Baskıcı yapı, özgürlüklerin kısıtlanması, rektör seçimleri, bilim hırsızlıkları, hocaların kıt kanaat geçinmesi, ÖSS sistemindeki sıkıntılar, Ruhban Okulu'nun açılması, Kürt enstitüleri tartışması, bilimsel üretkenlikteki sıkıntılar vs... Üniversiteler binbir türlü sorunla boğuşuyor. Aralık 2007'de bazı tartışmalarla göreve başlayan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Aksiyon'un sorularını cevapladı.
-Herkes YÖK'ten şikâyetçi ama kimse değiştirme yoluna gitmedi. Siz YÖK sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? YÖK değişecek mi?
YÖK 1980'li yılların başında ortaya çıkan, döneminin siyasi özelliklerini yansıtan bir kurum. Dolayısıyla baskıcı, kontrol altına alıcı karakteri olan bir kuruluş. Her iktidar, gücünden dolayı YÖK'e sahip çıkmak ister. YÖK'ün çok siyasi bir tarafı var. Şimdi YÖK bundan kurtulabilir mi veya iktidarların iştahını kabartmayan bir özellik kazanabilir mi? Şöyle olabilir belki: Eğer YÖK sadece yükseköğrenimin planlanması ile ilgili politikaların yapılacağı yer hâline getirilirse o zaman iktidarlar YÖK'le bu kadar içli dışlı olmak istemezler. Bunun yapılabilmesi de 2547 sayılı kanunun değiştirilmesine bağlı. Bu değiştirilirse YÖK gerçekten yapmak istediklerini yapan bir kuruluş hâline gelir.
-Sizin bu konuda çabanız olacak mı?
Biz geleli neredeyse 20 ay oldu. 20 aydan beri nokta atışı yapıyoruz. Nerede bir tıkanıklık varsa onun üzerine gidip o noktada değişiklik yaptık veya yapmak istiyoruz. Şimdiye kadar yaptıklarımıza bakarsanız çok acil değişiklikleri görürsünüz. Emeklilik yaşının 65'ten 72'ye çıkması, araştırma görevlilerinin akademiye kabulleri ile ilgili süreçlerin değiştirilmesi, tam gün yasası, döner sermaye yasası gibi.
-Niçin toptan değiştirmiyorsunuz?
Ne zaman toptan değişikliğe gidilmek istense, ülkede mutabakat sağlanmıyor ve çatışma çıkıyor. Bir müddet daha bekleyip mutabakatın olgunlaşmasını sağlamak ve ondan sonra bütünüyle ilgili değişiklikleri gündeme getirmek daha doğru olur.
-YÖK'ün denetleme mekanizması zayıf. 137 üniversiteyi 7-8 elemanla denetliyor. Üniversite ve rektörler hakkında çok sayıda şikâyet var. Ancak Sayıştay'ın tespit ettiği hususları bile, 18 kez şikâyete rağmen, bulamayan bir mekanizma. Bir sistem değişikliği gündemde mi?
Evet, düşünüyoruz. Bu konuda iki yaklaşım üzerinde duruyoruz. Biri, denetleme kurulunu tamamen ortadan kaldırarak bu işi devlette kim yapıyorsa ona havale etmek. Diğeri de artan üniversite yapısına uygun şekilde üyelerinin sayısını artırarak denetlemeyi işler hâle getirmek. Maalesef denetleme kurulu bugüne kadar artan üniversite yapısına göre büyümedi ve etkili denetim yapamadı. YÖK'ün yumuşak karnı hâlâ denetleme kurulu.
-Somut bir adım var mı?
Var. Kuruluş kanunu üzerinde çalışıyoruz. Bu çerçevede denetleme kurulu üye sayısını 25'e çıkarmak için bir kanun taslağı hazırladık. Meclis'ten geçer ve kanunlaşırsa o zaman üye sayımız artmış olacak. Biz bu değişiklikle aynı zamanda idari ve mali denetimi devletin diğer organlarına verip sadece akademik denetim mekanizması oluşturmak istiyoruz.
-Göreve başlarken 'Özgürlüklerin önündeki engeli kaldıracağım!' dediniz. Hep başörtüsü tartışılıyor, oysa akademisyenlerin ifade özgürlükleri bile kısıtlı. Rektör hakkında konuştuğu ya da demeç verdiği için üniversiteden atılanlar biliyoruz. Kastettiğiniz özgürlük neydi?
Üniversite dediğiniz yer bence bütün fikirlerin en açık şekilde tartışıldığı yer olmalıdır. Bizim üniversitelerde belli bir ölçüye kadar oluyor. Maalesef özellikle rektörlük seçimlerinden başlayarak -ki bu ana nedendir- üniversitede içten çatışmalar ortaya çıkıyor. Bu çatışmalar üniversiteyi üçe-beşe bölüyor. Her seçimde bölünerek gidiyor ve üniversiteler birbirleriyle konuşan değil, konuşmayan insanların çoğunlukta olduğu bir yer hâline geliyor. Şu an bu sebeple çok az üniversitede huzur var. Rektörlük seçimleri ile başlayan çatışmalar devam ediyor. Bir defa üniversite içeriden çatırdamaya başladığı zaman artık o yarıklar giderek büyüyor. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın yeni seçilen pek çok rektörümüz, seçimlerde kendine karşı çıkan başka bir hocayı kucaklayamıyor. Çatışmalar sürüyor ve üniversite süratle dağılıyor.
