1914 -1922 yıllarında Doğu, Güneydoğu, Orta Anadolu illerinin ve Kafkas Müslümanlarının yaşadıkları felaketlerden bir kesit sunan ve Tehcir’in arka planını anlatan roman BKY Yayınları tarafından yayınlandı.
Yazarı M. Talât Uzunyaylalı’yla kitabı üzerine konuştuk.
- Öncelikle yeni romanınız “Paylaşılamayan Topraklar” hayırlı olsun… Önsözde de belirttiğiniz gibi oldukça yoğun bir araştırma sonucu kaleme aldığınız anlaşılıyor. Sizin pencerenizden Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkmasının sebebi nedir?
- Öncelikle Osmanlı Devleti’nin zayıf düşmesi ve bu devlete husumet besleyen Batı ülkelerinin iktisaden güçlenmeleri, bilim ve teknoloji üretmeleri ve bunun sonucu olarak da büyük modern ordulara ve savaş teknolojilerine sahip olarak Osmanlı’ya karşı harekete geçmeleri...
Eskiden beri süren ve Osmanlı’yı Avrupa topraklarından ve nihayetinde eski Bizans topraklarından sürüp atmak fikrine tekabül eden Şark Meselesi’nin sona ermek üzere olduğu inancı o günlerde güç kazandı. Batı’nın emperyalist devletleri, 93 Harbi’nin ardından, 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlar’daki Türk varlığını önemli ölçüde bitirdiler. Şark Meselesi’nin hedeflerinden birisi bu idi; ikinci hedef ise, Türkleri Anadolu’dan da çıkarmak ve Asya steplerine geri göndermekti. Bu yüzden dikkatlerini Anadolu’ya kaydırdılar. Nitekim Berlin Antlaşması’na koydukları 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Ali’ye kabul ettirdiler.
Osmanlı toplumunun kadim bir parçası olan Ermeniler işte bu süreçte iyice siyasallaştırılarak Devletin başına büyük bir gaile olarak çıkarıldılar. Vilayât-ı Sitte’de, -yani Sivas’ın şarkında kalan Osmanlı mülkünde (Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas, Bitlis)- bir Ermenistan kurulması fikrini Ermenilerin aklına Batı ülkeleri soktu. Silahlı Ermeni çeteleri, Taşnaklar, Hınçaklar, bu amaç etrafında ortaya çıkarıldı. Gerçekleştirilen felaketlerde bu çeteler kadar Ruslar, Fransızlar, İngilizler ve Amerikalılar da mesuldür aslında. Memleketin hemen her noktasında Ermenilerin bu yıkıcı, bölücü hareketin öznesi haline gelmesinde maalesef Ermeni Kilisesi ve okulları da önemli roller üstlendi.
Ermeniler, 93 Harbi’nden sonraki ilk isyanlarını Erzurum’dan başlatıp kırk yıldan fazla Anadolu’nun her yanında pek çok kanlı ayaklanmalar çıkardılar, aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği katliamlar yaptılar. Fakat ne yazık ki, bu hakikatler Batılı ülkeler tarafından görmezlikten gelindi, hatta bilinçli olarak ters yüz edildi; Türkler, Ermenileri gadre uğratıyor gösterildi ve milletimiz Batı ülkeleri nezdinde soykırımla suçlandı ve mahkûm edilmek istendi.
'ERMENİ MESELESİ, TÜRK-ERMENİ MESELESİ DEĞİLDİR'
- İncelediğiniz belgelerde sizi çok şaşırtan şeyler oldu mu?
Beni şaşırtan en önemli husus şudur: Aslında Ermeni Meselesi gerçekte bir Türk-Ermeni meselesi değildir. Ermeni meselesi Batı’nın amaçları doğrultusunda ortaya çıkarılmış bir meseledir. Ermeniler bu amacın sadece bir aleti hükmündedirler. Rusların Doğu Anadolu topraklarını Ermenilere vatan olarak vereceği propagandası da büyük bir yalandır. Çünkü 1916 Şubat’ında Erzurum’u işgal eden Ruslar (Bilindiği gibi, Ruslar, 93 Harbi’nde de, Kars, Ardahan, Batum bölgesini ele geçirmişti ve bölgeye önemli yatırımlar yapmışlardı. Demir yolları, şoseler, telgraf hatları, kentlerde imar faaliyetleri, büyük silah ve gıda depoları vs.) Erzurum’da, hatta ta Trabzon’da, aynı yatırımları hızlı bir şekilde yapmaya başladılar. Ruslar, tarihi emelleri doğrultusunda Anadolu’nun en azından bir kısmını ele geçirerek sıcak denizlere yani Akdeniz’e inmek istiyorlardı. Bütün bu hazırlıklar aslında bunun içindi. Ermeni çetelerinin ve Ruhanilerinin, Rusların askeri ve kötü işlerde kullandığı bir aleti oldukları gerçeğini görmeyerek bu toprakların kendilerine vatan olarak verileceğine inanmaları beni şaşırtan bir başka konu oldu.
