Kayseri Haberleri , Kayseri Firmaları ve Tüm Bilgiler.
 
ANASAYFAKAYSERİFİRMA REHBERİSERİ İLANLAR EĞLENCE KÜLTÜR & SANAT SPOR HABER ARŞİVİ RESMİ REKLAMLARKÜNYE
Anne & Çocuk & Bebek   |   Bilim Teknik   |   Finans   |   Sağlık   |   İş & Eğitim   |   Hava & Yol   |   Resimler   |   İstatistiklerimiz   |   Reklam   |   İletişim
Kayseri Kent Portalı > Kayseri Kültür Sanat > Genel Kültür & Maneviyyat / BİR ÇOK DÖKÜMAN! .:1:.
<<Önceki  Sonraki>>

VEDA HUTBESİ

(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)  
Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitabetti.

Bismillahirrahmanirrahim 
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür. "

Ey Nâs!  
 
Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha berâber olamayacağım.

İnsanlar! 
 
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, nâmus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecâvüzden masûndur.

Ashâbım! 
 
Yarın rabbınıza kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.

Ashâbım!  
 
Kimin yanında bir emânet varsa, onu sâhibine versin . Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle fâizcilik yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın fâiz alacağıdır.

Ashâbım!  
 
Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.

Ey Nâs! 
 
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığınız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Mü'minler!  
 
Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun Peygamberinin sünnetidir.

Ey Nâs!  
 
Devâmlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.

Ashâbım!  
 
Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfûz ve saltanatını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. ona cesâret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak kalınız.
 
 

Mü'minler!  
 
Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbınız birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir. Müslüman müslümanın kardeşidir. Böylece bütün müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlarımı burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.

Ey Nâs! 
 
Cenâb-ı Hak Kur'an da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirâsçı için ayrıca vasiyyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona âittir. Zina eden için ise mahrûmiyet vardır. Babasından başkasına soy (neseb) iddiâsına kalkışan soysuz, yahut efendisinden başkasına intisâba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi insanların ne tevbelerini ne de adâlet ve şâhitliklerini kabûl eder.

Ashabım!  
 
Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.

Ey Nâs!  
 
Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashâbı kiram:

Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler.  
 
Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:

Şâhid ol Yâ Rab!  
 
Şâhid ol Yâ Rab!  
 
Şâhid ol Yâ Rab!
 
 
buyurdu.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

MİLLİ MUTABAKAT ÇAĞRISI

Yeni bir dünya kuruluyor. İnsanlık yeni bir çağa adım atıyor. Biz bu çağın neresindeyiz? Son iki asırda tarihimizin en düşkün dönemini yaşadık. Geri bırakılmışlığımıza "az gelişmiş" damgası vuruldu. Bütün dünyada Müslümanlar, kendilerine yabancı bir avuç diktatörün zulmü altında ezildiler. İmanlarını kaybetmeleri için bin türlü iğ fa ve zorlama ile karşılaştılar. Bütün bunlara rağmen dinimiz İslamiyet'in şerefi ile onurlarını ayakta tuttular. Her şey mümkün. Her şey bizlerin ferasetine ve basiretine bağlı. Müslüman milletler, yeniçağda tıpkı eskisi gibi güç merkezlerinin çevresinde hayat alanı arayabilirler ve müsaade edildiği kadar yaşayabilirler. Ya da kendileri güç merkezi olabilirler; kendi tarihlerine hükmedebilirler. Bir yanda halkı Müslüman olan ama yönetimleri dışa bağımlı bir çok Ortadoğu ülkesi zillet içindeyken, öte yanda bu zilleti parçalayabilecek Müslüman Türk topluluklarının yeniden dirilişine sahne olabilecek bir ufuk önümüzdedir. Dünya küçülüyor. Hızlı nüfus artışı ve tabii çevrenin süratle kirlenmesi, azalan iktisadi kaynaklar, milletler arası rekabeti şiddetlendiriyor. Adâletsiz, güçlünün zayıfı ezdiği bir dünyada gelecek huzur ve barış getirmeyecek. Milli kimliklerini yeni keşfeden etnik guruplar gecikmiş ve saldırgan bir kabilecilikle yaşadıkları bölgeyi ateşe boğuyorlar. Güçsüzlere yaşama hakkı tanımıyorlar. İşte bu noktada Türk milliyetçiliği kendi yenileyerek tarihi fonksiyonunu ifa edebilir. Âleme 'Nizam' verme ülküsünü kanatlandırabilir. Milletimizin medeniyet meydana getirmiş olması ona, bu görevi kaçınılmaz olarak veriyor. Bizler sadece kendimiz için değil, uçuruma yuvarlanan insanlık için de yeni çağın tarihini yapmak zorundayız. Dünyaya adaleti, huzuru, insanlık şerefini getirmek zorundayız. Tıpkı eskiden olduğu gibi...

TÜRKİYE

Tarihimizin karardığı iki asır boyunca her çareye başvurarak ayakta kalmaya çalıştık, başardık. Koskoca bir imparatorluğun mağlup çıktığı savaştan kendi azim ve irâdemizle bağımsız bir devlet kurduk. Bu başarının bedelini, milletine yabancı iktidarların tahakkümü altında yaşayarak ödedik. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerine bina edildiği esaslar, yeni çağın eşiğinde yerle bir olmuştur. Türkiye artık, güvenliğini güç dengeleri içinde arayamaz. Bu intihar demektir. Güç dengelerine şirin görünmek için halkına dayattığı, batıcı-laik politikaları sürdüremez. Türkiye bu yeni dünyadaki yerini, milletinin rızası ve gücüyle, şahsiyetiyle kazanacaktır. Milletimizi güçlü kılan bin yıldır olduğu gibi İslamiyet'tir. Rejimin tepen inmeci -seçkinci- laik geleneği artık sona ermiştir. Pozitivist -laik politikalar ancak, şahsiyetsiz, köksüz, değil milletine kendine bile hayrı olmayan bunalımlı, yabancılaşmış bir azınlığa kaynak olmuştur. Laikliğin, gerçekte din ve devlet işlerini ayırma politikası değil, ekmek-su gibi dini için yaşayan Müslüman halkı yönetimden uzak tutma çabası olduğu, artık üstü örtülemeyen bir hakikat halini almıştır. Müslüman Türk milleti, yeni çağdaki onurlu mevkiini, bir avuç oligarşik azınlığın heba ve hevesiyle, milletinden uzak ve zayıf şahsiyetiyle değil, kendi iradesi ve gücüyle elde edecektir. Türkiye, iktidara gelen partilerin değiştiği ama yöneten azınlığın değişmediği dönemlerin sonuna gelmiştir. Bu asalak azınlığın, milletimizin sırtına yüklediği kambur artık iyice sırıtmaktadır. Milletimizin, kendi gücü ve iradesiyle layık olduğu mevkii alacağı yeni çağda, bu asalak azınlığın hayat alanı kalmayacaktır. Bu mevkii ye de, bin yıldır güç aldığımız kutlu kaynağımız İslamiyet'le varacağız.

GÖRÜŞÜMÜZ

Allah'ın birliği ve yüce Peygamberimizin risalesi dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz. Aşağıda serdettiğimiz görüşler aklımızın, idrakimizin, hayatı ve dünyayı kavrayışımızın ürünüdür. Bütün samimiyetimizle bu doğruların yanında başka doğruların da yer alabileceğine, zamanın değişebileceğine ve tenkit edilebileceğimize inanıyoruz.  
1- Hz. Adem atamıza ve Hz. Havva anamıza nisbetle bütün insanlar kardeştir. Bu inanç ve kabul, insanlık anlayışı bakımından sağlam bir ahlaki temel teşkil etmektedir. Kâlubelâdan beri Müslüman’ız. Doğduğumuzdan beri Türk milletinin bir ferdi olarak yaşıyoruz. Birincisi mutlak hakikati, ikincisi hayatın hakikatini ifade etmektedir. Zaman ve mekan içindeki muhteşem manzarasıyla bir tayf halindeki insanlık, kemal nişânı olan kültürle ayakta durur. Bu zengin tayftan, "Çokluk İçinde Birlik" prensibine ulaşıyoruz. Anadolu coğrafyasında yeşeren ve bin yıldır bu coğrafyayı şekillendiren değerlerimizi, tarih ve kader birliği olarak kavrıyoruz. Türk, Anadolu'da bin yıldır hükümran olan ve İslamiyet'le bir araya, aynı hedefe yönelen büyük bir milletin adıdır. Fatih, Selahaddin-i Eyyûbi, Sokullu, Mimar Sinan, Mevlâ'na, Mehmet Âkif, bu coğrafyaya İslamiyet'i nakşetmiş Türk ulularıdır. Milletimizle, bin yıldır İslamiyet'in şerefiyle şereflendiği; İslam sancağını zirvelere diktiği için iftihar ediyoruz. Bu tarih ve kader birliğinin, Anadolu topraklarından yükselecek yeni bir hamleye sağlam bir başlangıç teşkil edeceğine inanıyoruz.
 
2- "Çokluk İçinde Birlik" prensibini, Allah'ın birliği ve risalesi dışında her türlü farklılığın; her türlü görüş ve kavrayış biçiminin meşru kabul edilmesi olarak anlıyoruz. Mutlak hakikatler dışında, çoğulcu ve sivil bir İslam anlayışına inanıyoruz. İslamiyet'i, bulunduğu yerde total bir ideoloji olarak görenlerin; kendi İslam anlayışlarının, tek ezeli ve ebedi hakikat olduğuna inananların yanıldıklarını, kendi idraklerini putlaştırdıklarını düşünüyoruz. Bu inanç etrafında, kendilerini değişik isimlerle niteleyen İslami cemaatlerin, Müslümanların birliğine engel teşkil ettiğini düşünmüyoruz. Ancak gurup taassubunun; kendi dışında yer alan Müslümanları tekfire kadar giden sertlikleri, İslam'ın özüne aykırı buluyoruz. Günümüzde evrenselleşmiş, çoğulcu ve katılımcı yaklaşımların; cihanşümul değerlerin, bütün ülke, toplum ve zihniyetler tarafından karşı konulmaz olarak kabul edildiğini müşahede ediyoruz. Müslümanların aynı gayeler etrafında bir araya gelmeleri ve kendi tarihlerinin faili olabilmeleri için gerekli ortamın teşekkül ettiğine inanıyoruz.
 

3- Siyasetin, Müslümanların kendi aralarında ve dışlarında yer alan dünya içinde, Allah'ın emir ve yasaklarının hakim kılınması gayesi adına, başvurmaları gereken vasıtalardan biri olduğuna inanıyoruz. Siyaseti, hiçbir zaman gaye edinmeyeceğimizi, onu kutsal gayenin vasıtası; önemli ve gerekli bir vasıtası olarak gördüğümüzü söylüyoruz. Siyasetin sunduğu imkanların, "MEŞVERET" ve "ŞURA" prensipleri etrafında Müslümanlar tarafından alabildiğine kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.  
4- İnsanların yanılmazlığı esası üzerine inşa edilmiş lider karizmalarını ve lider sultalarını, İslam'a aykırı bulduğumuz için reddediyoruz. Bunun yerine, ilim sahibi olanların; gönülleri ve zihinleri aydınlatanların toplum içinde layık oldukları mevkie getirilmeleri gerektiğine inanıyoruz.
 
5- Türkiye'de mevcut hukuk sisteminin ve demokratik prensiplerin, siyasi mücadele için gerekli çerçeveyi verdiğini, sınırlamaların demokratik mücadele ile kaldırılabileceğini düşünüyoruz. Bu sebeple siyasi görüş ve teşekküllerin, gayeleri için şiddete başvurmalarını yanlış buluyoruz.

