Osmanlı döneminde, Van’da meydana gelen Ermeni ayaklanmasında, Ruslardan destek alan Taşnaksiyun çeteleri (en üstte), görülmemiş zulümler uygulamıştı. Her şey olup bittikten sonra geriye yetimler kaldı. altta sağdaki fotoğraf, Urfa’da kurulan Ermeni yetimhanesinde, 1919 yılında çekilmiş...
Protestan misyoneri Käthe Ehrhold 1915'te tanık olduğu olayları 1937'de 'Geç de olsa yaşadıklarımı gördüklerimi Tanrı katında artık kendime saklama hakkını görmüyorum' diyerek yayımlamıştı.
Geçtiğimiz haftayı ABD başkanı B. H. Obama’nın 24 Nisan konuşmasında ‘soykırım’ sözcüğünü kullanıp kullanmayacağını merak ederek geçirdik. Belli ki Washington Ankara’ya Ermenistan’la Türkiye ilişkilerinde olumlu yönde somut bir adım görülmezse başkan seçim kampanyasında Ermenilere verdiğim sözü tutmak zorunda kalabilir, demiş; farklı içerikte fakat zorlayıcılık bakımında benzer bir mesajı Erivan’a da iletmişti. ABD başkanının ‘soykırım’ sözcüğünü kullanması için yıllardır mücadele veren Erivan üzerinde ciddi bir baskı olmasa, herhalde kendisini fazla sıkışmış hisseden Ankara’ya soluk aldıracak bir mutabakata evet demezdi.
Diplomasi alanında yaşanan gerilim ne olursa olsun tartışmalar vesilesiyle acılar bir kere daha tazelendi.
Tek cevap yok 1915’te ne oldu sorusunun tek bir cevabı yok elbette. Tablonun bizim penceremizden görünüşü farklı, Ermenilerin penceresinden görünüşü farklı. İki toplumun da hafızasında derin iz bırakan hadiselere ilişkin Dr. Mete Soytürk’ün çalışmasının önemi yabancı bir gözlemcinin tanıklığını aktarıyor olması. 1. Dünya Savaşı öncesi Anadolu’nun misyoner akınına uğradığını biliyoruz. İki devletin iki farklı hedefi vardı misyoner faaliyetini desteklerken.
Hıristiyanlığın Gregoryen mezhebine mensup Anadolu Ermenilerini Fransa Katolik, ABD Protestan kilisesine bağlı hale getirmek ve bu yolla siyasi etki alanı içine almak istiyordu. Her iki misyon bu hedefin yanında Kızılbaş Alevileri aslen Ermeni olduklarına ve geçmiş asırlarda Türkler tarafından din değiştirmeye zorlandıklarına inandırma peşindeydi. Käthe Ehrhold o yıllarda Van’da Rahip Johannes Spörri ve Karısı İrene Spörri’nin yönetimindeki yetimhanede Küthe Ehrhold, Anna Greiner ve Marta Kleis adındaki hemşirelerle birlikte görev yapan hemşirelerden biri.
Bu kadrodan Marta Kleis’in Van isyanı sırasında şehirde olmayıp Bitlis’te Türk askeri sahra hastanesinde yaralı askerlerin tedavisi için çalıştığı biliniyor. Onun misyona dönmeyip Türk kuvvetleriyle birlikte kaldığı ve tifüse yakalanarak öldüğü.
Vahim manzaralar Käthe Ehrhold’un yaşadıkları sadece Van’da gördüklerinden ibaret değil elbette. Kaçışı gerilim filmi adeta: “Rusya yolunda başıma gelmeyen kalmadı, tacize uğradım. Rusya’da hapishaneye girdim. Sonra hastaneye çıktım. Boydan boya Rusya’yı geçmek zorunda kaldım. Japonya sonra Çin, San Francisco, New York, İngiltere, İsveç ve Danimarka üzerinden, okyanusları, denizleri aşarak oradanda sonunda memleketime, varabildim.”
Ne gördüğüne, neye tanık olduğuna gelince; Flucht in die Heimat. Aus dem Kriegserleben deutscher Missionsschwester in des asiatischen Türkei (Anayurda kaçış. Asya Türkiyesi’nde görevli bir Hıristiyan Misyoner Rahibesinin Savaş Dönemi Anıları) başlığı altında 1937’de Dresden’de yayınladığı kitabın Van isyanına ilişkin bölümlerinin özeti şöyle...