-Özgürlüklerle bunun ne ilgisi olabilir?
Çok alakası var. Şimdi ben sizinle çatışırsam, sizin söylediğiniz her şey bana batar ve ben sizi konuşturmamaya çalışırım.
-Üniversitede jurnal dönemi başlıyor yani.
Jurnal dönemi değil de, insanların birbiriyle çatıştığı bir durum diyelim. Jurnallemiyor da her durumu şikâyet ediyor. Şikâyetlerle başlayan süreç derin izler bırakıyor. Sonra da huzurlu ve özgür bir üniversiteden bahsetmek mümkün olmuyor. Bırakın konuşmamayı, sonra birbirlerinin haklarını kısıtlamaya başlıyorlar. Üniversite kampüsünde bulundurmuyor, başka bir yere tayin ediyor. Sürgün gönderiyor. Böyle bir ortamda özgürlükten bahsetmek mümkün değil.
-Bu durum rektöre tanınan olağanüstü yetkilerden kaynaklanıyor...
Valla, hem rektörlerin hem de YÖK Başkanı'nın yetkilerini budamak lazım. Rektörler kadar YÖK Başkanı da müthiş güce sahip. Bu gücü budamak lazım.
-Bunun için düşündüğünüz bir sistem var mı?
Var, ama ne kadar zamanda yapılır bilmiyorum. 2547'nin 13. maddesini değiştirerek seçim yerine üniversitede mütevelli heyeti kurarak bu heyetin rektör seçmesini sağlamak gibi. Veya başka heyetler kurulabilir. Mesela üniversitenin bulunduğu şehirde o şehrin ticaret, sanayi ve endüstride öne çıkmış isimlerinin mütevelli heyetinde olduğu bir sistem.
-Olgunlaşan bir süreç var mı bu konuda?
Yok, ama alternatifleri şu an topladık. Uygun bir zaman ve fırsat bulduğumuzda böyle bir tasarıyı önereceğiz.
-Üniversite ve hocaların performansından memnun musunuz? Bilimsel makale üretimi, atıf sayıları, buluş, patent, üretkenlik vs...
Makale sayısını baz alırsanız performanstan memnunum. Burada geçen yıl 19. sıradan 18. sıraya yükseldik. Bu rakam ekonomik göstergelerle örtüşüyor. Ekonominiz ne kadar iyiyse bilimsel üretkenliğiniz de o kadar artıyor. Ama sadece makale sayısı performans ölçümü için yeterli değildir. Daha başka şeylere de bakmak lazım. Bence patent meselesi daha önemli. Üniversiteler ne kadar patent alıyor, daha önemlisi alınan patentin ne kadarı teknolojiye dönüşüyor? Fikri alıp teknolojiye dönüştürmek de para isteyen bir iş. Bu konuda Türkiye'de çok az şirket var. Onun için biz buradaki hocaların buluşlarını belki başka ülkelere satmak durumundayız. Bu gerekçelerle üniversitelerde teknoloji transferi ofisleri kurmaya çalışıyoruz. Hocalarımızın teknolojiye dönüşecek çok güzel patentleri olabilir ama yetmez, dünyaya pazarlamamız gerekiyor.
-Ne zaman kurmayı düşünüyorsunuz?
Yakında. Şu sıra diğer ülkelerdeki kanunları inceliyor ve materyal hazırlıyoruz.
-Bu teknoloji transfer ofisleri nasıl çalışacak?
Her üniversitede bir ofis olacak. Görevliler hocaları ziyaret edip hangisinde ne tip buluş veya teknolojiye dönüştürülebilecek fikir var arayacak. İyi bir şey bulduklarında ona kendileri patent alacak ve sonra o buluşu yurt dışına pazarlayacaklar. Şimdiden ABD'de bu işi yapmak için bize müracaat eden şirketler var.
-Birçok yeni üniversite kuruldu. Hâlâ kadrolu profesör bile bulamıyorlar.
Evet, sıkıntılar olduğu doğru, ama hiç başlamadan sonradan çok iyi olacak bir üniversiteyi oluşturmak mümkün değil. Şimdi emekliyorlar ama bir müddet sonra ayağa kalkıp koşacak bu okullar. Bir zamanlar Hacettepe, Ankara, İstanbul üniversiteleri nasıl bir üniversiteydi?
-'Tabela üniversitesi' eleştirileri var...
