslek okullarında uygulanabilir.
Enstitüler Vizyon Kazandırıyor
Ne zaman Türkiye'nin temel eğitim sorunları gündeme gelse, aklıma acaba Köy Enstitüleri bir on yıl daha kapatılmasaydı, her köyüne bir öğretmen kazandırsaydı bugün iyi bir yerde olamaz mıydık düşüncesi gelmektedir. Köy Enstitülerinin yerleşim haritasına bakıldığında ülkemizin her alanına dağıtılmış, kuzeyini-güneyinden, doğusunu-batısından ayırmayan, eğitimde bölgesel eşitliği sağlayan enstitüler ülkemize ciddi saygınlığı olan bir eğitim sistemi ve değerli öğretmenler yetiştirmiştir. Kanaatim şimdiki nesillerin çoğunluğu da o öğretmenlerin eserleridir.
Köy Enstitülerinden mezun çok az sayıda kişi halen yaşıyor. Bunlarla konuştuğunuzda kişilerin halen canlı, umutlu ve coşku içinde olduklarını görürsünüz. Burada verilen eğitimin amacı ve yaratılmak istenen gelecek daha net anlaşılıyor. Bilindiği gibi eğitimin amacı kişilerin zihnini açmak ve iyi insan yetiştirmektedir. Bunu yarattığınız zaman geleceğe umutlu ve mutlu üretken insanlar yetiştirirsiniz.
Doğal olarak eğitim aynı zamanda bir sosyal yönlendirmedir. Yalnızca ders çalışmak değil aynı zamanda bir bilinç de kazandırma ortamıdır.
Özellikle yüksek öğrenim kişiye;
1. İtiraz etmeyi öğretmeli
2. Soru sormayı
3. Dünyayı anlamayı
4. Yetişkin birey olmayı sağlamalıdır.
Ülkemiz gençliğinin en ciddi sorunu yetişkin birey olma ve öz güven kazanma sorunudur. Sayın Prof. Dr. Üstün Dökmen ve Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu sık sık TV ekranlarında ve kitap yazarak birey olma, değerler ve kişilik gelişimini anlatmaya çalışmaktadırlar. Yoğun bir ilginin olması sevindirici ancak ülke olarak halen ciddi sorun yaşadığımızı genel tablodan görebiliyorum. Farkına varılabilirlik ve değerler bütünlüğünün maalesef eğitim sistemimiz tarafından sağlanmadığı görülüyor. En azında yaşana gelişmeler ve toplumun tepkileri veya tepkisizliğinden eğitimin evrensel düzeyde bir farkına varılabilirlik kazandırmadığı ortaya çıkmaktadır.
Enstitü Sorumluluk Kazandırmaktadır
Tam da bu dönemde Köy Enstitülerinde öğrenciye değer ve sorumluluk vermek eğitimin temel ilkesiydi. Öğrencinin üç koyunu otlatmaya çıkarması ve akşam sağ selim geri getirmesi en temel bir sorumluluk yüklemektir. Yaparak öğrenmek ve yaparken zevk almak da eğitimin temel felsefesi ve zorunluluktur. Tam bir demokratik yaşam biçimi öğretilmekte ve yaşatılmaktadır. Okulun okul başkanı ve kol başkanları öğrenciler tarafından kendi içinden seçilmektedir. Derslere katılım esastı.
O dönemde yayınlanan genelgelerde “ders programının ve içeriğinin öğrencilerle birlikte hazırlanması ve onların yaratıcılığına dayandırılması esastır” önerisi getirerek öğrencilerin pasif katılım yerine aktif katılımın sağlanması hedeflenmiştir. Her enstitüde derslerde bulunduğu bölgenin egemen tarımına dayalı eğitim veriliyordu. Her dersin sonunda rapor hazırlama ve sorumluluk yer almaktadır.
Enstitüler Coşkulu ve Mutlu İnsanlar Yetiştirmiştir
O döneme ait resim ve görüntülerde yaşam ortak alana katılım isteklendirici niteliktedir. Eğlencelerde bile katılımcılık istenmektedir. Birlikte müzik yapmak, halk oyunları oynamak, temsil vermek, o dönemde kızlı-erkekli önemsenilen aktivitelerdir. Her gün müzik ile eğiteme başlayan gençler üretiyor ve ürettiği ile mutludurlar.