 
ÇAĞRIMIZ

Yukarıda serdettiğimiz görüşlerin de içinde yer aldığı ve tartışmaya açıldığı bir zeminde "Çokluk İçinde Birlik" ilkesi etrafında, Allah'ın birliği ve peygamberimizin risalesine inananlar arasında bir "Milli Mutabakat" arıyoruz. Bu mutabakatı sağlayacak esasların belirlenmesini, çerçevesinin çizilmesini istiyoruz. Bunun için herkes elinden geleni yapmalıdır. Hareketimiz ve Yeni Oluşum için ortaya çıkışımız bütün milli güçler tarafından bir 'vesile' addedilmelidir. Bir ihtilal, bir işgal, bir dış baskı vs. olmadan da ülkemizdeki milli güçlerin, sivil toplum içinde kendi yollarını kendilerinin aydınlatabileceği; açabileceği bir oluşumu hazırlamaları mümkündür. Yarın artık bu gündür. İnsanlarımız umut dolu bir çağın eşiğinde, başkaları tarafından yapılan bir tarihin akışı içinde sürüklenerek birbirlerine küsme, birbirlerini mahkum etme lüksüne sahip değildirler. Küfrün, riyanın, ahlaksızlığın başını alıp gittiği; kendi çocuklarımıza bizimkinden daha kötü bir dünya bırakmamızın muhtemel göründüğü gezegenimizde Müslümanlar, birlik olup geleceklerini kurmak zorundadır. İhtilafı rahmet olarak niteleyip "Milli Mutabakat"ın oluşacağı zemini bütün samimiyetimiz ve dürüstlüğümüzle kurmaya azmettiğimizi beyan ediyoruz.  
Çağrımız bütün insanlaradır. 
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

GENÇLİĞE HİTABE         

Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. 
        Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. 
         Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!                                                                                                    

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK 
20 Ekim 1927 
 
 
 
 
 
 
 

AMASYA TAMİMİ 
1-vatanın tamamiyeti ve milletin istiklâli tehlikededir. hükumet-i merkeziye, itilaf devletlerinin tesir ve murakabesi alanda bulunduğundan, deruhte ettiği mesuliyetin icabını ifa edememektedir. bu hal milletimizi madun tanıtıyor. milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. milletin, hal ve vaziyetini derpiş etmek ve seda-yı hukukunu cihana işittirmek için, her türlü tesir ve murakabeden azade bir heyet-i milliyenin vücudu elzemdir. bunun için bilmuhabere her taraftan vaki olan teklif ve arzu-yu milli üzerine, anadolu'nun bilvücuh en emin mahalli olan sivas'ta milli bir kongrenin serian inikadı takarrür etmiştir. bu maksatla, tekmil vilayat-ı osmaniyenin, her livasından, fırka ihtilafatı dikkat nazarına alınmaksızın, muktedir ve milletin itimadına mazhar, üç kadar zatın süratle yola çıkarılması icap etmektedir. her ihtimale karşı, bunun bir milli sır halinde tutularak dağdağaya mahal verilmemesi ve lüzum görülen mahallerde seyahatin mütenekkiren icrası. 
2-doğu vilayetleri namına 10 temmuz'da erzurum'da toplanması mukarrer kongre için, mezkur vilayetlerin müdafaa-i hukuk-ı milliye ve redd-i ilhak cemiyetlerinden müntehap azalar, zaten erzurum'a müteveccihen yola çıkarılmışlardır. o vakte kadar vilayat-ı sairemizin murahhastan da sivas'a vasıl olabileceklerinden, erzurum kongresinin azası, tensip edeceği zamanda, umumi toplantıya iştirak etmek üzere, sivas'a hareket edecektir. 
3-yukarıdaki mevada göre murahhaslar, müdafaa-i hukuk ve redd-i ilhak cemiyetleri ve belediyeler tarafından ve sair suretlerle intihab edilecektir. 
4-bu mukarreratın tatbikatına, 3. ordu müfettişi mustafa kemal paşa, esbak bahriye nazın hüseyin rauf, bey, 15. kolordu komutanı kazım karabekir paşa, 13. kolordu kumandan vekili miralay cevdet ve 3. kolordu kumandanı miralay refet bey, canik mutasarrıfı hamit bey, 2. ordu müfettişi ferik cemal paşa, 12. kolordu kumandanı miralay selahattin bey, 20. kolordu kumandanı ali fuad paşa, bursa'da 17. kolordu kumandam miralay bekir sami bey, edirne'de kolordu kumandanı miralay cafer tayyar bey ve diğer bazı mülki ve askeri mühim zevat tarafından çalışılacaktır. bundan başka esbak müşir ahmed izzet paşa, nafia nazırı ferid bey ve ayan azasından ahmed rıza bey gibi zevatın fikir ve mütalaaları alınacaktır. 
5-redd-i ilhak ve müdafaa-i hukuk-ı milliye cemiyetlerinin verecekleri telgrafların yalnız telgrafhanelerde kabul edilerek çekilmemesi, posta ve telgraf umum müdürlüğü'nden tamim edilmiştir. bu husus suret-i kafiyede reddilerek muhaberatın behemahal serbestçe temini için tezahüratta bulunularak muhaberat temin edilecek ve temin edilinceye kadar tezahürata devam olunacaktır. 
6-teşkilat-ı askeriye ve milliye, hiçbir suretle ilga edilmeyecektir. kumanda, hiçbir suretle terk ve ahara tevdi olunmayacaktır. vatanın herhangi bir tarafından yeniden vaki olacak düşman işgal herakatı, umum orduyu alakadar edecek ve hasıl olan vaziyete nazaran müdafaa-i memlekete müştereken tevessül olunacaktır. bu sebeple, kumandanlar derhal birbirlerini haberdar edeceklerdir. Esliha ve mühimmat katiyyen elden çıkarılmayacaktır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

"En gönülden ve coşkun karşılama Amasya'da oldu. Başlarında Müftü Efendi'nin olduğu beldenin mümtaz heyeti bizi şehrin dışında karşıladı. Bu merasim Paşa'nın gözlerini yaşarttı. Müftü Efendi itimat telkin eden beşuş ve nurani çehresiyle ilerleyerek Paşa'ya yüksek sedâ ile: "Paşam... Bütün Amasya emrinizdedir, Gazânız mübarek olsun!" dedi. Asla beklemediğimiz bu hitap aynı zamanda istikbalin teşhisi idi."

 
(9. Ordu Erkan-ı Harbiye Binbaşı Hüsrev Bey)

 
AMASYA TAMİMİ 
 
Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. 
 
Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. 
 
Milletin durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir. Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her olasılığa karşı bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler. 
 
Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da toplanması gereken kongre için sözü geçen vilayetlerin Müdaffa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinden seçilmiş üyeler zaten Erzurum’a doğru yola çıkarılmışlardır. O vakte kadar diğer vilayetlerimizin temsilcileri de Sivas’a geleceklerinden Erzurum Kongresi’nin üyeleri belirlenecek zamanda genel toplantıya katılmak üzere Sivas’a hareket edecektir. 
 
Askeri ve sivil kuruluşlar hiçbir surette kaldırılmayacaktır. Kumanda hiçbir şekilde terk edilmeyecektir. Vatanın herhangi bir tarafından yeniden yapılacak düşman işgal hareketleri bütün orduyu ilgilendirecek ve meydana gelen duruma göre memleketin savunmasına birlikte girişilecektir. Bu sebeple komutanlar derhal birbirlerini haberdar edeceklerdir. 
 
Silah ve savaş malzemesi kesinlikle elden çıkarılmayacaktır. 
 
Mustafa Kemal

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

gençliğe hitabe 
 
Bir gençlik, bir gençlik ,bir gençlik. Zaman bendedir ve mekan bana emanettir, şuurunda bir gençlik. 
 
Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını; aşk, vech, fetih ve hakimiyetle süsleyici, üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah´ın Kur´an´nında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türk´ü madde planında kurtardıktan sonra ruh planında helak edici tam dört devre bulunduğunu gören. Bu devreleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...  
 
Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak, "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... 
 
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik... 
 
Halka değil hakk´a inanan, meclisinin duvarına "Hakimiyet Hakk´ındır" düstüruna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürrüyeti hakk´a kölelikte bulan bir gençlik... 
 
Emekçiye "Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla kendi kendine hakk´ı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamzasın", kapitalist´e ise Allah buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamzsın! ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik... 
 
Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemiyen ve kurtuluşu arayan batı adamının bulamadığını, Türk´ün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı admında bulduğunu sandığı şeyin, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikikatinin İslam´da olduğunu gösterecek ve bu tavrırda yurduna, İslam alemine ve bütün insanlığa numûnelik teşkil edecek bir gençlik... 
 
"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur!" duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik... 
 
Can taşıma liyakâtini, canların cânı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik... 
 
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki, ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik... 
 
Bu gün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albübü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine telkin ve temmiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini ve bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik... 
 
Annesi, babası, ninesi ve dedeside içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara "Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarsınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiç biri başınıza gelmezdi! diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik... 
 
Tek cümleyle, Allah´ın kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O´ndan başka hiçbir tutanak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O´nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik... 
 
Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanlarının viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemine kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp, bir ömür Allah´a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.  
 
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! 
Ey kahbe rüzgar, atrık ne yandan esersen es!... 
Allah'ın selâmı üzerine olsun!
 
 

                                           Necip Fazıl KISAKÜREK 
 
 
 
  
 
 
 
 
 
 
 
 
 

'DAVA`sı olmayan ADAM değildir!'  

     Bir daha oligarşinin ve devşirme kullarının peydah olmayacağı, sağlam yürekli, imanlı, adam gibi adamları yetiştirecek ocakların, okulların “vira bismillah” demesi gerektiğine inanıyoruz.

Önce bilânço çıkarmamız gerekiyor.  
Neler yaptık, kimler kaldı, kimler düştü. Elimizde ne kaldı.  
Sol, tamamen havlu attı.  
İslamcılık, AKP parantezine düştü.  
etnikçi Milliyetçilik, bütün Mossad-İngiliz propagandalarına rağmen yükselişte falan değil, aksine giderek toplum çoğunluğunun nefretini kazanan bir ideoloji artık.  
Kemalizm’i ve liberalizm’i saymaya gerek yok. Biri chp, diğeri para zoruyla topluma dayatılan iki sunilik... 
 
1839 İngiliz Tanzimat’ına 1908'de meşrutiyetle cevap verilmişti. Bunun devamı olan 1920'lerin bağımsızlık ve Cumhuriyet iradesi 1930'larda tekrar Tanzimat rotasına çevrildi. O günden beri ülkemizde ideolojiler, Cemil Meriç'in tabiriyle bir 'deli gömleği'. Hem trajik bir arayışın hem de dramatik bir kıskacın ifadesi. Türkçülük, İslamcılık, solculuk... II. dünya savaşının sonunu ölçü alırsak, ortalama 60 yıldır işte bu deli gömlekleriyle yatıp kalktık. Biz delirirken, tepemizde birileri daha çok kazandı, terfi etti, güç biriktirdi, kuşattı, hâkim oldu. Holdingler mesela. Ya da askerler. Bürokrasi zaten devletin çekirdeği olarak hep hâkimdi.  
 
1960'lardan itibaren kentleşme sancılarıyla gelişen toplumsallık, sendikaları ve üniversiteyi önemli kılmıştı. 1980'lerden sonra ikisi de tırpanlandı. Yerlerine medya geçti. Bir de tarikatlar ve cemaatler. Her zaman etkili idiler. Toplumun nabzı, 1990'lardan sonra holdingler, holding medyası, tarikat ve tarikat medyası nüfuzuna göre atmaya başladı. Askerler, 28 Şubatta olduğu gibi yer yer holdinglerin güdümüne girdi. Bürokrasinin bir bölümü, küresel finans kapitalinin dayatmalarına karşı direniş gösterdi. Ama millet için değil, kendi egemenliği için. Diğer bir bölümü ise kolayca adapte oldu. İstifa edip, şirketlere kapağı atarak deneyimlerini özelleştirmeler için kullandı. Tanzimatçı batıcılık, ülkenin değiştirilemez ve "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" tek rotası olmayı sürdürdü. AB gündemi, bu batıcılığın iman tazeleme seansları olarak kullanıldı. 
 