Kesinlikle tabela üniversitesi değiller. Bir defa her ilde üniversite açmanın çok büyük önemi var. Çünkü bir ilde bir üniversite açtığınızda oraya 3-5 bin öğrenci gidecek. Bu öğrenci bulunduğu yerin sosyal ve ekonomik hayatına müthiş katkıda bulunuyor. Hiçbir şey yapmasalar bile günlük harcadıkları parayla ilin yaşamasına katkıları var. Sinema, tiyatro gibi kültürel yaşama katkıları olur. Hoca sıkıntısı olduğu doğru ama yetiştirmek için de elimizden geleni yapıyoruz. Bakanlık olsun, biz olalım her yıl yurt dışına doktora için öğrenci gönderiyoruz. Ayrıca bürokrasideki akademisyenleri toplamaya çalışıyoruz.
-Bürokrat hocaları nasıl değerlendireceksiniz?
Bürokraside görevli akademisyenlerin sayısını tespit ettik. 478 kişi çıktı. Mesela, Kültür Bakanlığı'nda bir akademisyenimiz bakanımızın danışmanı olmuş. Biz böyle isimleri tespit ettik. Onlara rica edeceğiz, hem orada çalışsın hem de üniversitede ders versin.
-Yeni üniversiteler bu yıl öğrencilerini köklü üniversitelerde okutacakmış. Bu doğru mu?
Bazı bölümler için yapıyoruz. Tıp, hukuk, dişçilik, eczacılık gibi bölümler için yapacağız. Yeni kurulmuş üniversitenin tam altyapısı olmadığı için. Mesela, tıp öğrencileri iki yıl teorik dersler okuyor. Yeni açılmış bir tıp fakültesinin öğrencilerini Ankara Tıp'a gönderebileceğiz.
-Üniversiteye girişteki sınav sistemi çok tartışılıyor. Seneye sistemin değişeceği biliniyor ama net bir tarih ve sonuç açıklamadınız...
Bu ayın sonuna kadar bu işler bitecek. ÖSYM ile konuştuk, sağlıklı şekilde gitmesi için bütün isteklerimizi ay sonuna kadar bildireceğiz. Genel hatları ile sınav sistemi zaten biliniyor. İki aşamalı olacak, iki oturumda yapılacak. Konu testleri verilecek. Birinci aşamada genel bilgi ve genel kabiliyet testi olacak. Belki bu birinci aşama sınavını ortaöğretim başarı puanı yerine de kullanabiliriz. Çünkü burada lisenin bütün derslerinden öğrenciler sorgulanacak. Şimdi üniversitelerden alanlarla ilgili isteklerini bildirmelerini istedik. Hangi alanlardan öğrenci almak istersiniz, dedik. Üniversitelerden gelen cevaplar kategorize ediliyor. Ayrıca birinci ve ikinci aşama sınavların ağırlığının ne olacağı üzerinde çalışıyoruz.
-Genel kanaat ne?
Çok belli değil. Ben bu konuyla ilgilenmiyorum. Komisyon üzerinde çalışıyor. Ama üniversiteler ne söylediyse biz onu dikkate alacağız.
-Düşündüğünüz alternatif var mı?
Birinci aşamanın yüzde 30 veya 40'ı, ikincinin yüzde 60-70'i etkili olacak gibi.
-Katsayı meselesi ve alan sınırlaması ortadan kalkacak değil mi?
Evet. Ne katsayı, ne alan sınırlaması olacak. Üniversitelerimiz uluslararası Bologna sürecine girdi. Bu tür şeylerin olmaması gerekiyor artık. Bütün ülkelerde insanların gideceği alanlar testlerdeki başarılarına göre yapılıyor.
-Meslek liselerinin mağduriyeti bitiyor yani?
Evet, artık öyle bir sorun olmayacak. Üstelik meslek yüksekokullarına bundan sonra sınavla öğrenci alacağız. Böylece meslek okullarının prestiji artmış olacak.
-Son günlerde tartışılan mevzulardan biri de Ruhban Okulu meselesi. Bir çalışmanız var mı?
Yeni bir şey yok. Sadece konuya hazırlık olsun diye bugüne kadar YÖK'e bu konuda ne gelmiş, hangi teklifler yapılmış onları çıkarttım. Bizim elimizde bu konuyla ilgili epey belge var. Ama Millî Eğitim Bakanlığı'ndan ve başka bir devlet kurumundan bize intikal eden talep yok. Gelse biz de ne yapacağımıza karar versek.
-Sizin düşünceniz nedir?
Şahsen ben böyle bir okulun açılmasını istiyorum. Fazla bekletilmemeli.
-Üniversite bünyesinde olması daha iyi mi olur?
Birçok formülden bahsediliyor. Bunlardan biri olabilir. Mesela, önceki YÖK başkanı Teziç Hoca, bir vakıf okulu olarak kurulmasını istemiş. Kendi başına bir okul olabilir, bir başka vakıf okulu bağlantılı olabilir. Biz sadece denetimi ile ilgilenmek istiyoruz. Eğer üniversite seviyesinde olursa diğeriyle nasıl ilgileniyorsak onunla da ilgileniriz.
-Ruhban Okulu benzeri Musevilerin de bir isteğinin olduğunu duymuştum. Aslı var mı?
Benimle görüşmediler ama Ruhban Okulu meselesinden sonra böyle şeyler olabilir. Diğer gruplar da böyle okullar açmak isteyebilir. Gerçekten ben de o zaman ne yaparız diye merak ediyorum. Bu yüzden Ruhban Okulu meselesinin çerçevesini çok iyi oturtmamız gerekir.
