EN DEĞERLİ HAZİNE KALİTELİ İNSAN
Hz. Ömer (r.a) birgün dostlarını “Dileklerinizi belirtin” dedi. Birisi; “Şu ev altın dolu olarak benim olsa da onu Allah yolunda sarfetsem” dedi. Bir diğeri de; “Bu ev inci, zebercet veya mücevher dolu olsa da onu Allah yolunda infak etsem diye” temennide bulundu. Hz. Ömer; “Dilemeye devam edin” deyince arkadaşları; “Ey müminlerin emiri! Biz ne dileyeceğimizi bilmiyoruz. Siz ne dilediğinizi söyleyin” dediklerinde Hz. Ömer; “Ben isterim ki bu ev Ebu Ubeyde gibi kimselerle dolu olsun” diye cevap verdi. (İbn. Cevzi, Sıfatü’s-Safve, I, 367-368)
Kainatta Allah’tan sonra en değerli varlık kaliteli insandır. Her şey kaliteli insanla değer kazanır. Altın, gümüş, elmas gibi madenlerin değerini de ancak insan takdir eder. İnsan kaliteli olmadıkça eşyanın kalitesi de bir anlam ifade etmez. Kalitesiz insanın elinde kaliteler de heder olur.
Hz. Ömer’in imrendiği Ebu Ubeyde cennetle müjdelenen 10 kişiden birisidir. Resulullah ile birlikte bütün savaşlara katılmıştır. Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Şam diyarını fetheden komutanlardandır. Hz. Ömer halife olunca onu Halid. b. Velid’in yerine komutan tayin etti. Bunun üzerine Halid; “Komutan olarak size bu ümmetin emini tayin edildi,” dedi. Ebu Ubeyde de; “Ben Resulullah’ın “Halid Allah’ın kılıcıdır” dediğini işittim,” diyerek mücamelede bulundu.
Necran Hıristiyan heyeti Resulullah’la anlaşma yapıp Medine’den ayrılırken, Hz. Peygamber’den kendileri için güvenilir bir kişi tayin etmesini istediler. Görevlendirilecek kişinin mutlaka güvenilir olmasında ısrar ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Ben size gerçekten emin birisini tayin edeceğim” buyurdu. Ashab-ı kiram ümit içinde Resulullah’a yanaştılar. Resulullah, “Ey Ebu Ubeyde kalk” dedi. Ebu Ubeyde kalkınca; “Bu ümmetin emini (en güvenilir kişisi) Ebu Ubeyde’dir” buyurdu. (Buhari, Kitabu’l-Meğâzi, 73) Hz. Ömer ona kardeşim diye hitap eder, sarılırdı. Vali iken de mütevazi yaşadı. Onun kıt kanaat yaşadığını gören Hz. Ömer; “Dünya Ebu Ubeyde’den gayrı hepimizi değiştirdi” dedi.
Maksadımız uzun uzadıya Ebu Ubeyde (r.a)’nin hayatını anlatmak değil, altından, mücevherden daha kıymetli model bir insana işaret etmektir. Bu türlü insanlar pek nadir bulunur. Bunlar toplum içinde hayrın, doğruluk ve güzelliğin sembolü konumundadırlar. Böylelerinin pek az olduğunu Hz. Peygamber şöyle belirtmişlerdir: “İnsan toplumu, neredeyse içerisinde iyi cins yük ve binek devesi bulunmayan 100 develik bir kervan gibidir.” (Tecrid-i Sarih, Hadis no: 2117) Ashab-ı kiram ve tabiin dönemi gibi bazı dönemler istisna edilirse toplumların genellikle kaliteli insanlardan yoksun olduğu görülür. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok ayeti çoğunlukla insanların cahil olduklarını, akıl etmediklerini, inanmadıklarını, haktan yüz çevirdiklerini, yoldan çıktıklarını dile getirmektedir.