Sosyalizmin bitişi, tüm dünyada bir ideolojik boşluk ortaya çıkarmıştı. İnsanların birçoğu bir şeylerin yolunda gitmediğini biliyor, ama buna itiraz edecek dili ve mecali bulamıyordu. Anti küresel hareketler, bir doktrine dayanmadığı için ateş böceği gibi yanıp söndüler. Bu ideolojik boşluk ülkemizde de etkisini gösterdi. İnsanlar önce her neye inanıyorlarsa ona imanlarını kaybettiler. İman kalmayınca güven de kalmadı. Kimse bir başkasına ya da herhangi bir kuruma güven duymaz oldu. Bunun sonucu, bencillik ve gemisini kurtaran kaptan pragmatizminin egemenliği oldu. Ne sol'un ne İslamcılığın bu ihtiras sürecine karşı duracak donanımı yoktu. Deli gömlekleri çıkarılıyor ve yerine zırdeli çarşafı giydiriliyordu. Gelecek korkusu, mal ve makam ihtirası, ün, şan, hava civa... özellikle gençliklerini hasbelkader bir ideolojik kabile etrafında geçirenler, adeta tahsilata çıkmıştı ve yaptıklarını iddia ettikleri fedakârlıkların bedelini tahsil ediyorlardı. Helâl, haram, doğru, yanlış, iyi, kötü... artık kalmamıştı. Eski solcu kapitalistlerden sonra eski İslamcı kapitalistler türedi. Tek felsefeleri, 'her yola gelirim, her renge girerim, yeterki kazanayım' olan bu yeni ve acemi kapitalistler, kaybettikleri imanlarının yerine daha fazla mülk doldurarak palazlandılar. Son derece dindar eşleri, kocalarının haram parayla aldığı lüks arabalara kurulup, şeyhlerine gider olmuştu. Allah gözlerini haram toprakla doyursun. 
 
Bizi şimdi ilgilendiren bu piç otların ne tür bir tohumdan türediğini tespit edip, kökünü kurutmak olmalı.  
Ve şu ana kadarki tüm ideolojik grup ve akımları çöpe atıp, sıfırdan yepyeni bir yol çizmeliyiz. Bu eski hikâyeler bizim için sadece ne yapmamamız gerektiğini çözeceğimiz birer numune olarak anlamlı.  
Bir insan 20 yıl boyunca Marks'la Marksizm’le yatıp kalkar da, sonra nasıl Avrupacı, amerikancı, insan haklarcı, demokrasici sahtekâr olabilir?  
Bir insan 30 yıl boyunca Kuran’dan dersler yapar da sonra nasıl paraya tapan ruhsuz ve utanmaz bir muhterise dönüşür.  
Kimdir bu, Kafka'nın böcekleri?  
Hangi sosyolojinin ürünüdür?  
Nasıl bir toprağın, havanın, suyun piçidir.  
Bu tohumlar bu topraklara nereden gelmiştir, kim ekmiştir, hangi gübreyle büyümüştür?  
Biz artık bunları cevaplayıp, bundan sonra böyle bir hataya düşmemek için, toplumsal sağlığımızı ve ortak değerlerimizi lekelememek, imanlarımız yitirmemek için bunların kökünü nasıl kuruturuz sorusundayız. 
 
Önce bir zemin etüdü yapalım. Yıllar önce bir girizgâh mahiyetinde, toplumsal akımları Deleuze’nin jeofelsefe dediği bir usulle, coğrafik zeminleri içinde analiz etmeye çalışmıştık. (Bak.Derin Devlet ve Muhalefet Geleneği, İst.1996) 
 
Bu analiz tekniğiyle ülkemizdeki sol ve İslamcı akımları, kıyılar, dağlar ve vadiler olarak tanımladığımız coğrafik zeminler içinde kategorileştirmiştik.  
Kıyılar, politik olarak sistemin merkezini ve coğrafik olarak Türkiye’nin batısını ve metropollerini simgeliyor.  
Dağlar, taşra’yı, Anadolu’yu ve kentlerdeki taşra olarak gecekonduları ifade ediyor.  
Vadiler ise, bu akımların radikal kanatlarını, sert ve ütopik damarları simgeliyor.  
Üç sath-ı siyaset olarak tanımladığımız bu modelle, Türkiye’deki ideolojik akımların taşradan güç toplayarak merkeze-kıyılara-devşirilmiş kadro yığma işlevi gördüğünü, radikal grupların ise bu işlevde katalizör görevi üstlendiğini ileri sürmüştük. Radikalizm, sistemin tersinden yeniden üretilmiş biçimiydi ve bu nedenle ilk devşirilen kadrolar vadilerden çıkıyordu. Bu işlem taşraya cesaret veriyor ve birikmiş tüm özlemleriyle taşra ilk bulduğu kanaldan kıyılara eklemlenmeye koşuyordu. O yıllardaki Refah Partisi yükselişini analiz etmeye çalıştığımız bu yöntem, Türkiyedeki muhalif akımların sistemi değiştirmek için değil, sistemden pay almak için koşullandığına vurgu yapmaya çalışıyordu. 
 
Durum kabaca Kemal Tahir’in bir sözündeki gibiydi: “Türkiye’de iki kesim var” diyordu Tahir, “biri kapının içindekiler, diğerleri ise kapıdan girmek için sıra bekleyenler...” Bu analizden çıkan dramatik sonuç şuydu; Türkiye’de sistemi değiştirmeyi hedefleyen, başka bir dünya tasarlamış, Tanzimat’ın çizdiği batıya bağımlı rotayı yıkıp yerine merkezinde Türkiye’nin olduğu gerçekten başka bir dünya kurma fikriyatı yoktur. Var olanların hepsi sahtedir ve sadece sisteme yeni kadrolar yetiştiren sivil okullar hükmündedir. Bu sahtelik o kadar barizdir ki, kriminal konularda Gladio, MİT, Polis manipülasyonlarının en mükemmel örnekleri bu ülkeden çıkmıştır. Bir eski solcu yazarın itirafıyla “merkez komitesi üyelerinin hepsinin farklı istihbaratların elemanı olduğu” radikal sol örgütler bile var olmuştur. Bu örnekler, geri kalan ana gövdenin sahteliği için de fikir verir. ‘Derin Devlet’ kavramıyla 2000 yıllık Doğu Roma-Osmanlı devlet ruhunu ifade etmeye çalıştığımız bu çalışmamızın yayınlandığı yıllarda kamuoyu Susurluk kazasıyla ortaya çıkan işte bu manipülasyon merkezlerini tartışıyordu ve maalesef bizim hemde susurluktan önce yayınlanan çalışmamızda kullandığımız ve tamamen felsefî bir siyasal entite (varlık) olarak analiz etmeye çalıştığımız ‘Derin Devlet’ kavramı, gladio ile özdeşleşerek güme gitmişti. Oysa yapmaya çalıştığımız şey, bizim aksine reel devlet dediğimiz batıya bağımlı kurumsal yapı ile derin devlet olarak kavramsallaştırdığımız Doğu Roma-Osmanlı devlet ruhunun çelişkisini ortaya çıkarmak ve Türkiye’deki asli dönüşüm imkânlarını bu çelişkilerin içinde yakalama çabasıydı. Bu manada, reel devlet yani batıya bağımlı oligarşik güçlerin devletiyle milletin ontolojisinde (felsefe) yaşayan derin devlet ruhunun çeliştiği, ama öte yandan derin devlet ruhuyla da özgürlüğün yani insanın kullaşmaktan çıkarak insanlaşma çabasının çeliştiğini öne sürmekteydik. Bu çelişkiler diyalektiği, toplumsal hareketlerin oligarşi-millet çelişkisinde millete yaslanmakla birlikte, milleti de tanrı-devletine kul olma alışkanlığından çıkarma çabasını birlikte yürüteceği bir siyasal damara yaslandıkça meşrû, haklı ve sahici bir karakter kazanacağı iddiamızla sonlanıyordu. 
 
Şimdi hala buradayız. Evet, artık çok açık bir şekilde biliyoruz ki, üç sath-ı siyasetin diyalektiği tıkır tıkır işliyor ve sisteme eklemlenme çabası, milletin ontolojisindeki arızalardan besleniyor. Hem sistemi değiştirecek hem de bu mücadele içinde milleti dönüştürecek, yani hem adalet hem özgürlük ideasını birlikte içermeyen her hareket, sahtedir. 
 
Sistemi değiştirmek için elimizde yeterli muhalif malzeme var. Sol eleştiri dili, antikapitalist mücadele geleneği, yine devlet siyasetine dönük eleştiriler... Belki en kolay ve mümkün muhalefet yöntemi budur. Herkes kolayca olan biteni eleştirip, farklı öneriler öne sürebilir. Ama zor olanı ve olmayınca sisteme dönük eleştirileri de boşa düşürüp sahteleştiren asıl eksiklik, milleti, yani yüzlerce yıllık alışkanlıkları, karakteristik özellikleri, bunları var eden sosyo-ekonomik ve politik altyapıyı ve en önemlisi teolojik kökleri eleştiriye tabi tutmaktır. Bu ülkede aydınların en temel özelliği olan eleştiri yeteneği ve yönteminin az gelişmiş olması dahi bu eksikliğin bir ürünüdür. Aydınlar, kötürüm bir sosyolojinin ürünüdür. Kendisi üzerine düşünmeyen, kendini gerçekleştirme ideası olmayan bir toplumun aydınlarının, birer propagandist seviyesinde olmasının nedeni budur. 
 
Milletimizin tek ideasının olduğu dönem, Osmanlı’nın kuruluş dönemidir.  
İdea: İ-layı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem davasıdır. Bugün bir siyasi partinin sloganı olmaktan öte bir mana taşımayan bu idea, aslında içinde yaşadığımız ontolojik çürümüşlüğün eleştirisi için elimizdeki tek mihenk taşıdır. Dünya’ya adalet ve özgürlük için nizam verme iddiasından, üç kuruş daha kazanmak eşini dostunu geçmişini ruhunu satma çukuruna düştüğümüz süreci çok iyi etüt etmeliyiz. 
 
Lafa zemin etüdünden girmiştik. Evet artık bugün yeni coğrafi zeminlerden bahsedebiliriz.  
Dağlar dediğimiz anadolumuz bozkır oldu.  
Kıyılar dediğimiz metropollerimiz birer vahşi ormana dönüştü.  
Vadiler ise, sinek vızıltılarının duyulduğu, hastalık üreten tam bir bataklık durumunda.  
 
İslamcılık, solculuk, ülkücülük... Artık eski halleriyle bile aranır durumda. Şimdi bozkırın, ormanın, bataklığın ürünü patolojik, hastalıklı, imansız ve şuursuz bir siyasal yekûnumuz var. Hepsi sahte, hepsi dejenere, hepsi manipülatif. Bütün ideolojik çevreler, siyasi partiler, akımlar, kurumların tümü Tanzimatçı düzenin iğdiş ederek dönüştürdüğü birer menfaat şebekeleri. En büyük menfaat şebekesi ise reel devlet. Şimdi işte o şebekelerin büyük şebekeyi ele geçirme ya da orada etkin olma kavgalarını seyrediyoruz. Üstelik başta devlet olmak üzere, tümü emperyalizmin istihbarat şubeleriyle içli-dışlı. “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” mi diyelim, “böyle başa böyle tarak” mı diyelim, “tencere-kapak” hikayesi mi diyelim, geldiğimiz yer işte budur. 
 
 
Lafı uzatmadan, önerimizi söyleyelim; 50 yaşın üzerindeki büyüklerimize saygımız vardır. Onları bir kenara kayarak söyleyelim, 30 yaşın üstündeki nüfusun büyük çoğunluğu artık bir insan çöplüğüdür. İdeolojik kavgalar, hayat gailesi, üst üste gelen darbeler, küresel salgın, AB’cilik, döneklik ihtiraslar ve daha birçok şey, 30 ilâ 50 yaş arası nüfusumuzu deforme etmiş, işe yaramaz bir yığın haline getirmiştir. Bu yaşlardaki insanların çoğu, batılı toplumlardaki gibi, uzun bir süre uyanamayacakları bir rüyaya yatarak dünyalık derdine düşmüş, eğlence, mülk biriktirme ve komplekslerini tatmin peşindeki bireyci mahlûklar haline gelmiştir. Bunlardan ne kendilerine, ne de topluma ve insanlığa bir hayır gelmez. Zaten bu nüfus şu anki iğdiş edilmiş ideolojik aşiretlerin ya da siyasi partilerin taşıyıcısı durumundadır. Sokaktaki insan denilen, renksiz, kokusuz, tepkisiz kitlelerin çoğunluğu da işte bunlardır. 
 