-Düşünceniz nedir?
Ruhban Okulu YÖK'e bağlı olursa öbürlerinin de YÖK'e bağlı olmasını isteriz tabii.
-Size böyle bir talep geldi mi?
Gelmedi; ama yakında gelecektir.
-Üniversitelerde Kürtçe araştırma merkezi veya Kürdoloji gibi bölümler açılması gündemde. Mardin Üniversitesi'nin böyle bir talebi vardı...
İstanbul Üniversitesi'nde böyle bir şey için izin çıktı. Ne kadar mesafe alındı bilmiyorum. Bir de Mardin'den talep geldi. Gündemimize geldiğinde görüşeceğiz.
-Nasıl yaklaşıyorsunuz?
Olumlu. Nasıl bir yapıyla başlamak lazım? Ana bilim dalı mı, yoksa bölüm mü olmalı, enstitü mü olmalı? Bakıyoruz.
-Gündem oluşturan konularından biri de Engenekon Davası. Davaya çok sayıda rektör ve akademisyenin adı karıştı. Kimileri hâlâ tutuklu. İddianamede haklarında birçok şey söyleniyor. Bu konuda YÖK'ün tavrı nedir? Bu hocalar hakkında idari anlamda bir denetim yaptınız mı?
Hayır, yapılmadı. Yasa gereği, tutuklanan rektör veya akademisyenlerin tutukluluğunun üzerinden 6 ay geçmesi lazım ki YÖK bir şey yapsın. Henüz 6 ay geçmedi. Mesela, Selçuk Üniversitesi Rektörü bir başka mevzudan tutuklandı, 6 ay dolmasına birkaç gün kala salıverildi. Bu konuda soruşturmayı başlatacaktık; ama tutuksuz yargılanacağı belli olunca bıraktık. Şimdi davanın sonucunu bekleyeceğiz.
-Üniversitelerin bölünmesi konusunda geri adım mı atıldı? Tek bölünen Marmara mı oldu?
Önce Marmara ve Marmara Sağlık üniversiteleri dendi. Şimdilerde Marmara 1 ve Marmara 2 deniyor. İdari mekanizmaları şekilleniyor. Bir komisyon çalışıyor. Bu üniversiteden bölünerek kurulan yeni üniversiteye rektör ataması yapılacak.
-Sırada hangi üniversite var?
Selçuk Üniversitesi de bölünme kararı aldı. Rektör bey geçenlerde kararı göndereceğini söyledi. Ardından Uludağ Üniversitesi bölünecek. Bu konuda bir komisyonumuz çalışıyor. Komisyondan çıktıkça üniversiteler teker teker bölünecek.
-İstanbul Üniversitesi ne durumda?
İstanbul Üniversitesi'nin kendi içinde sorunları var. Gerçekten geliştirilmeye ihtiyacı var. Bu sorunlarını halletsinler, yeniden yapılandırmayı sonra düşünürüz. Sadece Avcılar yerleşkesi ayrı bir üniversite gibi düşünülebilir; ama orada zemin problemleri varmış herhâlde.
-Üniversitelerde dil öğretimi ile ilgili sıkıntılar var. Bu konuları nasıl aşmayı planlıyorsunuz?
Büyük sıkıntılar var. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılamayan veya başarısız olunan bir konu varsa bu da dil öğretimidir. Türkiye'de yabancı dil bilen kişi sayısı gerçekten çok az. Son zamanlarda Suudi Arabistan'a gittim. Her gittiğimiz üniversitede neredeyse bütün öğretim üyeleri mükemmel İngilizce konuşuyordu. Ben şimdi merak ediyorum. Bizim üniversitelerimizde kaç hoca kalkıp kendi bölümünü bir yabancı dille anlatabilir?
-Yabancı dille anlatması mı gerekir?
Valla iyi olur. Eğer bizim dünyada adımızın sanımızın geçmesini istiyorsak, adam yerine konmak istiyorsak herhâlde bilim yapacak kadar dil bilmemiz gerekiyor. Dil bilmeden nasıl yapacağız? Mesela, bir psikoloji çalışıyorsunuz. İngilizce, Fransızca veya Almanca bilmeden nasıl yaparsınız ki? Literatürün büyük kısmı onlara ait. Bizim kendi yarattığımız bir literatür yok, nasıl yapacaksınız? Literatür üretmek de zaman alacak herhâlde.
-Dil öğretiminde neden başarısız oluyoruz?
Türkiye'de dil kullanılmıyor. Derhal bizim çocukluktan başlayarak dil öğretimi programı sunmamız, uzaktan eğitimi devreye sokmamız gerekiyor. Uzaktan yabancı dil öğretimi yapan firmaylarla konuştuk. 2-3 bin saatlik bir programı satın almayı, beğenmezsek yeniden yazdırmayı düşünüyoruz. Bu programı dörde bölüp 1. sınıftan itibaren uygulamak istiyoruz.
-Türkiye'de zaten gramer öğretiliyor, pratik nasıl olacak?