‘Geç de olsa Van’da gördüklerimi, yaşadıklarımı Tanrı katında kendime saklama hakkını görmüyorum’ diyerek anlatmaya başlıyor Käthe Ehrhold ve devam ediyor: “Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte (20 Nisan 1915) Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu.
Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan, kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum.
Rusların gelmesinden sonra savaş muhabirlerinin yazdıkları yalanları görünce, bu gazetecilerin yazdıklarına güvenim kalmadı.
Ermeniler Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.
Yenilmiş Türk milletinin geride kalan bu çaresiz kadınlarına çeteciler tarafından bilinçli ve istemli olarak yapılmış bu tecavüzler ve kötülükler Van’da kaldığım süre içinde yaşadığım en karanlık ve en üzüntülü olaylardır. Türk birliklerinin Van kentine yaklaştığını gören Rus generali 3 Ağustos 1915’te savaşmadan şehri terk etme kararı aldı. Şehir boşatıldıktan sonra yakılması kararı verildi.
Hayal kırıklığına uğramış Ermeni halkı geri çekilen Rus ordusu ile birlikte en az 10 bin kişi olarak şehri terk etmeye ve Rusya’ya doğru göç etmeye başladı. Bu göçmenlerin küçük bir bölümü Rusya’ya ulaşabildi. Günlerce yollarda yaya olarak yürüyen bu mülteciler, yorgunluk, hastalıklar ve salgınlar nedeniyle öldüler. Sınıra ulaşanları ise Ruslar ülke içine almayıp, sınırdaki mülteci kamplarında beklettiler. Güya kurtarıcı olarak gelen Ruslar geri çekilirken birlikte gelen bu halkı bizde yeterince fakir halk var diye sınırdan içeri koymadı. Bu zavallılar perişanlık içinde açlık ve susuzluktan öldüler. Ruslar şehri yaktıktan sonra kenti terk ederlerken yetimhanedeki çocukların kendileriyle birlikte gelemeyeceğini, çocukların bu yanmış kentte bırakılmasını istediler. Anladığım kadarıyla onlar bu Ermeni çocuklarını istemiyorlar, onların burada kalıp açlık ve susuzluktan ölmelerini istiyorlardı.
Şehri terk eden Ermeniler ve Ruslar kenti tamamen yaktılar. Giderken yetimhanenin başkanı İsviçreli Misyoner Rahip Spörri bana bir miktar para verdi. Rus askerleri bana ve yetimhanenin çocuklarına kılavuzluk yaparak bizi sınıra kadar götüreceklerine söz vererek, kayığa bindirdiler. Van Gölü’ne açıldık. Rus askerleri daha sınıra yaklaşmadan bizi Türk sahillerinde kıyıya çıkarttılar ve bizi ortada yüz üstü bırakarak kaçtılar. Savaş bölgesinin ortasında kalmıştık ve Van’a geri dönmekten başka çaremiz yoktu. Açlık ve susuzluk içinde günlerce yürüyerek Van kentine geri dönmek zorunda kaldık.
Daha sonra küçük bir birlik olarak Türk askerleri kente girdiler. Yanmış bomboş bir kent buldular. Birlikte geri getirdiğim perişan haldeki Ermeni yetim çocuklara yardım ettiler, binamızı onardılar. Sanki Tanrı Türk askerlerini bize yardım etsin diye yollamıştı. Sonra Rusların yaklaştığı haberi gelince Van’a girmiş bu küçük Türk birliği kenti terk etti. Ardından Ruslar tekrar şehre girdiler. Bir süre sonra Türklerin büyük bir birlikle geri gelmekte olduğu haberi gelince, Ruslar kenti yine boşaltma kararı aldılar. Ermeni yetim çocukları birlikte götürmeme Ruslar yine izin vermediler. Bu sırada zengin bir Ermeni tüccarının Van’daki gizli deposunda sakladığı kumaşları almak için büyük rüşvetler ödeyerek Van’a geldiğini ve kumaşları alıp Tiflis’e gideceğini duydum.
Bu tüccara yalvardım, yakardım, lütfen sadece kumaşlarınızı değil, şu zavallı kendinizden olan Ermeni yetim çocukları da birlikte Tiflis’e götürünüz dedim. Adam sonunda evet dedi. Duyduğuma göre sözünde durmuş çocukları Tiflis’e götürmüş.”
|