"Sürer, eker biçeriz, güvenip ötesine,
Milletin her kazancı, milletin kesesine,
Toplandık baş çiftçinin, Atatürk'ün sesine,
Toprakla savaş için, ziraat cephesine. "
Ziraat Marşı daha çok tarımla iştikal eden kesimi motive etmek için Behçet Kemal ÇAĞLAR tarafında güfteleşmiştir. 10.Yıl Marşı’nın şairi olan Behçet Kemal Çağlar’ın dizelerinde kişiye ürettiği ile gururlanma ve öz güven verilmektedir.
Bugün bu heyecan yerini umutsuzluğa ve kısa sürede bir başkasın önüne geçmeye yönelik günü birlik hesaplara dönüşmüştür. Diğer tarafta heyecan yaratacak kişilere de yer verilmiyor. Var olanlarında paçasından tutup aşağı çekmeye çalışmaktayız. Bunun nedeni de yine üretken olmamaktan kaynaklanıyor gibime geliyor.
Üretici Olmayan Hiçbir Kişi ve Toplum Başarılı Olamaz.
Hayta öğrendiğiniz en büyük birikim nedir? diye sorulursa cevabım, üretici olmaktır. Çevremde gördüğüm bir çok sorunun temelinde de üretimsizliğe tabii nitelikli üretim ve üretilenin hayata dönüştürülememesi gelmektedir.
Sayın KAMACIOĞLU’nun belirttiği ülkemiz insanın çok konuşan iş yapmayan insanlarının üretici olmaması beraberinde öz güveninin de gelişmesini engellemektedir. Çevrenizde mutlaka gözlemişsinizdir, kendisi olmamış, kendi başına üretmeyen, sorun çözemeyen hep başkasının söylemleri ile hareket eden kişilikler zaman zaman tehlikeli de olabilmektedirler.
Sanırım Köy Enstitüleri eğitim sistemi ile kişileri üretici ve sorumluluk sahibi yapmaktaydılar.
Köy Enstitülerindeki eğitim programının temelinde yaparak öğrenmeye dayanan sistemde derslerin yüzde 50’si kültür, yüzde 25’i tarım ve yüzde 25’i de teknik konulardan oluşmaktadır. Enstitülerin en önemli derslerinin başında ziraat dersleri çalışmaları geliyor. Enstitülerin temel öğesi, öğretmen adayını köyden almak ve mezuniyetten sonra yirmi yıl köyde zorunlu hizmet getiriyor olmayı zorunlu kılmasıdır. Köy Enstitüleri yasasının 11-14. maddeleri “köy enstitüsü çıkışlı öğretmene işe başladığı köyde arazi tahsis edilmesi, girdi ve tarım aletleri sağlanmasına amirdi”. Böylece bir tarafta elle iş yaparak hayatı öğrenmekte, diğer tarafta gideceği kırsala yenilik ve teknik götürme şansı sağlamış olmaktadır. Böylece köye yeni üretim götürmenin yaratığı artı değer ve onun mutluluğunu yaşamaktadır.
Okul sıralarında üretken olmayı öğrenmiş ve bir fiil işin içine girmiş ve başarmış kişi kırsalda tek başına sorun çözebilmiş ve o öz güvenle insan yetiştirmiştir. Aslında konunun bu bağlamda bugünde insan psikolojisi açsından ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktayım.
Sonuç olarak, ülkemizin kıt kanat zorlu koşullarında üreterek kendine özgü modeli terk edilmiş, onun yerine bugün sınava endeksli ezberci ve kısır bir konuma gelinmiştir. Üretmek, ürettiği ile mutlu olan, öğrenen öğrendiğini ve ürettiğini paylaşan mutlu bir toplum halen mümkündür. Tabii bu bir öngörü, vizyon ve önderlik işidir. Önder toplumu motive eder, heyecan katar ve toplumu canlı tutar. Türkiye'nin buna çok ihtiyacı vardır.
|