Bu program mix olacak. Hoca ile karşı karşıya konuşuyor gibi olan bölümler veya kayıt altına alınıp sürekli dinlenebilen bölümler olacak. Bir de yaz tatillerinde dilin tabii olarak konuşulduğu yerlere gönderme veya oralardan birilerini getirme gibi programlar olacak.
-Dilden konu açılmışken... Üniversitelerarası Yabancı Dil Sınavı'nda Bulgarca bile yabancı dil kabul edilirken, tarihî birikimlerimizin olduğu Arapça veya Farsça kabul edilmiyor...
Şimdi ediliyor.
-Ne zaman değişti?
Yeni değiştirdik. Geçen hafta. Bundan sonra Arapça, Farsça, Japonca, Çince, Hintçe... Bilim dalı olarak hangi dilde çalışmak istiyorsanız o dili kabul ediyoruz.
-Yaptığınız bütün değişiklikler Danıştay'dan dönüyor. Rotasyon meselesinde olduğu gibi. Önceden YÖK'ün yaptığı değişikliklere Danıştay nezdinde dava açıldığında hep YÖK lehine sonuçlanırdı. Şimdi tersi oluyor. Danıştay ile aranızda bir sorun mu var?
Hayır, yok. Nedense bizim yaptığımız değişikliklere yürütme durdurma veriyor, versin. Esasında rotasyon meselesinde haklıyız. Yürütmenin durdurulmasına sebep olan konu öğretim üyesinin rızasının alınmaması meselesi idi. Ama o madde zaten rızası alınmadan yapılan rotasyonlarla ilgiliydi. Ondan önceki 2 madde rızası alınarak yapılan görevlendirmelerle ilgiliydi. Bence Danıştay'ın kararında bir yanlışlık oldu. Karar bize tebliğ edilmedi. Tashih-i karar için başvuracağız. İnşallah düzeltilir.
-Bilgiye erişimin kolaylaşması ile üniversitelerdeki bilimsel hırsızlıklar son zamanlarda daha da çoğaldı. Bu konuda elinizde bir veri var mı?
Giderek artış olduğu doğru. Bunun sebebi biraz önce sorduğunuz huzurla da alakalı. Üniversitede huzur olmaz, insanlar birbirleri ile kavga ederse sonunda birbiri hakkında intihal suçlamaları başlıyor. İntihalin arttığından emin değilim. Bence artan üniversitedeki huzursuzluk.
-En son Arabistan ve Ortadoğu turuna çıktınız. Bu bölge için bir projeniz mi var?
Evet, biraz Ortadoğu ülkelerine açılmak istiyoruz. Bu ülkelerde onların 'serbest eğitim bölgesi' dedikleri bölgeler var. Bu bölgeleri gördük. Ayrıca bizim yükseköğretimimizi dışarıya açmak istiyoruz. Buradan talebe almak istiyoruz. Bizim mevzuatımızdaki Yabancı Öğrenci Sınavı (YÖS) ile öğrenci gelmesi çok zor. Dünyadaki diğer üniversiteler nasıl öğrenci alıyorsa aynı yolu takip etmeliyiz. Kendimize yeni yollar icat etmeye gerek yok. Bu seyahatlerimizde, ÖSS'ye benzer sınavlar kullanılıyor mu, kullanılıyorsa iyi üniversiteler bu sınavlarda kaç puan alan öğrenciyi alıyor gibi konuları sorguladık. Mesela, Arabistan'da Kudurati denilen bir sınav var ve iyi üniversiteler (King Suud ve King Abdulaziz) 70 ve yukarı alan öğrencileri topluyor. Bizim için de bu iyi bir ölçüdür. Suudi Arabistan'ın yaptığı bu imtihanın sonuçlarını kullanarak burada da öğrenci kabul edebiliriz. Hangi ülkede varsa böyle sınavlar bunu kullanabiliriz.
-YÖS'ü kaldırıp Ortadoğu'dan öğrenci çekmek mi istiyorsunuz?
Evet, kesinlikle sistemimizi açmak ve nerede olduğumuzu görmek istiyoruz. Rekabet edebilirliğimizi sınamak istiyoruz.
-Hedef ne kadar öğrenci?
Sayısal hedef yok, yolu açmak istiyoruz.
-Ortadoğu'da Türk üniversitesi kurulacak mı?
Arap ülkelerinde hem kampüs kurarak üniversite açmak istiyoruz, hem oradan öğrenci almaya çalışıyoruz. Bir de bilgi köyü modelini belki İstanbul'da kurabiliriz.
-İstanbul'da üniversite şehri mi açacaksınız?
Şehir değil de, üzerinde büyük binalar bulunan büyük bir alan düşünün... Her bir katı yurt dışındaki üniversitelere kiraya vereceğiz. Burası serbest bölge olacak, vergi olmayacak. Yurt dışındaki üniversiteler rahatlıkla buraya gelip fonksiyonlarını icra edecek. Dubai'de böyle yerler var.
-ABD ve Avrupa'nın Harvard, Oxford gibi ünlü üniversiteleri de gelecek mi?