Toplumların en büyük problemi kaliteli insan problemidir. Zorluk ve felaket anlarında paradan puldan ziyade kaliteli, vasıflı insanlara ihtiyaç duyulur. Nice zengin servet sahibi fert ve toplumlar görüyoruz ki varlık içinde darlık yaşamaktadırlar. Günümüz İslam toplumlarının hali buna en canlı misaldir. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, altına ve altın değerindeki petrole sahip oldukları halde emperyalist güçlerin baskısı ve kuşatması altında yaşamaktadırlar. Serveti yerli yerinde kullanacak kaliteli insanlar olmazsa, servet felaket sebebi olmaktadır. Zira mal silah gibidir, kullanana göre yarar ya da zarar tevlid eder.
Bütün mesele maddi servet kazanmaktan ziyade kaliteli insan yetiştirmeye yönelmektir. Nüfusun çok olması önemli değildir. Nüfuzu olmayan nüfusun kıymeti yoktur. Kuru kalabalıklar kendi başlarına bir işe yaramazlar. Onları yönlendirecek, toplumsal kaliteyi artıracak önder şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Doğru yönlendirilmeyen, kalite kazandırılmayan kalabalıklar daima problem üretirler.
Hz. Peygamber (sav) ilim, iman ve ahlak zemininde ashab-ı kiram gibi dünyaya örnek olan, medeniyet kuran bir kadro yetiştirdi. Günümüze kadar intikal eden güzellikler bu kadro eliyle ekilip yeşertildi. Bu değerlerin korunup gelecek nesillere aktarılması da yine kaliteli kadrolar vasıtasıyla olacaktır.
Hz. Ömer’in ev dolusu altın, gümüş ve mücevherat değil de ev dolusu Ebu Ubeyde gibi ehil ve güvenilir kimseler istemesi konunun önemi açısından fevkalade dikkat çekicidir. Yöneticiler bu hususu daima nazar-ı dikkate almalıdırlar. Altınla, dövizle dolu hazineler hırsızların eline geçerse eşkıyalığın, terörün, mafyanın güçlenmesine vesile olur. Mısır’ın hazineleri Yusuf (as)’ın elinde değerlendi. Bugün Allah’ın Müslümanlara lutfettiği petrol gibi altın değerindeki servetlerin de Hz. Yusuf gibi, Hz. Ömer gibi, Ebu Ubeyde gibi emin ellerde olması gerekir.
Toplumların en büyük şansı altından ziyade altın gibi şahıslardır. Altının hükmettiği değil, altına hükmeden, servetin esiri değil efendisi olan gönlü ve gözü tok, kamil insanlar gerçek hazinedir.
Kur’an-ı Kerim’in hedefi de bu türlü insan yetiştirmektir. Kıssalar, temsiller, uyarma ve müjdeler hep bu hedefe yöneliktir. Hz. Peygamber’in Kur’ân mektebinde yetişenler insanlığa ve insani değerlere model teşkil etmişlerdir.
İnsan eğitimin paradan daha önemli olduğunu Hz. Peygamber ne güzel belirtmiş: “Bir baba çocuğuna güzel bir terbiyeden daha güzel bir miras bırakmamıştır.” (Tirmizi, Birr, 33)
Çocuklarına neden miras bırakmadığı sorulduğunda Selahattin Eyyübi şöyle cevap vermiş: Şayet onlara iyi bir terbiye vermişsem servet kazanırlar ama iyi bir terbiye vermemişsem bıraktığım serveti de batırırlar.
Yeryüzünün ıslahı ıslah olmuş insanlar, ifsadı da ifsat edilmiş insanlar eliyle olur. Dünya insana emanettir. Hz. Peygamberin en önemli vasfı emin oluşudur. Onun vasfı Muhammedül Emin. Ona vahiy getiren meleğin vasfı da Cibril-i Emindir. Hadis-i şerifte ifade buyurulduğu gibi, “emin olmayan kimsenin imanı yoktur.” (Müsned, 3/135) Zaten iman da “emn” kökünden gelmektedir.
Servetin azalmasından ziyade iyi insanların azalmasından endişe etmek gerekir. Toplumlar ölen salih kimselere ağlamaktan ziyade Salihlerden mahrum kaldıkları için kendilerine ağlamalıdırlar. İyiler toplumun manevi sigortasıdır. Aslında kötüler iyiler sayesinde yaşarlar.