Bu topraklarda, her şeye sıfırdan başlamak için 30 yaşa kadar olan genç nüfusun bir dava sahibi kılınması gerekir. Hala davası olanların tek hedefi, işte bu 30 milyon civarındaki genç kitleler olmalıdır. Gençliğin henüz iğdiş edilmeden bir dava sahibi yapılması için, yeniden o eski fikir ocakları, samimi cemaat ve örgüt ortamlarının o ilk tabii kuruluş dönemi idealizmleri yeniden yaratılmalıdır. İlerde bir gün karşılığını alırım diye değil, tamamen vermek için, malını, zamanını, bilgisini, yeteneklerini hiçbir karşılık beklemeden bu genç insanlara verecek idealist bir kadro gerekmektedir. İlk, orta ve lise çağındaki gençlerle ilgilenecek idealist dervişler, onlara hayatı, doğruyu, yanlışı öğreneceği mütevazi sohbet mekanları, tamamen amatör ruhla ve fikir temelli bir faaliyet ateşi yakmak gerekmektedir.  
Dava ise bellidir. Bu millete yeni ve uydurma deli gömleği giydirmenin bir alemi yoktur. Davamız İ’layı Kelimetullah’tır. Allah’tan başkasına kul olmama çabası içinde solcu solculuğunu, İslamcı İslamcılığını, ülkücü ülkücülüğünü yapabilir. Hatta amerikancı veya Avrupacı olmayan namuslu –ne kadar olunabilirse- liberal demokratlık yapmak ta mümkündür. İsteyen Mustafa Kemal’i, isteyen Abdülhamit’i, isteyen jöntürkleri, isteyen Deniz Gezmiş’i ya da Abdullah Çatlı’yı sevebilir. Din diliyle ya da felsefe diliyle konuşabilir. Tek ortak değer lâ ilâhe illallah olmak kaydıyla, yani insanımızı kullaşmaktan, böcekleşmekten kurtarmak amacıyla bu hedefe farklı yol ve üsluplardan yürümek serbest olmalıdır. Yasak olan tek şey gâvurluk olmalıdır. Yani, yabancı hayranlığı, millet, din, cumhuriyet ya da tarih düşmanlığı bu ocaklarda yasak olmalıdır. Bu şartlar altında, tüm meseleler özgürce konuşulabilmeli, her tür fikir açıkça dile getirilmeli ve son derece yaratıcı bir eleştiri dili geliştirilmelidir. Ülkemizin ve bölgemizin, hatta insanlığın kapitalizm belasından, emperyalizm tasallutundan, cüceleşmekten ve domuz gibi gayesiz yaşamaktan kurtaracak tek yol, her şeye sıfırdan başlanacak ve geçmişin hatalarını içermeyecek yeni bir kuşak hareketidir. Tüm eski ideolojik kimlikler, tüm 30 yaş üstü çöpler, tüm ezberleri bir kenara atıp, geleceği işte bu yeni ocaklarda inşa etmenin yolları bulunmalıdır. İnsanları Allah’la, Peygamber’le, Vatan’la, Millet’le ya da demokrasiyle veya çağdaşlıkla kandıran tüm şer odaklarına kapılar kapatılmalı, bütün tarikat, cemaat, grup, loca ve çetelerin gençlik üstündeki tasallutuna karşı seferberlik başlatılmalıdır. Bu şebekelerin şu ana kadar iğdiş ettikleriyle yetinmeleri sağlanmalı, gelecek kuşaklara el atmalarının önüne geçilmelidir. 
 
Türkiye, konumuz bağlamında önümüzdeki en az 10 yılını aslında kaybetmiştir. Zira, bahsettiğimiz iğdiş olmuş dönekler ve zırdeli gömlekli beşer tayfasının ihtiras tramvayı hala müşteri doludur. Bunlar daha birkaç AKP üretecektir.  
 
Çalabildikleri kadar çalacak, namazla hırsızlığı, hacla zinayı, bencilikle mümin görünmeyi garip bir şekilde bir arada götüren yeni tip münafıklığı tüm topluma kanıksatacaklardır. Eğer bir milletin devleti olduğuna inansaydık, ilk işinin işte bu münafıklıkla mücadele yasaları çıkarmak olduğunu savunabilirdik. Ama ne var ki, bunların en büyük suç ortağı bu gün oligarşinin devletidir. İstihbaratıyla, medyasıyla, bürokrasisiyle oligarşi kendine yeni kullar bulmuştur ve bunları uzun süre kullanarak hem kendini gizleyecek hem de ABD-İngiliz projeleri için vitrinde tutacaktır. Maalesef, bu nedenlerle önümüzdeki 10 yılı kayıp yıllar olarak görmek zorundayız. Bu nedenle, işte ondan sonrası için, bir daha ne oligarşinin bu devşirme kullarının peydah olmayacağı, sağlam yürekli, imanlı, adam gibi adamları yetiştirecek ocakların, okulların “vira bismillah” demesi gerektiğine inanıyoruz. Allah için, insanlık için, halk için, özgürlük ve adalet için –ki bunların hepsi aynı şeydir- bir şeyler yapmak isteyen, olan bitenden rahatsız olan ve aynı zamanda var olan çeteler ve aşiretlerden hiç birine mensup olmayan yığınlarca namuslu insanın bundan sonra yapabileceği tek hayırlı faaliyet, bizce budur. 
 
Öyle ya da böyle, Tanzimat parantezi kapanacak, Türkiye o eski görkemli günlere tekrar kavuşacaktır.  
Mesele şudur ki, bu görkem ve ayağa kalkış, Dünya Yahudi Partisi, Anglosakson Güçler ya da benzeri bir şer gücün adına olmasın. Aksine, bu Milletin ayağa kalkışından, tüm ezilen, mahrum, mağdur ve mustazaf insanlıkta ayağa kalksın. Son 300 yılın, Afrika’nın, Hindistan’ın, Kızılderililerin hesabı sorulsun. Bu tarihi hesaplaşma, bu gâvurla büyük rövanş, bizim ayağa kalkışımız sayesinde başlasın. Davamıza sahip çıkmak işte bunun için de bu kadar önemli. 
 
Bu nedenle bundan sonra davası olmayana adam demeyeceğiz. 
 
Onları sadece tiksinerek ve nefretle anacağız. 
Ve andolsun ki,  
bu toprakları atalarımızın temiz hatıraları ve  
şehitlerimizin aziz ruhları için,  
hiçbir zaman bu aşağılık münafıklara  
ve gavura teslim etmeyeceğiz. 
 

Ahmet ÖZCAN 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ertuğrul Gazi'nin Osman Gazi'ye Nasihatı  

 

Bak oğul !  
Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara) dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan, itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan, helala-harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma, devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme!.. Zira yaratandan korkmayan, yaratılandan hiç korkmaz. Büyük günah işleyen ve bunu devam ettiren kimsede sadakat olmaz. Böyle kişilerin sadakati olsa ümmeti olduğu Peygamber-i Zişan'ın sadık tebligatı üzere hareket eder de şer'i şerifin dışına çıkmazdı. Zulümden, bid'atten sakın. Zulme ve bid'ate teşvik edenleri devletinden uzaklaştır. Çünkü böyleleri seni zevale uğratmış olurlar.  
Daima cihad ile devletini genişletmeye çalış. Çünkü uzun zaman sefer olunmazsa askerin şecaatine; reislerin ve kumandanların bilgi, tedbir ve malumatına ağırlık ve noksanlık gelir. Böyle sefer işlerini bilenler ölür gider de yerine tecrübesiz kimseler gelir, bu yüzden de bir çok hatalar meydana gelir ki, bundan da devlet büyük zararlar görür. Beytü'l-mali koru! Devletin servetini çoğaltmaya çalış!.. Şer'i şerifin ölçüsüne göre sana ait olana kanaatle, ihtiyaçlarından ve gerekli olanlardan başka lüzumsuz yere telef etme, israftan kaçın. Askerinle, malınla gururlanma. Zira onlar Allah yolunda cihad için milletin işlerinin yerli yerinde görülmesi ve cihana adalet ve fazileti yayman için vasıtadırlar. Sadakatle Allah rızası için çalışan devlet erkanını koru!.. Vefatlarından sonra böyle kimselerin çoluk-çocuğuna bak, ihtiyaçlarını karşıla.!..Halkından hiç kimsenin malına tecavüz etme!.. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat, böylelerinin yakınlarını sıkıntıdan kurtar. Askeri erkanı iyi koru!.. Alimler, fazıllar, sanatkarlar, edipler; devletin bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve ikramda bulun. Bir kemal sahibi işitince onunla yakınlık kur, dirlikler ver ve ihsan eyle!.. Hükümetinde ulema, fazıl kimseler, erbab-ı maarif çoğalsın, siyaset ve din işleri nizam bulsun!.. Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir bey olarak gelip hak etmediğim halde bunca inayet-i celile-i Rabbaniye'ye mazhar oldum. Sen de benim yolumdan git ve bu Din-i Muhammedi'yi ve ashabını, başka sana tabi olanları koru. Allah'ın (c.c) hakkını ve kulların hukukunu gözet!.. Ve senden sonrakilere böyle nasihat etmekten geri durma. Ve adalet ve insafa riayet ile zulmü kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüs de Allah'ın yardımına güven. Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru!.. Haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunma!.. Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan.  
Allah-u Tealânın emirlerine muhalif bir is islemeyesin. Bilmediğini İslâm ulemasından sorup anlayasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine in'amı ,ihsanı eksik etmeyesin ki insan ihsanın kulcağızıdır.Zalim olma.Âlemi adaletle şereflendir. Allah için cihadı terk etmeyerek beni şad et.Ulemaya riayet eyle ki devlet isleri nizam bulsun.Nerede bir ilim ehli ona rağbet,ikbâl ve hilim göster.Askerine ve malına gururlanıp Kur'an ehlinden uzaklaşma. Bizim yolumuz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun. Memleket islerini noksansız gör. Hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

OSMAN GÂZI'NlN, OGLU ORHAN GÂZl'YE NASIHATI  
 
"Ogul! Din islerini her seyden evvel ele alip, yürütmek gayret ve esâsini dâima gözönünde bulundur ve bu esâsi sakin gevseklige ugratma. Çünkü bir farzin yerine getirilmesini saglamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebeb olur.  
Din gayretine sâhib olmayan, sefâhete düskün olan, tecrübe edilmemis kimselere devlet islerini verme! Zîrâ, yaradanindan korkmayan bir kimse, yarattiklarindan da çekinmez. 
Zulümden ve hangisi olursa olsun bid'atden, yâni Islâmiyet'e aykiri seylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid'ate tesvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklastir ki, bunlar seni yikilisa sürüklemesinler. 
Allahü teâlânin rizâsi için, devlet hizmetinde ömrünü tüketen sâdik devlet adamlarini dâima gözet. Böyle kiymetli kimselerin vefatindan sonra, aile efradini koru, ihtiyâci olanlarin da ihtiyâçlarini karsila, tebeandan hiç kimsenin malina mülküne dokunma. Hak sahiplerine haklarini ver, lâyik olanlara ihsan ve ikramlarda bulun ve ailelerini de gözet. Özellikle, devletin ruhu mesabesinde olan ve en büyük dayanagi bulunan asker taifesini güzelce idare edip rahatlarini te'min eyle. 
Devletin bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakîki âlimleri ve fazilet sahiplerini, edip ve yazarlari, san'at erbabini gözetip koru. Onlara hürmet, ikram ve ihsanda bulun. Bir ülkede, olgun bir âlimin, bir arifin, bir velînin bulundugunu duyarsan, uygun ve lâyik bir usûl ve ifâde ile onu memlekete getirt. Onlara her türlü imkâni taniyarak ülkene yerlestir ki, hükümetin süresince âlim ve arifler, bilginler, memleketinde çogalsin. Din ve devlet isleri nizâma oturup ilerlesin. 
Sakin, orduya ve zenginlige magrur olma. Hakîkî âlim ve ariflere, bilginlere hürmet edip, sarayinda onlara yer ver. Benim hâlimden ibret al ki, zayif, güçsüz bir karinca misâli, hiç lâyik olmadigim hâlde buraya geldim veAllahü teâlâmn nice nice ihsanlarina ve inayetlerine kavustum. Seni de benim uydugum ve uyguladigim nizâmi uygula. Muhammed aleyhisselâmin dînini, bu yüce dînin mensuplarini ve itaat eden diger tebeani himaye eyle! Allahü teâlânin hakkini ve kullarinin hakkini gözet. Dînimizin tâyin ettigi beytülmâldeki gelirin ile kanâat eyle! Devletin zarurî ihtiyâçlari disinda sarfiyatta bulunmaktan son derece sakin! Senden sonra geleceklere de ayni nasihatlerde bulun ve iyice tenbih eyle. Dâima adalet ve insaf üzerine bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir ise basliyacagin zaman Allahü teâlânin yardimina sigin! Tebeani, düsmanlarin ve zâlimlerin saldirilarindan koru. Haksiz olarak hiç kimseye muamelede bulunma. Dâima halkini hosnud edecek seyleri arayip, yapilmasini sagla. Onlarin gönlünü kazanmagi, bunun devamini ve artmasini büyük nimet bil! Tebeanin sana olan güveninin sarsilmamasina son derece dikkat eyle." 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