Gelecek ve burada faaliyet gösterecekler. Bu bizim üniversitelerimizin kalitesini artıracak, renk getirecek. Öğrencilerimiz iyi bir eğitime sahip olacak. Ücretleri de mesela kendi ülkelerinde 18-20 bin dolarken burada düşmüş olacak. Öğrenciyi ABD'ye yollasak herhâlde iki misli para gider.
-Arabistan'da üniversite açılacak mı?
Görüşmelerimiz sırasında yanımızda ODTÜ vardı. Bilgi köyleri diye nitelendirebileceğimiz yerlere ODTÜ en azından işletme gibi birkaç bölüm açabilir. Üniversite kendi içinde bunu tartışacak.
-KKTC'deki ODTÜ ve İTÜ'nün kampüsleri kapanacak diye bir söylenti vardı...
Hiç öyle bir şey yok. Aksine diğer üniversitelerimizin oraya fakülte kurmalarını istiyoruz. Oradan da talep var. Mesela, Ankara Üniversitesi'nin Veterinerlik Fakültesi'ni istiyorlar.
-Vakıf üniversiteleri de KKTC'ye gidebilir mi?
Kıbrıs'a değil de, Türkiye içinde diğer şehirlerde şube açmalarına olumlu bakıyoruz. İstanbul gibi şehirlerde kalabalık olacağına Anadolu'da şube açabilsinler.
-Müracaat eden var mı?
Henüz yok ama bazı üniversitelerin hazırlık yaptığını duydum. Gelirlerse olumlu cevap veririz. Bu uygulama bölgeler arası eşitliği de beraberinde getirir.
-Bölgeler arası eşitsizliğe çözüm için uzaktan eğitimi yaygınlaştırma düşüncesi vardı galiba.
Evet, mesela Ankara Üniversitesi İşletme Bölümü'nün derslerini Harran Üniversitesi'nde anında öğrencilerin görmesini istiyoruz. Şırnak, Hakkâri, Tunceli gibi bazı yerlerde öğretim üyesi bulmakta zorlanabiliriz. Fazla maaş da versek bazı insanları oralara gitmeye ikna etmek zor oluyor. Bunun yerine uzaktan eğitimi kullanabilirsek oralardaki öğrencilerimize büyük üniversitelerimizdeki gibi kaliteli eğitim sunabiliriz. Uzaktan eğitimle yapılan program sayısını artırmak istiyoruz. İlk defa geçen yıl Sakarya Üniversitesi'ne 3 lisans programı için izin verdik, bunun yanında daha önce birçok üniversitemiz zaten ön lisans ve yüksek lisans programlarını uzaktan eğitim yoluyla veriyordu.
-Malum, Türkiye'de özel üniversite yok, vakıf üniversitesi var? Özel üniversite açılmasına izin verecek misiniz?
Bugünlerde bu konuyu da tartışıyoruz. Özel üniversite açılması gerektiğine inanıyoruz. Anayasa değişikliği gerekiyor, siyasi ortam uygun olursa böyle bir değişikliği Meclis'ten isteyebiliriz. Zaten vakıf üniversitelerimiz her ne kadar kâr amacı gütmeyen kurumlar gibi görünse de özel üniversite gibi çalışır hâle geldi.
-Öğretim üyeleri maaş yönünden sıkıntıda. YÖK'ün yasal olarak iyileştirme yapması mümkün değil; ama maaşların iyileştirilmesine öncülük edecek mi?
Evet, doğru. Bazı meslek grupları ile öğretim üyeleri arasında makas epey açıldı. Bu meseleyi çözmek için başarıya dayalı ödüllendirme sistemi getirmek istiyoruz. Üniversitede daha çok üreten ve daha çok verimli olan öğretim üyelerimize neredeyse maaşına yakın para ödemek istiyoruz.
-Bunu nasıl yapacaksınız?
Önce akademisyenlerin yaptığı bütün işleri bir sıralayacağız. Bunlar ölçülebilir ve genelde kimsenin itiraz etmeyeceği, katıldığı kongreler, yazdığı makaleler, öğrencilere yaptığı tez danışmanlığı, yürüttüğü tezler gibi konular olacak. Bunların hepsine bir puan vereceğiz ve puanları toplayıp bir katsayı ile çarpıp kaç lira çıkıyorsa bu parayı ertesi yıl taksitlendirerek her ay öğretim üyesine vermeyi düşünüyoruz.
-Bu parayı kim verecek?
Devlet. Biz her yıl hazırlanan üniversite bütçesine bunu koyacağız.
-Son olarak, nasıl bir üniversite hayal ediyorsunuz?
Zaman zaman yurt dışındaki üniversitelere gidiyorum, çok etkileniyorum. Türkiye'de de üretimi dünya çapında olan, kendi ayakları üzerinde durabilen, hiçbir zaman devletten gelecek paraya bakmayan, tamamıyla kendi işine kendi karar veren, özerk bir üniversite hayal ediyorum. Bunu da yapacağız inşallah.
-O zaman YÖK'ün yetkilerini azaltmayı mı düşünüyorsunuz?