Yaşadığımız modern dünya teknolojiyi imkanlarını ıslahtan ziyade ifsada yönlendiriyor. İmkanlar, araçlar, gereçler haddi zatında masumdurlar. Onları şerre alet eden insanlardır. Şerlilerin imkanları arttıkça şerler de artacak demektir.
Hz. Peygamber, salihlerin günbegün azalma tehlikesine şöyle dikkat çekmektedir: “Salih kimseler birer birer çekilip gider, geriye arpanın veya hurmanın döküntüleri gibi döküntüler kalır. Allah da onlara hiçbir değer vermez.” (Tecrid-i Sarih, Hadis no: 2096) Allah’ın değer vermediği kimselerin ne değeri olabilir? Bunlar toplumda değer üretemedikleri gibi mevcut değerleri de silip süpürürler. Sahte değerler gerçek değerlerin yerini alır. Bu da toplumun kıyameti demektir. Dileğimiz odur ki, evlerde Ebu Ubeydeler eksik olmasın.
Ali Rıza TEMEL
MURADINI O’NUN KAPISININ ÖNÜNE BOŞALT
Bir zalim sana tasallut ettiği, sen de onu savuşturmaktan aciz kaldığın zaman bil ki işte o anda sen, ciddi bir şekilde Allah’a iltica ile karşı karşıya bulunmaktasın. Bu durumda kalbini bütün varlığı ile O’nun gayrından ayır. Muradını O’nun kapısının önüne boşalt. Meseleyi O’na bırak. Göreceksin ki sana imdat gelecek ve hiç hatırına gelmeyen yardımı sana yapacaktır. Bu netice teslimin sırrıdır, Allah’a ilticanın doğruluğudur.
Eğer himmetin, kadere rıza mertebesine ulaşmışsa, yani kendi gönül rızanla kadere razı olabilecek noktaya varmışsan, işte bu en büyük kurtuluş mertebesidir. Hem de hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırına gelmeyen kurtuluş mertebesi.
Allah’a yöneldiğin ve O’na sığındığın zaman bu yolda vesile olarak O’nun habibi Muhammed’e (s.a.) sarıl. Ona elinden geldiğince bol salat-selam yolla. Onun güzel ahlakını kendine düstur edin. Allah’ın kapısında, Efendimizin sünneti ile amel ederek dur ve isteyeceğini, Allah’a güvenerek O’ndan yardım talep ederek ve O’na mütevekkil olarak yine O’ndan iste…
Bütün kapılar yüzüne kapandığı zaman, sen yine de Fettah olan Allah’dan bir kapının açılmasını bekle. Esasen, kullar her ne zaman bir yolu kapadıklarında Allah onu mutlaka açar. Bunu rubûbiyyetinin bir icabı olarak yapar.
Öyle ise O’nun rahmetinden ümidini kesme. Yardımından ümitsizliğe düşme. Sana, Allah’a yönelmek yaraşır.(1)
Unutma, “Hakiki bir dost-veli- sahip olarak Allah kafidir. Hakiki yardımcı olarak da Allah yeter” (Nisa 45)
(1) Ahmet er Rufai-Hak Yolunun Düsturları
La-Tahzen / Üzülme
Bu dünya, ibret almak için yaratılmıştır. Onda bulunan her bir şeyden ibret almak, aklın ta kendisidir. Öyleyse aklını kullanarak alınacak her şeyden ibret nasibini al. Gözünü ibret mahalline çevir.