BİR BABANIN OĞLUNA NASİHATİ /Ahmed Siyâhî

“Ey oğlum! Sana Allahü teâlânın kitâbına, Resûlullah efendimizin sünneti seniyyesine uymayı, îtikâdını, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâda göre düzeltmeni tavsiye ederim… 
Âlimlere, din büyüklerine hürmet et. İçin temiz olsun. Cömerd ve güler yüzlü ol. Başkalarına ihsân ve iyilikte bulun. Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet etme. Arkadaşlarının kusurlarını affet. Büyük, küçük herkese nasihat eyle, hırs ve tamâhı terk eyle. Bütün ihtiyaçlarında Allahü teâlâya güven. Allahü teâlâ, kendisine sığınanları mahrum etmez.

“Başka bir yol arama!” 
Ey oğlum! Kurtuluşu, doğruluktan başka bir şeyde, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı, Resûlullah efendimize tâbi olmak, ona uymaktan başka bir yolda arama. Kendini hiç kimseden üstün zannetme. Birisi senin hakkında koğuculuk ve hasetçilik yaparsa, ona mâni olmak için kendini zahmete sokma, onun işini Allahü teâlâya bırak. Sen kıymetli ömrünü Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymakla geçir. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte kınayanın kınamasından korkma. İbâdet ve tâatin güçlüklerine karşılık sevâba kavuşacağını düşünerek sabret. Nefsini dâimâ hesâba çek. Vakitlerini, dînin emirlerine uymakla kıymetlendir. Çünkü geçen zaman bir daha geri gelmez. Yarına çıkıp çıkmayacağın belli olmadığından, yarın yaparım demek, üzüntü ve pişmanlığa yol açar. Her zaman Allahü teâlânın râzı olduğu şeylere sarıl. 
Ey oğul! Tevâzu ve alçak gönüllülükte toprak gibi, başkasına fayda vermekte meyveli ağaç gibi, cömertlikte akan nehir gibi, ihsân ve iyilik yapmakta deniz gibi, mâlâyâni, faydasız şeyleri konuşmamakta, sükût ve susmakta cansız varlıklar gibi, ayıpları örtmekte karanlık gece gibi olmaya çalış. Kalbin körlüğü, kalb katılığındandır. Günahların için ağlayıp sızla, âh et. Nazargâh-ı ilâhî olan kalbi, haramlara ve Allahü teâlânın yasak ettiği şeylere yöneltmekten sakın. Akrabâyı ziyâret ve onlara iyilik etmeyi ihmâl etme. Âhiret kardeşlerini, iyi arkadaşlarını artırmaya çalış ve onlarla sohbet et! Evliyânın büyükleri; 
“Allahü teâlâ ile beraber olunuz. Buna gücünüz yetmezse, Allahü teâlâ ile beraber olanlarla olunuz ki, sizi Allahü teâlâya kavuştursunlar” buyurmuşlardır. 
Ey oğul! Dünyâya sarılmış olanlarla bulunma. Onlarla sohbet ve berâberlik gam, keder ve üzüntü getirir. Bu, tecrübe ile sâbittir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, nefsinin arzu ve isteklerine uymuş kimselerle berâber olma. Böyle kimseler gizli düşman olup, insanın yüzüne karşı dalkavukluk yaparlar, arkadan ise aleyhinde bulunurlar. Onların yanına gelerek oturmalarına bakıp aldanma. Maksatları senden mânen faydalanmak olmayıp dünyâlık maksatlarına, mal ve mevki elde etmeye seni vesîle, âlet etmek içindir. Bir kusur ettiğinde, hakkında kötülük düşünenlerin ve düşmanlarının en azılısı olurlar. Zamânındaki insanları tecrübe ettiğinde, onlarda da, bundan başka bir özellik bulmayacaksın. 
Ey oğul! Sana bağlılık iddiasında bulunanların, yaptıkları iyilikleri başına kaktıklarını görürsün. Çünkü sadâkat ve bağlılık adına yaptıkları az bir iyilik karşılığında ağır, pek fazla bir hizmet ve karşılık beklerler, çok şey ümid ederler. Bu ümitlerine bir defa olsun müsaade etmezsen, gösterdikleri sevgi, sadâkat ve bağlılıklarını derhal bırakırlar. Çok defa onların isteklerinden yakanı kurtaramazsın. 
Ey oğul! Eğer sana hakîkî dost arkadaş lâzım ise, Allah için sevenlerle beraber ol. Böyle kimselerden dostluk ve kardeşlik bağı kurduğun kimseye, muhtâc olduğunda ihtiyacından fazla malın varsa ver. Yahud onu kendinle beraber tut veya kendine tercih et. Beraber olduğunuzda ve arkasından ayıplarını ört ve gizle. Kusuru olduğunda sabır ve tahammül et. Hayatta iken ve vefat ettiğinde onu hayırla an.

İnsanın dört düşmanı!.. 
Ey oğul! Herkese yumuşaklık, alçak gönüllülük, güler yüzlülük ile davranmaya gayret et. Sana, Rabbinden alıkoyan dünyalığa, makam ve mevkiye kalbinin meyletmemesini tavsiye ederim. Çünkü nefs, hevâ, şeytan ve dünya, insanın dört düşmanıdır. Nefsin silahı tokluk, hapishanesi açlıktır. Hevânın silahı, çok konuşmak; sukût, konuşmamak ise, onun zindanıdır. Dünyânın silahı insanlarla fazla berâber olmak, onlar arasında fazla bulunmak, çâresi yalnızlık ve onlardan uzak kalmaktır. Şeytanın silâhı gaflet yâni Allahü teâlâyı unutmak; ona karşı tedbîr, Allahü teâlâyı anmak, hatırlamak, büyüklüğünü düşünmektir. 
Ey oğul! Bu nasihatlerimi iyi belle ve Allahü teâlânın nîmetlerine, sana yaptığı iyiliklere şükredenlerden ol!..”

 
KANUNİ’DEN FRANSUVA’YA

“Allah-ü Teala’nın lütuf ve yardımıyla, peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.)’nın mucizesi, dört halifenin ve Allah’ın sevgili kulları olan velilerin mukaddes ruhlarının yardımıyla; 
 
ben ki; Sultanların Sultanı, hakikatlerin buhranı ve yeryüzünün taç dağıtan sahibi, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadolu’nun, Karaman’ın, Rum’un, Zülkadriye’nin, Diyarbakır vilayetlerinin, Kürdistan’ın, Azerbaycan’ın, İran’ın, Şam’ın, Halep’in, Mısır’ın, Mekke ile Medine’nin, Kudüs’ün, bütün Arabistan’ın, Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, büyük ecdadımın, (Allah onların buhranlarını nurlandırsın) kaahir kuvvetleri ile feth eyledikleri ve Cenab-ı Hakk’ın bana nasip eylemiş olduğu, ateş saçan kılıcımızla zafer kazanarak feth eylediğimiz nice diyarın Sultanı ve Padişahı, Sultan Beyazıt Han oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han’ım.Sen ki ; Fransa vilayetininbeyi,Françesko’sun.  Saltanat makamıma elçi olan Jan Frangian ile gönderdiğin mektup ve ayrıca şifai ricaların bana ulaştırıldı. Memleketinizi düşmanın işgal ettiğini ve halen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda benim tarafımdan yardım edilmesini dilemişsin. Her ne demiş ve istemişsen bana ulaştırıldı. Ve bana arz olunan hususlar tafsilatıyla bilgime sunuldu.  Şöyle ki;; beylerin esir alınıp hapsedilmesi, acayip şeylerden değildir. Gönlünü rahat tut. İçindeki ateşi söndür. Bizim büyük ecdadımız, Allah (c.c) kabirlerini nur etsin, daima düşmanı kovmak, memleketler fethetmek için savaş yapmaktan geri kalmamışlardır. Biz dahi onların yolunda yürümekteyiz.  Her zaman memleketler ve aşılması güç, sağlam kaleler fethetmişiz. Gece-gündüz atımız eyerlenmiş, kılıcımız kuşanılmış durumdadır. Kader ne ise o olsun. Bizim fikrimizin ne merkezde bulunduğunu, gönderdiğiniz elçiden sorup öğrenebilirsin.  Dilediğin üzere bütün teçhizatı ile donanmamı Hayrettin Paşa kumandasında gönderiyorum. Şarlken’in hilesinden kendini koru! Düşmanlarınla başa çıkabileceğin güce kavuşmadan sakın barış yapmayasın!  Bana itibar gösterip güvenenlere Cenab-ı Hak da yardım eder. Zaferler kazanan kılıcımın gölgesinde huzur içinde olurlar”
 
 

KANUNİ DEN CARLOS A

Ben ki sultanların Sultanı, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadolu’nun, Karaman’ın, Erzurum’un, Diyarbakır’ın, Kürdistan’ın, Luristan’ın, Acem’in, Mısır ve Şam’ın, Halep’in, Kudüs’ün ve bütün Arabistan vilayetlerinin, Bağdat, Basra, Yemen memleketlerinin, Kırım ve Macar tahtına ait yerlerin ve daha kılıcımızla alınmış nice ülkelerin Padişahı Sultan Süleyman Şah’ım. Sen ki, İspanya vilayetinin kralı Karlo’sun. Yüce kapımıza sen ve kardeşin ayrı ayrı mektuplar gönderip bize dokunmayın diye ricada bulunmuşsunuz. Merhamet ederek size 5 yıl süreyle dokunmamak üzere eman verdik. Ancak bir şartla: Bu sürede benim topraklarıma “kurudan veya yaştan bir sebeple” saldırmayacaksınız. Korumam altında bulunan Fransa Kralı ve Venedik Doçu’na da dokunmayacaksınız. Mutluluk dağıtan kapımız size daima açıktır. Ne zaman isterseniz başvurabilirsiniz. 
 
 
 
 
 
 
 

ŞEF SEATTLE'IN MEKTUBU

Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü   bir gün değişebilir.

Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir.

Sözlerim, asla yer  değiştirmeyen yıldızlar gibidir.

Şef Seattle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin ya da  mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.

Washington'daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte   bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim   arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Merak ediyoruz ki  gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç.

Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu.

Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve   sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce  yıllık deneylerin bir parçasıdır.

Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.

Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır.

Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor.

Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat  yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi   düşüneceğiz.

Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim.Çünkü bu topraklar bizim   için kutsaldır.

Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda.

Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek.

Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize ?

Biliyorum beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur.

Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır.

Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.

Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların, ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur ?

Bir Kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak   olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava ? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı ?

Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffalo'ları.

Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.