Evet, bürokrasiyi azaltacağız. YÖK'te o kadar inanılmaz şeyler var ki mesela bir rektör tatile gidiyor veya yurtdışına çıkacak, benden izin istiyor. Bu nedir yani! Benden izin almasına gerek yok ki. Tabii insanların bilmediği bir şey var. Bütün bunlar kanundan kaynaklanıyor. Ben üniversitelerin YÖK'le hiçbir bağlantısının olmasını istemiyorum. YÖK de kaldırılsın. Mesela, Amerika'da YÖK mü var? Yok; ama burada üniversiteler almış başını gidiyor.
Ezber bozan YÖK Başkanı
Hani 'feleğin çemberinden geçmiş' diye bir deyim vardır ya; hayatta acı tatlı günler görmüş ve deneyim kazanarak olgunlaşmış insanlar için kullanılır. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan tam anlamıyla öyle biri. Daha bir buçuk yıl önceye kadar yakın çevresi dışında çok az kişi biliyordu onu. Türkiye kamuoyu, YÖK başkanı olduktan sonra Yusuf Ziya Özcan ismini daha çok duymaya başladı.
Aralık 2007'de başörtü tartışmaları, YÖK üyelerinin istifası, Üniversitelerarası Kurul'da kendisine rektörlerin isyan etmesi gibi konuların ağırlığı ile göreve başlayan Yusuf Ziya Özcan, bugüne kadar bu konuma gelenlerin sergilediği profilin dışına çıkan çok renkli ve farklı bir YÖK başkanı.
Aslen Tokatlı olan Özcan, astsubay bir baba ve ilkokul mezunu bir annenin çocuğu olarak Ankara'da doğup büyümüş. Küçük yaşta anne-baba ayrılığını tatmış. Fakirlik nedir, iliklerine kadar hissetmiş. Uzaktan sert mizaçlıymış gibi geliyor; ancak yakından tanıdıkça onun babacanlığını hissediyor insan. Bunun nedenini zaten kendisi izah ediyor: "Hayatımda hiç ağlamadım. Çocuklukta çok büyük sıkıntı çektim. Annem babam sürekli kavgalıydı. Bu yüzden biz çok sert yetiştik."
Yusuf Ziya Özcan, iki evlilik yapmış. 11 yıl evli kaldığı ilk eşinden Kaan ve Baran isminde iki çocuğu var. Kaan, Bilkent Üniversitesi İşletme Bilgi Yönetimi 3. sınıf, Baran ise ODTÜ Geliştirme Vakfı Lisesi son sınıf öğrencisi. İkinci evliliğini Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Kıvılcım Hanım'la yapan Özcan'ın bu evlilikten de 6 yaşında Sinan adında bir oğlu var. "Allah'ın bana verdiği en güzel hediye bu çocuklar. Çocuklarımın her biri için dünyayı yakabilirim." diyor YÖK Başkanı. Kıvılcım Hanım, Özcan'ın boşandıktan sonra üç senelik bekâr hayatında evlenmek için görüştüğü 41. kadın.
Özcan, fakirlik sebebiyle, okurken sürekli çalışmak zorunda kalmış. Lise döneminde babasından para istemeye utandığı için ayakkabı boyacılığı, üniversite yıllarında ise dolmuş şoförlüğü yapmış. Burs kazanıp Amerika'ya okumaya gittiğinde bile sürekli çalışmak zorunda kalmış. "Lise son sınıftayım. Sinemaya gideceksin, para yok, babamızda da yok. Para istemeye utanıyorum. Herkes boyacılıktan bahsediyor, ben de yapayım dedim. Bir sandık ayarladım. Bodruma sakladım. Kimse görmesin diye sabah beş buçukta kalkıyor, Ankara Aydınlıkevler'den Kuğulu Park'ın olduğu Kavaklıdere'ye gidiyordum. Muhitteki çocuklar tanımasın diye oraya gidiyordum. Günde iki lira kazanıyordum; ama iyi paraydı. Ancak bir süre sonra esnaflar beni gizli polis zannetti, rahatsız oldu. Ben de bıraktım." diye yâd ediyor YÖK Başkanı o günleri.
Söz dolmuş şoförlüğünden açılınca yine heyecanlanıyor. Çünkü Özcan, üniversitede okurken geceleri yaptığı minibüs şoförlüğü sırasında öğrendiği İngilizce ile ABD Chicago Üniversitesi'nde okumak için burs kazanmış. Günlük kazandığı ve 'iyi paraydı' dediği yedi lira da cabası... Bu parayla o tarihte yirmi kişilik bir arkadaş grubunu Ankara'nın en lüks pastanesinde ağırlayabiliyormuş. Özcan, şoförlük sırasında gece ikiden sonra eve geldiğini ve sabaha kadar İngilizce kitaplar tercüme ettiğini anlatıyor.