La-Tahzen/ Üzülme
“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açar. Bu durum güneş batıdan doğuncaya kadar devam eder”
Saadet Rehberinden Şaşmaz Hakikatler
- Dar gününde yanında dost arıyorsan, yere sağlam basmak istiyorsan her daim Allah’a yardım et:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır. (Muhammed 7)
- Rabbine samimi bir yakarışın karşılıksız bırakılmayacağını unutma:
“Bana dua edin, size karşılığını vereyim” (Mü’min, 60)
- “Kendine zulmedenler”den olduğunu hissediyorsan bu konuda sen tek değilsin, çaresiz de değilsin, çünkü çok bağışlayan, çok esirgeyen Rabbimiz var:
- Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Kasas, 16)
- “Allah’ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâla bilmezler mi?” (Tevbe, 104)
A.Yasin DEMİRCİ
ADAM GİBİ ADAMLAR
Kur’ân-ı Kerim’de duruşu, davranışları insanlığa örnek gösterilen karakterlerin hangi özellikleri sebebiyle methedildiklerini doğru tahlil etmeliyiz. İyi ve doğru olana yönelmek için bunları bilmek gerekiyor. Bu ayetlerden biri Nûr sûresinde yolumuzu aydınlatıyor. Buyruluyor ki;
“Nice adamlar vardır ki onları ne ticaret, ne de alışveriş Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyar. Onlar, (dehşetinden) kalplerin ve gözlerin halden hale gireceği bir günden korkarlar.” (Bkz. 24/37)
Burada “ricâl = nice adamlar” ifadesiyle övülen ilkeli insanlara Türkçemizde “adam gibi adam” diyoruz. Ve sözlükte adam; “insanda bulunması gereken erdemlere sahip kimse” olarak tarif ediliyor.
Öyle anlaşılıyor ki, buradaki “adamlar” nitelemesi cinsiyetin fevkindedir ve insan cinsine şâmildir. Çünkü âyet-i celîlede övülen örnek kişilerin, başka değil davranışları vurgulanmıştır. Bunlar da, ticaretin en yoğun zamanlarında bile Allah’ı zikretmekten gafil olmamalarıdır. İnsanı kuşatan meşguliyet zamanlarında gönüllerinin ibadet vakitlerine ayarlı olmasıdır, yükümlülüklerini vaktiyle, bihakkın yerine getirmeye titizlenmeleridir.
Şunu diyebiliriz; geleceğe dair irili ufaklı öngörülerde bulunmak ticaret erbabında bulunması gereken önemli bir meziyetse burada methedilenler, söz konusu ferasetin zirvesindedir.
Onlar, peşin ve fakat geçici olana aldanmayıp vadeli ve fakat ebedî olana kavuşmanın hesabını yapmışlardır. Onların ileri görüşlülüğü, gelecek sezona herkesten önce hazırlanmak veya birkaç sene sonrasını planlamak gibi basit öngörülerle sınırlı değildir ve geleceğe yönelik planları aylarla ve yıllarla sınırlanamayacak bir ufka uzanır. Ticaretlerini, belki hayatı anlamlandırmaya yönelik bütün faaliyetlerini, kimi yüzlerin ağarıp kimi yüzlerin kararacağı hesap gününde mahcup olmayacakları bir zeminde sürdürmeye özen gösterirler.. İşlerin yoğunluğunu veya kesatlığını bahane ederek zikri ya da ibadeti ihmal etmezler. O büyük günde mahcup olmamayı, gündemlerinin birinci sırasına alırlar...
Abdullah bin Ömer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; kendisi çarşıda bulunduğu bir sırada namaz için kamet getirilmişti. Bunu duyan çarşı esnafı dükkanlarını kapatıp mescide yöneldiler. Bunun üzerine mealini arz ettiğimiz âyet-i kerime nazil olmuştur. Sahabe-i kiramdan pek çoğu, konumuzu teşkil eden âyetin ticareti terk ederek mescidlere iltizam eden suffe ashabı ve benzerleri hakkında değil, bilakis ezanı işitince bütün meşguliyetleri bırakarak namaza koşan ticaret erbabı hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir...
Bir önceki âyette, konumuzu teşkil eden âyette övülen “ricâl”in; Allah’ın kendi adının anılmasına izin verdiği ve sabah akşam takdis edilerek zikredildiği evlerde ya da mescidlerde yetiştiklerine işaret edilmektedir. Kanaatimizce bu, adam gibi adamların yetiştiği ortamların bilinmesi açısından önemlidir.