Şu gerçeği iyi biliyoruz:

Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki herşey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.

Bildiğimiz bir gerçek daha var:

Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz.

Ama hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.

Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı Buffalo'ların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi.

Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş.

İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.

Gündüz ve gece bir arada olamaz.

Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef'in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız.

Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, birkaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez.

Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; son Kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları Beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.

Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen işsiz bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir

zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim?  

... ! Ölüm diye bir şey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan.

Şef Seattle, 1854 

NEDEN BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ? 
İNSAN YÜCELSİN DİYE 
 
 
İnsan, şerefli ve yüce bir yaratık olduğundan, huzur ve mutluluk yolunda yürüsün diye, 
Yeryüzündeki araçlar, insana hizmet etsin diye, 
Türk yurdu huzur, refah ve gelişmenin otağı olsun diye, 
Türk insanı, donanımlı, özgür, öz kimliğinden ötürü gurur duysun diye, 
Türk yurdu bağımsız, bağlantısız olsun. Müslüman Türk kendi yurdunda efendi, dünyada hatırı sayılır hüviyet taşısın diye, 
Türkiye, kendi coğrafyasının icaplarına uygun bir yapılanmanın içinde bulunsun diye, 
Kültür kodlarımıza uygun birliktelikler, sosyal, siyasi ve iktisadi teşekküller oluşturulsun diye, 
BBP VAR OLDU! 
 
İşkence olmasın, kimse kimseyi renginden, dilinden, dininden, sosyal, siyasi ve ekonomik konumundan ötürü kınamasın, farklı davranmasın diye, 
Hukuk üstün olsun, adalet önünde çoban da, hakim de bir olsun diye, 
Üretim artsın, Türkiye önce bölgesinde, sonra dünya üzerinde etkileyici ve tayin edici güç olsun diye, 
BBP VAR OLDU! 
 
Çiftçi, gelişen teknolojinin nimetlerinden faydalanarak, dekar başına ürettiğini katlasın, daha fazla ürün alsın diye, 
Sanayici ihraç ettiğinin daha fazlasına ulaşsın ve böyle yaptığı için taltif edilsin diye, 
İstihdamı artıran adımlar sıklaşsın ve çoğalsın, işsizlik azalsın, başı dik onurlu bireylerden oluşan bir topluluğa kavuşalım diye, 
BBP VAR OLDU! 
 
Çalışan emeğinin karşılığını, çalıştıran verdiği enerjinin semeresini alsın, bir tarağın dişlileri gibi olsun diye, 
Emekliler son demlerinde, bu ülkenin onurlu birer vatandaşı olmanın hazzını yudumlasınlar diye, 
BBP VAR OLDU! 
 
ÖYLEYSE, BU VAR OLUŞU SÜREKLİ VE ETKİN KILMAK İÇİN, İKTİDARA YÜRÜMEK GEREKMEKTEDİR.
 

ÜLKÜCÜ KİMDİR ?

İslami hayat nizami olarak seçen, bu nizami tavizsiz bir şekilde yasamaya çalışandır. 
Türk olmanın gururunu faziletiyle bütünleştiren, Türk-İslam Ülküsü'nü yaşayandır.  
Günü birlik siyasi menfaatleri asarak, asırlar sonrasını görebilen ve asırlar sonrası için hazırlık yapan insandır.  
Allah için seven, Allah için savaşan, Allah'ın rızasına kosan, Allah nizami için yanan, Allah için bugz eden kahramandır.  
Semalarda dalga dalga yayılan ezan susmasın diyerek toprağın kara bağrına düsen candır.  
Kimi zaman Derviş Yunus, kimi zaman Yavuz, kimi zaman surlarda üçhilal'li sancak elinde Ulubatlı Hasan'dır... 
"Ben" i asarak, "biz" diyerek nefsini kör kuyulara, çıkarmamak üzere atandır.  
Dağlarıyla, taşlarıyla,irmaklariyla, ovalarıyla ve yollarıyla bir kara parçasını vatan yapandır.  
Türklük deyince 300 milyonluk Türk Dünyasını kucaklayan, anne şefkatiyle evlatlarını bağrına basan;kimi yerde Kıbrıs, Kırım, Kırgız; kimi yerde Bişkek, Bakü, Kerkük, Doğu Türkistan... velhasıl kocaman bir vatandır.  
En zor şartlarda, en buhranlı zamanlarda, en müşkül alanlarda, Türk'e yol gösteren,akil veren, umut olan Dede Korkut Han'dır. 
Haksizlik karşısında susmaya,davasında taviz vermeye, korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı, lügatinden çıkarıp atandır.  
Yiğidin başında Kür şad,  
İl derleyip vatan tutan İlteriş,  
bilgelikte Tonyukuk, Akşemseddin,  
Malazgirt Ovasında ak kefen içerisinde Alparslan' dır.  
Türk'ün töresini, Türk'ün ilini İslam'la yoğuran,İslamla kaynaştıran, Ahmed Yesevi Ocağında kaynayan, pişen, kavrulandır.  
Bir bozkurt esaret zincirlerini kırandır. Liderine, ocağına, fikir sistemine bağlı,tefrikaya çanak tutmayandır.  
Rehberi iki cihan serveri (sav),kaynağı, ilhamı, düsturu Kur'an dan alandır..  
 
Ülkücü budur.. 
Ülkücü budur... 
Ülkücü budur!  
 
Bunun dışındakiler küllü yalandır...

 
 
 
 

 
 
 
 
Ülkü Yolu
 
   
 
  Hayat damarları çok derinden olan büyük bir buhran içindeyiz. Dünyayı saran köklü mes'eleler, ülkemizin hususi dertleriyle birlikte milli bünyemizde derin yaralar açmıştır.  
 
Maddeye tapmaya dayanan, maddi başarıdan gayrı değer tanımayan batı medeniyetine, yerini yeni bir medeniyete bırakmak üzere çökme dönemine girdi. İnsanlık için yeni bir çağ başlıyor. Maddenin en küçük parçası sayılan ve bölünmez sanılan ''atom parçalandı'' ve görüldü ki, madde bir başka varlık biçiminin görüntüsünden ibaret. Maddede saklı muazzam enerjiyi disiplin altına alıp, kullanmak imkanı doğdu. Yer çekimini yenip, fezaya açılmayı sağlayacak teknikler gelişti.  
 
Olaylara izah getirmede temel olan yeryüzü mantığı, yerini uzay mantığına terk etti. İnsan zihninin görevlerini bir çoğunu üstlenebilen, sun'i beyinler yapıldı. Kainatta hakim olan esrarengiz denge mekanizmaları araştırılmaya başlandı. Bütün bunlar, gelmekte olan çağa, atom çağı, feza çağı, bilgisayar çağı, sibernetik çağı, gibi isimlerin verilmesi heveslerine doğurdu. Madde medeniyetinin, insana aradığını huzuru verememesinin sebep olduğu tepki ile madde ötesine aşırı ilgi doğdu. Batı insanı maneviyat açlığını, Hind Mistisizminin çıkmaz sokaklarında tatmin etme gayretine düştü. Parapsikoloji Üniversitelerde kürsülere kavuşurken, meditasyon, transandantal meditasyon teknikleri modalaştı.  
 
Madde medeniyetine gösterilen tepkiyi haklı bulan ve çöküşün delillerine teferruatı ile ortaya koyan Dr. A. Carrel gibi tefekkür adamları, maddeyi inkar edecek bir maneviyatçılığın doğacağından endişe ederek, ruh ve madde dengesini çıkar yol olarak ortaya koydular. Bir çok batılı metefekkir, yeni medeniyetin maneviyatçı karakterde olacağını vurguladı.  
 
Bir husus kesindir. Yeni bir çağ başlamakta, yeni bir medeniyet doğmaktadır. Bu büyük inkılap, bütün dünyada büyük gürültülere, rahatsızlıklara ve ma'şeri problemleri sebep olmaktadır. Dünya doğum sancıları içindedir. Türkiye de problemlerin elbette içinde ve tesir sahasındadır.  
 
Ancak bizim derdimiz bu kadar değildir. Biz aynı zamanda marazi bir sanayileşmenin doğurduğu hastalıkları da yaşıyoruz.  
 
Bunların üstüne milli bünyemizi tahrip eden yabancılaştırma, bizi milli benliğimizden sıyıracak başkalaştırma çabalarının etkisi ekleniyor. Asıl büyük problemimiz de bu… Bir değerler ve kültür kaosunun içindeyiz. Her dileyenin aklına eseni yapabildiği bir kültür Babil Kulesi'ni ortaya çıkaran, milli müesseselerimize ve tarihimiz tabii akışına yapılan cahilce müdahaledir. Kendine dönmek isteyen bir milli şuuraltı kültür taarruzlarına karşı direniyor. Çatışmalar ortaya çıkıyor.  
 
Bütün bunlara rağmen, milletimizin yaşama iradesinin gücü son senelerde cihanın en hızlı büyüyen birkaç ekonomisinden birisinin oluşmasını sağlayacak zindeliktedir. Elli milyona yaklaşan genç, hareketli ve arayış içinde bir nüfus imkanımız doğmuştur. Kaderin güzel bir hediyesi olarak, karayolu taşımacılığının, deniz taşımacılığın önüne geçmesi sonunda, ''tarihi ipek yolu'' dirilmiş ve Türkiye'nin elinde değerlendirmesi gereken büyük bir kaynak imkanı haline gelmiştir.  
 
Bir milyarlık bir İslam dünyasının Türkiye'den liderlik görevi bekler ve bunu açıkça talep eder hale gelmeleri ise, yüzyılın başındaki siyasi hava göz önüne getirilirse, çok ''anlamlı'' bir gelişmedir. Ortadoğu'nun ve Afrika'nın ve Uzak Asya'nın İslam Ülkelerinin devlet yetkililerinin diplomatik lisanı çok aşan ifadeleri ve hatta İslam Milletlerinin tabanlarından gelen manidar haberler, dostları sevindirici, düşmanların uykuların uykularını kaçırıcı mahiyettedir.  
 
Düşmanlarımızın, Ülkemiz üzerinde gözü olanların ve Büyük Türkiye'nin bir yeni Dünya'nın lideri olmasını ihtimallerinden korkanların en fazla uykularını kaçıran ise, Türk Milleti'ni her türlü yabancılaşmadan kurtarıp; büyük ve kuvvetli Türkiye hedefi yolunda yaşamayı ve gerekirse ölmeyi göze almış, kararlı, disiplinli ve imanlı bir büyük gençlik, aydın ve halk kitlesinin, yani ülkücülerin ortaya çıkmasıdır.  
 
Uykusu kaçan düşmanın boş durmayacağı tabiidir. Komünistlerin Türkiye'yi savaş alanı seçip, biran önce, toparlanmasına fırsat vermeden yutmak istemelerinin manası bundan başka bir şey değildir. Büyük mali imkanlar, propaganda üstünlüğü ve altmış yıldan beri yapılan hazırlıklar sonucu oluşturulan güçler seferber edilmiştir. Her cepheden taarruz edilerek, Türkiye düşürülmeye çalışılmaktadır. Maneviyat ve kültür boşluğundan istifa edilerek, içimizden devşirdikleri askerlere talimler yaptırmakta, silahlar vermekte, milletimize karşı savaşa sürmektedirler.  
 
Böylece bir yol ağzına gelinmiştir. Ya olacağız, Ya öleceğiz…  
 
Ülkücüler milli tarihinin yüklediği görevi bir kere daha yapmak durumundadırlar. Görev yapılacak ve başarılacaktır. Sıkıntılı günler geçecek ve güzel günler gelecektir. Şafak, karanlığının en koyu olduğu yerden başlamıştır. Ülkücü kadroların mücadelesi, Millete mal olma noktasına gelmiştir. Davayı millete mal etme işine hız verilmesi, büyük borçtur.  
 