Fırtınalı bir gençlik yaşamış, Yusuf Ziya Özcan. "Sıkı bir gençliğim vardı." diyor. Yolu hep karakollara çıkmış, kavgalardan dolayı. O dönemde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Yanımdaki kıza birisi baktı, diyelim. 'Vay niye baktın!' der, kavga ederdim. Çok kavga ettim. Dayak atmışlığım da çok, dayak yemişliğim de... Kavga yüzünden çok kez karakollara düştüm. Çoğunlukla kavgalarımız Kızılay'da olurdu. En yakın karakol Farabi'de. Polisler bize o kadar alışmıştı ki her zaman 'hoş geldiniz' derlerdi. Bir arkadaşın yakını milletvekiliydi. Yani torpilliydik. İlk gittiğimizde karakoldan bizi kurtardı. Polislere 'bu çocuklar elmas gibi' demiş. Her gittiğimizde polisler bize 'bizim elmaslar gelmiş' der, çay ısmarlarlardı."
Babasının görevi gereği değişik şehirlerde okuyan Özcan, ilkokuldan üniversiteye kadar hep başarılı bir öğrenciymiş. Bilecik'te liseye başladığında lisanslı futbolcu olmuş. Okul takımlarının yanı sıra Osmancık'ın takımında lisanslı futbolcu olarak oynamış. Libero mevkiinde oynadığını ve güzel de oyun çıkardığını anlatan Özcan, "Gençlerbirliği'nin hocası lisede beni izlemiş, Ankara'ya döndüğümüzde transfer teklifinde bulundu. Ancak babam futbolcu olup ne yapacaksın diye azarladı ve izin vermedi." diye konuşuyor.
Özcan, hayatının dönüm noktasını üniversite ikinci sınıfta Nail Şahin isimli hocanın dersinde yaşamış. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde okurken psikoloji dersinde olur olmaz şakalar yaparak dersi kaynatan Özcan'ı hocası ders bitiminde odasına çağırmış ve "Oğlum sende çok iyi bir zekâ var. Bu zekânı böyle boş işlerde harcama, güzel şeylerde kullan." diyerek nasihat etmiş. "Mesela, yabancı dil öğren." demiş. İki-üç gün düşündükten sonra hocayla bir daha görüşen Özcan, aldığı tavsiyeleri uygulamaya başlamış ve Fullbright bursu kazanarak Amerika'ya gitmiş.
300 dolarlık bursu yetmeyen Özcan, ABD'de de çalışmak zorunda kalmış. Önceleri bir kafeteryada kahve hazırlama işi yapan Özcan, okuduğu üniversitede bir hocanın SPSS adını verdiği istatistik programı geliştirdiğini duymuş. Hemen hocanın dersine kayıt yaptıran Özcan, derse ve programa duyduğu ilgiden dolayı kısa sürede hocanın asistanı olmuş. Hocasının 'bu programın hatasını bulana bulduğu her hata için 100 dolar para vereceğim' sözü karşısında sabahlara kadar programı kullanarak veri analizleri yapan Özcan, kısa sürede SPSS uzmanı olmuş. Bundan sonra da öğrendiği bu program sayesinde üniversitedeki hocaların yaptığı araştırmaların verilerini analiz etmeye başlamış. Özcan, "Bu program sayesinde bursum 300 dolarken ben ayda 1000 dolar para kazanmaya başladım." diyor.
1981 yılında Türkiye'ye döndükten sonra doktorasını bitiren Özcan, üniversiteden ayrılmış. "Ben girişimci biriydim aslında, tam ticaret yapacak adamdım." diyen Özcan, o yıllarda ambalaj sanayi ile ilgili bir şirkette genel müdürlüğe başlamış. Patronunu bilgisayar işine girmeye ikna edemediği için bir süre sonra buradan ayrılıp 1985 yılında kendi bilgisayar şirketini kurmuş. Bir yıl içinde 25 milyon lira kâr edecek kadar para da kazanan Özcan, hocaları ve arkadaşlarının etkisi ile yeniden üniversiteye dönmüş.
Özcan, "Benim epey yayınım var; ama niçin daha çok değil diyebilirler. 150 makalem var, daha da olabilirdi ancak hep para kazanmak zorunda olduğum için üniversitede çoğunlukla projelere gittim. Sayısını hatırlamıyorum ama 250'den fazla projede görev aldım." diye konuşuyor. Özcan, YÖK başkanı oluncaya kadar ne Başbakan Tayyip Erdoğan ne de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile tanışıklığının olduğunu söylüyor. Kendisini YÖK'e kimin tavsiye ettiğini ise hâlâ bilmiyor. Malezya İslam Üniversitesi'nde misafir öğretim üyeliği yaparken tanıştığı yakın arkadaşı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun tavsiye etmiş olabileceğinden şüphe ediyor.
YÖK'te göreve başladığında muhalif üyelerin tavrı ve ortama yabancılığından 2,5 ay odasından çıkmayan Özcan, "Sistemi ve işleyişi tanımak için bütün imza yetkilerini üzerime aldım ve 2,5 ay sadece imza attım, evrak okudum." diyor. Özcan şimdi "Türkiye'de YÖK'e gerek yok. Tek hayalim ABD'deki gibi kendi kendine üretim yapabilen, bütçelerini oluşturabilen özgür ve özerk üniversiteleri görebilmek." diye konuşuyor.
AKSİYON |