Nitekim bu iki âyetin manası Rûhu’l-Beyân’da şöyle açıklanmaktadır: “O mescidlerde/evlerde sabah akşam Allah’ı tesbih eden öyle kimseler vardır ki, şuhûd makamına oldukça dalmış olduklarından, ne ticaret çeşitlerinden herhangi bir çeşit, ne de “bey”in kısımlarından herhangi bir kısmı onları tesbih ve temcid ile Allah’ı zikretmekten, namazlarını geciktirmeksizin vaktinde kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu, korku ve dehşetten sıkışıp değişerek bulundukları mekandan ayrıldığı kıyamet gününden korkarlar.”
Âyet-i kerimede davranışları sebebiyle takdir edilen mü’minleri anlatmak üzere, “neden sadece ticaret erbabı zikredilmiştir” denilirse, bunun cevabı şöyle olabilir: Ticaret, alanında çok yönlü yoğunlaşmayı gerektirir; sanki o, insanı kuşatan meşguliyetler yumağıdır. Bununla birlikte ticaretin başarı veya başarısızlık gibi iki uç noktası vardır ki bu uçlarda, -iflâs durumunda bezginlik, işlerin iyi gitmesi halinde rehavet ve lüks düşkünlüğü gibi- nefsin mazeretler üretebilmesine müsait alanlar vardır. Âyet-i kerîme, bunlardan her ikisinde de olabilecek tehlikeleri aşarak, Allah’ın zikrinden ve ibadetlerinden gafil olmayan ilkeli mü’minleri methediyor diyebiliriz. Onlar ki diyor adetâ; elleri kârda, gönülleri Yâr’dadır. Kasalarına girip çıkan gönüllerinde yer etmez. Daima namaz vaktini gözetirler. Zekat ve sadaka vermekte isteklidirler.
Gerçek şu ki, Allah’ın zikrinden ve ibadetten alıkoyan şeylerin adedi ve çeşidi günümüzde oldukça fazladır. Ticarî hayatın yoğunluğu ve insanlardaki alışveriş merakı bunlardan birisi ve belki de en önemlisi olabilir. Âyette methedilen “ricâl = adamlar” zümresine katılmak için, bunların hepsini savuşturmak durumundayız.
Oku – Düşün
En Güzel Hediye
“(Rabbim! İnsanların) dirilecekleri gün beni mahcup etme. O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selîm ile gelenler müstesnâ.” (Şuarâ, 26/87-89)
Mal ve evlâd ilâhî huzurda tâdâd olunmaya değer nesnelerden değildir. Kalp/gönül ise sadece O’nun sevgisiyle yoğrulduğu, gayrın alakasından sıyrıldığı, gıll u gışdan arındığı ve yaratandan ötürü yaratılmışları sevgiyle kuşatabildiği ölçüde selîm sıfatını ihrâz etmiş bir erdemler yuvasıdır. Manevî marazlardan arınıp, İslâm’ın ahlâkını kuşanabildiği ölçüde nazargâh-ı ilâhî olmaya liyakat kesb eder.
Bu yönüyle ayet-i kerime hem bir dua cümlesi, hem hayatta tatbik edilecek bir yol haritası ve hem de Hakk’ın huzurunda neyin geçer akçe olduğunu bildiren müşfik bir ihbarnamedir, diyebiliriz...
Bir büyüğünüzü ziyarete giderken “ne hediye götürmeliyim, acaba neden hoşlanır” diye düşünürsünüz. Halbuki Rabbimiz, huzurunda nelerin adının bile anmaya değer olmadığını ve neyin makbul olduğunu kullarına şefkatle bildiriyor. Ve bizler, ne zaman huzura çağrılacağımızı bilmiyoruz. Bununla birlikte orada dünya hayatının süsü sayılan mal ve evlada itibar edilmeyeceğini (Bkz; Kehf, 18/46) biliyoruz. Biliyoruz ki, ilâhî huzurda değer verilen, “salih olduğunda bütün vücudu salih kılan kalp”tir.
Huzura her an takdim edilme ihtimali olan metâ kirletilmemeli, berrak olmalı.
Cafer DURMUŞ |