Ülkücülük, Türk Tarihinin kanuniyetidir. Buhran dönemlerinde zuhur eder. Türk Milletinin kendinden kopma noktasına geldiği, cemiyet yapısına fetret vakıasının hakim olduğu, Devletin ortadan kalkma tehlikesine düştüğü tarih anlarında, Milli Bünye ''Türk Milliyeti''nin var olma ve yücelme davasına gönül vermiş kadroları ortaya çıakrmıştır. Bu kadroların yönetime hakim olmaları ise, Türklük için yeni bir yükselme devrini başlatmıştır.  
 
Oğuz Han bilinen ilk ülkücü Başbuğ, Çiçi yabgu Türk Milliyetçiliği şuurunu emanet eden bir sağlam hareket ve bir büyük sestir. Göktürk gerçeğinin kurucuları Ispara'lar, Bumin'ler, Milliyetçilik nazariyesini günümüze bile ışık tutacak bir nitelikte kutlu Orkun Kitabelerine yazdıran Bilge Kağan ve Kültigin, Ülkücülüğün abide şahsiyetleridir. Milletimizin son hak ve gerçek dini girmesinde en büyük görevi yapan Karahanlı Hükümdarı Satuk Buğra Han, Şelçuklu'nun temelini atan Çağrı bey Tuğrul bey, Alparslan, Anadolu'nun Türk yurdu olmasında en büyük hizmeti gören Süleyman Şah, Kılıçaslan ve Osman Gazi büyük ülkücü başbuğlardandır… Osman Gazi ve kendisinden sonra başbuğ olan dokuz ahfadı, Osmanlı mucizesinin temelini atan Ülkücülerdir. Oğuz Han'ın, Çiçi Yabgu'ların, Kültügin'lerin, Alp-Er'leri; Alparslan'ların, Osman Bey'lerin Alp-Erenler'i, Gazi Dervişleri dünün Ülkücüleri idi. Bugünün ülkücüleri de dünün Alpleri, alperenleridir.  
 
Yine bir Başbuğ zuhur etmiş ve Türk nesilleri içine ülkücülüğü oluşturan kutsal mayayı çalmış, dişi ve tırnağı ile yaman bir mücadele vermiş ve ihtiyaç olduğu anda, Ankara'nın göbeğinde toplanabilen yüzbinlerce adanmış ülkücüye hitab edebilme imkanını ilahi irade kendisini nasib etmiştir. Kendisinde, bu imkanı bahşeden Ulu Yaratıcı'ya şükran secdesine kapanmayı ihmal etmeyecek bir ruh hassasiyetinin bulunması ise, çok anlamlı bir olaydır.  
 
Ülkücülüğün varlı temeli Türk Tarihi; hayat görüşünün esası ise, İslam Dinidir. ''Türklük Bedenimizin, İslamiyet Ruhumuzdur'' vecizesi, bu gerçeğin en güzel ifadesidir. Ülkücülerin ana hedefi çağlar üzerinden sıçrayarak, ilimde, teknikte, san'atta, ahlak ve maneviyatta insanlığının en ön safına geçmiş, insanlığın girmek üzere olduğu yeni medeniyetin kuruculuğu görevini yürütecek, Nizam-ı Alem davasının davacısı Büyük Türkiye'yi gerçekleştirmektir. İlay-ı Kelimetullah için, Cihana öncü olma ülküsü Türk Milletinin Milli Ülküsüdür. Bu ülkü etrafında toplanmış, şuurlu hale gelmiş insanlardan müteşekkil bir Türkiye oluşturmak, ülkede hukuki, iktisadı, siyaseti ve içtimai hayatı içine alan bir Milli Devlet, Milli yaşama tarzını gerçekleştirmeyi hedef alan ''Türk Milliyetçiliği'' davası, ülkücülerin vazgeçilmez ideolojisidir. Milli meseleyle, Türkiye'nin ve Dünya'nın içinde bulunduğu problemler açısından felsefi izahlar ve pratik çözümler getirmeyi gaye edinen DOKUZ IŞIK DOKTRİN'i ise, ülkücü hareketinin temel uygulama programıdır. Bu alanda DOKUZ IŞIK DOKTRİN'i milli ülküyü ve ideolojiyi sağlıklı, gerçekçi ve çağdaş temele oturtan yerli ve milli tek doktrindir.  
 
Ülkücüler, mevki, şan, şöhret veya macera için yola çıkmış basit ruhlu insanlar değildir. Ülkücü'nün ferdi hedefi tektir: Milli değerler ve millete hizmet yolu ile, Allah'ın rızasına kavuşmak. Ülkücülerin, dostları ve düşmanları şaşırtan güç kaynağı bu vakıadır. Ülkücü, yolunun kolay olmadığını, sarp ve çileli olduğunu bilen, yoluna güller atılmasını, halılar serilmesini beklemeyen, hak bildiği yolda yüzbinlerce ülküdaşı ile birlikte yürüyen insandır. Türk-İslam Medeniyetinin altın ufuklarına doğru… Sağlam, kararlı ve emin adımlarla…
 

  Millî Ülkü
 
   
 
  Milletleri yaratan, her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Hak'dır. Her yarattığı şeyde hikmetler vardır. Her hikmetli yaratılış bir ayettir. Millet gerçeği, tarihin ve içtimai hayatın temel gerçeklerindendir. Milletlerarası yarışlar, rekabetler, hüsümetler, düşmanlıklar, ihtilaflar ve itilaflar, dostluklar, birleşmeler, ittifaklar, kaynaşmalar ve karışmalar, insanlık tarihine renk veren, yön gösteren değişmeyi ve gelişmeyi sağlayan en ehemmiyetli hadiselerdir. Millet vakıasına karşı çıkmak ilahi irade isyan manasını taşır. Millet vakıası olmaza idi, insanlık bu günkü seviyesine asla ulaşamazdı. İnsanlık tarihinin temel meselesi milletlerarası münasebetlerdir. Milletler dünyasında düşmanlık kadar dostluklara da yer vardır. Ayrılıklarla birlikte birleşmeler de milletlerarası münasebetlerin temellerindendir.  
 
Kendisinde belli bir atıl ve hali hazır güç varsayan her millet, sahip olduklarından daha fazlasını istemeğe, sığamadıkları kabında taşmaya başlar. Ortaya bir takım dilekler, hevesler, temayüller konulur. Bu maşeri arzuları birlurlaşır. İfade edilir hala gelirse, milli ülküler ortaya çıkar.  
 
Milli bir ülküye ulaşmış olan milletler için ülkü en büyük muharrik güç kaynağıdır. Var olmanın, gelişmenin ve kalkınmanın en tesirli destekçisi, milli ülkülerin mevcudiyetidir. Japonlara mucize çapında kalkınmayı sağlayan, dinlerinden kaynaklanan; ''Yamota Damaşi'' dedikleri Japon ruhunu kutsallaştıran milli ülküleri olmuştur. Almanları, her savaştan ve yenilgiden sonra, hiçbir şey olmamışcasına dirilten, soylarını kutsallaştırmaya dayanan milli ülküleridir. Yahudilere binlerce yıl sonra Mev'ut toprakta yurt kazandıran siyonizmin meydana getirdiği heyecan fırtınalarıdır. Yunanistan'ı yüzyıllarca sonra bir devlet ve millet hayatına ulaştıran ve devamlı genişlemelerine sağlayan 'Megalo idea'' larıdır. Ruslara sahip oldukları durumu sağlayan, Deli Petro'nun vasiyetleri ve büyük Rusluk inançlarıdır. Bugün cihanın efendisi rolüne talip olan ülkelerin bu hava ve heyecan kaybettikleri anda neleri kaybettikleri gözler önündedir.  
 
Milli bencilikten başka bir kaynağı sahip olmayan milletlerin ülkülerinin insanlığına nelere mal olduğu da unutulmaması gereken bir husustur. Başka milletlerin hakkına tecavüzü esas alan başkalarını sömürerek kendi insanlığına refah sağlamaya çalışan kendi milletlerinden olmayanları insan saymayan bir anlayış, bu anlayışa sahip olan millet için de bir felaket kaynağıdır. Böyle milletler insanlığa verdiği huzursuzluk ve zararın yanında, kendileri de huzura erişemezler.  
 
Türk milleti tarih sahnesine çıktığı andan itibaren milli bir ülkünün takipçisi olan bir millettir. Tarih içindeki emsalsiz yerimizin sırrı da buradadır. Maddi ve manevi kuvvetlerin bağdaşması ile ortaya çıkan çok yüksek bir güç birikimi Türklerin cihana hakim olma ülküsüne sevk etmiştir. Hunlar ve Göktürkler o çağın dünyasında bu ülkü yolunda en ileri merhalelere ulaşmışlardır. Ancak İslamiyet ile şereflenmekle Türkler sadece yeni bir dine girmiş olmamışlardır. İslam potası ile eriyerek, adeta yeniden şekillenmişlerdir. Böylece Milli Ülkü'de yeni bir muhteva kazanmıştır.  
 
Türk Milleti kendisine ilahi irade tarafından çok yüksek bir görev verildiğine, kendisinin Aleme Nizam vermeye mecbur ve vazifeli olduğuna inanmışlardır. Karahanlı ve Selçuklu dönemlerinde bu yolda ileri adımlar atılmıştır. Osmanlı ise bir manada milli ülkünün gerçekleştiği bir devir olmuştur. Bütün insanlık tarihinde en büyük beşeri teşkilatlanmayı ortaya koymuş olan Osmanlı'nın başarısının sırrı da buradadır. En üst nokta olan Kanuni devrinde cihanın bilinen bütün kuvvetleri kendilerini az veya çok Osmanlıya tabi hissediyorlardı. Osmanlıda biriken güç, kendisinin dışındaki bütün toplam güçlerden daha üstün bir halde idi.  
 
Milli Ülkü yolunda ilerleyen milletimizin başka insan topluluklarını da yönetmek arzusunu, çok defa onların da talepleri doğrultusundaki izhar ediyordu. Ancak emperyalist devletlerden önemli bir ayrılıkla, o insanları ezmek, hor görmek istismar etmek değildi bu istek… Onlara adil bir nizam huzur dolu bir hayat, emniyet ve asayiş götürmek temel anlayış halindeydi. Milletimizin ALEME NİZAM vermek istiyordu. Ama kendi menfaati arzu ve hevesleri açısından değil, ilahi kaideler istikametlerinde bir NİZAM… işte ilay-ı kelimetullah ruhu bunu gayeleştirmiştir. Milli ülkünün zahiri görünüşü NİZAM-I ALEM davası, özü ise İLAY-I KELİMETULLAH idi. İlay-ı kelimetullah sözü bir kavl-ı mücerret değil, manası medlulu ve muhtevası tatbiki yönü olan büyük bir vaad idi. Allah adını yayma, Allah'ın iradesi istikametinde insanlara saadet kapıları açan bir nizam verme manasına idi.  
 
Milletimizin milli ülküsünden koptuğu kendisine güvenini yitirdiği batı taklitçiliği belasına kapıldığı andan itibaren zirveden aşağılara doğru düşmeye başlamışlardır. Son yüzeli senelik maceramız budur…  
 
Bugün yeni bir düşünme, derlenme, uyanma ve dirilme dönemindeyiz. Milli ülkü yeniden yüzbinlerce inançlı insanın gönlünde nazlı birer hayal haline gelmiştir. Bir buçuk milyona ulaşan gençlik zümresi, kendini bulmanın hazzı ve heyecanı içinde, toprağın derinliklerine ve göklerin yüceliklerini kurcalama hali içindedir.  
 
Ülkücülerin bedeninde Satuk Buğra Han, Alparslan, Osman Gazi, Osman Gazi'nin Gazi Dervişleri, Hüdavendiğar Murat Fatih yeniden dirilmiştir. Ülkücülerin kendilerine yamanmak istenen suni ülküleri güdük hevesleri silkinip atmış ve gerçeği görmüşlerdir.  
 
Bir genç ülkücünün deyimiyle ''Ülkücülüğün kulağı ezan sesinde… gözü başbuğun işaret parmağındadır''. O işaret parmağının neyi gösterdiğini anlatmadan anlayacak üstün bir idrak seviyesine ulaşmıştır. Ülkücüler…  
 
15. İslam asrının Alperenleri, Gazi Dervişleri olan Ülkücüler yoluna baş koydukları ülkülerini göklere yükselen gür seslerle haykırıyorlar.  
 
ÜLKMÜZÜN ALEME NİZAM VERME ÜLKÜSÜDÜR!  
 
HEDEFİMİZİN ALLAH RIZASINA KAZANMAK VE İLAY-I KELİMETULLAH YOLUNDA SAVAŞMAKTIR!  
 
TÜRK MİLLETİ AHLAKTA VE MANEVİYATTA İLİM VE TEKNİKTE YENİDEN CİHANA ÖNCÜ OLACAKTIR. ANADOLU YAYLALARINDA PARLAYAN MEŞALE, BÜTÜN CİHANI AYDINLATACAKTIR!  
 
BÜTÜN DÜNYA TÜRKLÜĞÜ BAĞIMSIZ OLACAK VE BİRLEŞECEKTİR! İSLAM MİLELTLERİ KÖLELİK ZİNCİRLERİNE KIRACAK VE KAYNAŞACAKTIR.  
 
İNSANLIK İÇİNDE BULUNDUĞU ZULÜM ÇAĞINDAN KURTULACAK MADDEYE TAPAN KÖLELER OLMAKTAN ÇIKACAK, YENİDEN KENDİNİ BULACAKTIR!  
 
TÜRK-İSLAM MEDENİYETİ, ÇAĞIN VE GELECEK ÇAĞLARIN SIRTINA MÜHRÜNÜ VURACAKTIR…

 

  ÜLKÜCÜLÜK
 
   
 
  Ülkücülük batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bugün dünyayı aydınlatan birçok gelişmelerini, birçok alanlardaki yükselişlerini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında bir hayâl olarak doğar. İnsanlar hayal ederler. Hayâl kurarlar. Bu hayalleri kendileri için iyi olan, kendilerinin özledikleri, elde etmekle mutluluk duyacakları bir takım istekleri, birtakım özleyişleri belirtir. İnsanlar hayâlleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık vasfını kazanmış olurlar. İşte ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan topluluklarının kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, varılmasıyla en gelişmiş, en yükselmiş bir durum sağlayacak, bir hayâlin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir.  
 
Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir; büyük bir talihtir! Türk milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir? Türk milleti için tasarladığımız ideal nedir ? Her şeyden önce Türk milletinin ahlâkta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri girmiş varlığı haline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayii kurmuş, refahlı bir toplum haline geimesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir. Türk milliyetçiliğinin, ülkücülüğünün sınırları içinde sade bunlar mı vardır? Sade bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de vardır. Bu hedefler Türk milletinin hiç kimseden merhamet dilenmeyecek, lütûf dilenmeyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi, gücüyle varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık haline gelmesi düşüncesidir.  
 
Bunun yanı sıra Türk milletinin haklarını her zaman dünyaya tanıtabilmesi, dünyaya duyurabilmesi düşüncesidir ve yine bunun yanı sıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların buyurduğu altında yaşamaktan kurtulmaları ve Self Determinasyon, yani kendi mukadderatlarına kendilerinin hakim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız hale gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün bir diğer görüşü, düşüncesidir. Bunun için milli doktrinin önemli bir ilkesi olarak ülkücülüğü almış bulunmaktayız.  
 
Türk milliyetçilerinin ülkücülük tarifinin sınırları içinde bulunacak görüşleri, fikirleri ancak genel olarak işaret etmiş bulunmaktayız. Türk ülkücülüğünün hedef aldığı düşünceler genel olarak belirtilmiş olan bu fikirlerden ibaret değildir. Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için, gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Bir Türk Milliyetçisi kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm prensipleri ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel ve genel mahiyetteki esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir halde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir. Ülkücüler uzak hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir. Ama ülkü insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler için de milli ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneşidir. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk Milliyetçisi, her Dokuz Işık'çı mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem millî ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır ki, hem de kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak gelişsin hem de mensup olduğu topluma, milletine yararlı hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin. Bunu için Dokuz Işık doktrininin çok önemli ilkelerinden olan ülkücülüğe büyük değer vermekteyiz.  
 
Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, milletler denen ayrı ayrı üyelerin bir araya gelmesinden meydana gelir. Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse, evvelâ kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu kılmağa çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur. Çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duyguları en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yararlı ve vefalı olur. Bir insan kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantazi olur. İnsan, yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refâhını; iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o milletin insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş olur.  
 
Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz; Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.  
 
Kişilere hürriyet, milletlere istiklâl başta gelen prensiplerimizdendir. İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar. Kabiliyet ve görevlerinin dışında insanlar haklarına tam olarak sahip kılınmalıdırlar.  
 
Toplum içerisinde insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli ve bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber ayrımsız olarak herkese bir imkân eşitliği sağlanmalıdır. İmkân eşitliği derken mücerret anlamda bir eşitlik anlaşılmamalıdır.  
 
Bu ülkücülüğümüzün içine bu günkü sınırlarımızın dışında bulunan Türklere ait herhangi bir şey girer mi?  
 
Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içindedir. Bundan vazgeçemeyiz. Bu her milletin tabiî hakkı olduğu gibi Türk milletinin de tabiî hakkıdır. Bugünün Birleşmiş Milletler Anayasası, yeryüzünde yaşayan her millete "kendi mukadderatına hakim olma" (self determinasyon) dedikleri prensibi kutsal bir prensip olarak ilân etmiştir. Bugün Afrika'da yaşayan ve bu güne kadar hiçbir bağımsız devlet kuramamış olan zencilere dahi, kendi mukadderatına hakim olma (self determinasyon) hakkı kutsal bir hak olarak tanınır ve bunların her biri yabancı boyunduruğundan, sömürgecilerin elinden kurtulup bağımsızlığını alırken, başkalarının boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin tutsaklıktan kurtulmasını istemek, dilemek, bunun için iyi niyetler taşımak, Türk olan herkes için en tabiî ve kutsal bir haktır.  
 
Fakat biz ülkücülüğümüzde dâima gerçekçi olmayı ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye'yi hiçbir zaman tehlikelere, risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir macera fikri değildir. Ülkücülüğümüz, Türk milletinin en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hale getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür. Bu ülkü aynı zamanda Türk olan herkese karşı ilgi ve sevgi göstermeyi, onların mutluluğunu dilemeyi ve onların mutluluğunu, Türkiye'yi risklere, tehlikelere maruz bırakmadan, bırakmaksızın, bırakmamak şartıyla sağlamaya çalışmayı içine alan bir ülkücülüktür.

 

 
Kayseri Haberler | Kayseri | Anne & Çocuk & Bebek | Bilim Teknik | Finans | Sağlık | İş & Eğitim | Hava & Yol | Resimler  | İstatistiklerimiz | Reklam  | İletişim

 

 

Kayseri Emlak
Kayseri Otomobil
Eleman İlanları
İş İlanları
Diğer İlanlar
• Elektronik
Kayseri Tarihi
Kayseri Coğrafyası
Kayseri İlçeleri
Kayseri Firma Rehberi
 • Demografik Yapısı
 • İl Yönetimi
 • Kültürü
 • Folkloru
 • Turizmi
 • Ekonomisi
 • Kayseri Fotoğrafları
 • Kayseri Gelenekleri
 • Kayseri Genel Bilgiler
 • Kayseri Spor
 • Kayseri Haritası
 • Kayseri İz Bırakanlar
 • Kayseri Nostalji
 • Kayseri Nüfusu
 • Kayseri Sağlık
 • Tarım Hayvancılık
 • Kayseri Ulaşım
 • Kış Sporları
 • Tuzla Gölü
 • Erciyes Spor
 • Sultan Sazlığı
 • Kayserililik
 • Kayseri de Bir Gün
 • Nöbetçi Eczaneler
 • En Güzel Mekanlar
 • Vefat Edenler
 • Kan Bankası
 • Oyunlar
 • IQ Testi
 • Reklam
 • Egzersiz Hareketleri
 • Rüya Tabirleri
 • Burçlar
 •
Şifalı Bitkiler
 • Gönül Köşesi
 • İsminizin Anlamı
 •
Sinema Salonları
 • Şiirler
 • Foto Galeri
 • İstatistikler
 • Türkülerimiz
 • Sözlük Çeviri
 •
Videolar
 • Edebiyat
 • Tiyatro
 • Konser Konferans
 • Tarihi Yerler
 • Sinema Haberleri
 • Kayseri Sinema Salonları
 • Genel Kültür Maneviyat

 Kayseri Copyright © 2007 - 2024 Kayseri Haberleri Kayseri Firmaları www.kayserikent.com Tüm hakları saklıdır.

Kayserikent.com'un Amacı İnternet üzerinde Kayseri ile ilgili akla gelebilecek her türlü bilgiyi kategorilere ayırarak bilgiye kısa ve çabuk ulaşılmasını sağlamak, Kayseri de ticari, ekonomik, kültürel ve sanatsal alanlarda faaliyet gösteren tüm kurum ve kuruluşları bir çatı altında toplamak, günlük taze haberlerle Kayseri dışındaki Kayserilileri Kayseri de olup bitenlerden haberdar etmektir. Kayserikent.com'un Hedefi Kayseri ile ilgili bilgi arayan herkesin ilk aklına gelen kaynak olmaktır. Kayserikent.com, bu amaçla çıktığı yolda hergün daha iyiye ulaşmak için çalışmaktadır. Neden İnternet Reklamcılığı? İnternet, Türkiye ve dünyada iş hayatının kaçınılmaz bir parçası haline gelmiştir. Artık şirketler reklam bütçelerinde internet reklamcılğınada yer ayırmaktadır. Ulaşılan hedef kitle göz önünde bulundurulduğunda internet üzerinden yapılan reklamlar diğer araçlara göre karşılaştırılamayacak kadar ekonomiktir. Geleneksel reklam araçlarından daha etkili ve ölçülebilir olması da internet reklamlarını daha etkili kılmaktadır. Neden İnternet Reklamcılığında Kayserikent.com ? Genel internet siteleri elbette daha fazla sayıda kullanıcıya hizmet vermekte, ziyaretçi sayıları günde yüzbinleri bulmaktadır. Ancak siteleri ziyaret eden kullanıcıların sizin firmanızın ürün ve hizmetleri ile ilgili olma olasılıkları düşünüldüğünde reklam için harcanan paranın çok küçük bir bölümünün amaca uygun ziyaretçiye ulaştığı görülmektedir. Kayserikent.com da reklam Kayserililere doğrudan ulaşabileceğiniz en etkili araçtır. Hedef Kitlenize Kayserikent.com İle Ulaşın! Kayseri'nin en büyük şehir portalı Kayserikent.com, her ay 120.000 Kayseriliye 800.000 sayfa gösteriyor. Kayserililerin internetteki buluşma noktası Kayserikent.com, internetteki tanıtım ihtiyacınızı fazlası ile karşılamaya hazır profesyonel bir sitedir. Reklamlarınız, ayda ortalama 5000 - 10.000 basılan sektörel dergilere oranla çok daha fazla kişiye daha uygun fiyatla ulaşacaktır.

Bu site en iyi IE 5.0 üstü tarayıcılar ve 1024x768 ekran çözünürlüğü ile görüntülenir.

Web Tasarım  Kent Media

Popüler Sayfa Etiketleri

kayseri haberleri  kayseri firma rehberi  kayseri emlak  kayseri nöbetçi eczane  kayseri iz bırakanlar  kayseri katalog  kayseri sektör  kayseri mobilya  Mobilya Kayseri  Kayseri Mobilya İmalat  KAYSERİ  kayseri resim foto  Kayseri Resimleri   kayseri'de spor  kayserispor  kayseri spor   kayseri erciyes spor  Erciyes Spor   KAYSERİ HABERLER   kayseri haber  kayseri haberi  kayseri haberleri   kayseri kent haberler  Kayseri Emlak  Kayseri Gazete  Kayseri Gazeteleri  Kayseri tv  Kayseri Develi  Kayseri Yemekleri  Kayseri   www.folyolustrafor.com


Kayseri Kent Portalı haberler firmalar ve aradığınız herşey burada. Kayseri güncel haberler ve son dakika haberleri