Şu hakikati kimse unutmamalı: Türkler ve Ermeniler, Anadolu’nun her yerinde yüz yıllarca komşu olarak, birbirlerinin hukukuna saygılı bir şekilde yaşadılar. Bakın bugün de yine tarihte olduğu gibi, bir arada, mal, can ve ırz emniyeti içinde, her türlü hak ve özgürlüklere sahip insanlar olarak, kardeşçe yaşıyoruz. Peki, şimdi soralım: Daha önce her yanı Müslüman ahaliyle dolu, bugün Ermenistan adıyla andığımız bölgedeki yüz binlerce Müslüman ne oldu? Bir tek Müslüman yaşıyor mu oralarda? Bugün ki Ermenistan, Osmanlı’nın Revan’ı. Evveli de var; ta Selçuklulardan beri Türk yurdu Revan. Yani tarihi Revan’ımız oldu Erivan! 1850’li yıllara kadar yüzlerce camisi, medresesi, kapalı çarşısıyla, nüfusunun yüzde yetmişe varan çoğunluğuyla bir Türk şehriydi Revan. Fakat bugün o coğrafyada bir tek Türk yok, bir tek cami, bir tek medrese yok. Bir de İstanbul’a bakın; Anadolu’da yaşamlarını sürdüren günümüz Ermenilerine bakın; bu tablo bile akıl sahiplerine çok şey söylemiyor mu?
Ermeniler, yukarda zikrettiğimiz ülkeler tarafından ve bu ülkelerin etkisinde kalarak, onların tarihi emelleri doğrultusunda hareket ettiler ve bin yıllık komşuluk hukukunu çiğnediler. Çok büyük facialara sebep oldular ki, “Paylaşılamayan Topraklar” romanı bu hadiselerden bazı kesitler sunuyor bize. Ermenilere ne ektirilmişse sonunda o biçtirilmiştir! İsyancı Ermenilerin yurtlarından çıkarılması hadisesi olan Tehcir, sadece bir sonuçtur. Evet, Tehcir, pek dramatik bir uygulamadır. Lakin Osmanlı Devleti’ni buna mecbur bırakanlar bu işin asıl suçlusu değil midir? Yazar-çizer takımından çoğu insanın, yeri geldi mi, büyük bir trajedi olarak Tehcir’den söz etmeleri, fakat Osmanlı’yı tehcir kararı almaya iten sebepleri ne hikmetse anlamak, görmek, duymak istememeleri, beni şaşırtan bir diğer husustur. Tamamen tarihi kaynaklara dayanarak yazılan “Paylaşılamayan Topraklar” romanı, görülmek istenmeyeni, perde arkasında tutulmaya çalışılan kimi gerçekleri ortaya koyuyor.
- Soykırım var diyenlerin bir belgeleri var mı peki?
Yahu adı üstünde, Tehcir. Hicret ettirme, göç ettirme demek Tehcir. Bir nüfusu bir yerden alıp başka bir yere götürülmesi durumu. Soykırım diye bir hadise yok ki belgesi olsun. Türkler soy kırmamışlardır. Hiçbir milletin soyunu kırmamışlardır. Eğer Türkler soy kırmış olsaydı dağılan Osmanlı Devletinden onlarca millet ve devlet ortaya çıkar mıydı? Amerikalı tarihçi Prof. J. Macharty, "Ermeni katliamı yoktur; Ermeniler Türkleri katletmiştir" diyor. Kısa ve öz olarak hakikat budur. 1914 yılında, I. Dünya Harbi arifesinde, Ermeni çeteleri Van’da büyük bir isyan çıkardı. Yabancı tarihçiler Van’daki Müslüman nüfusunun yüzde 52’sini katledildiğini, yerli kaynaklar ise on beş bin civarında Müslüman’ın feci şekilde öldürüldüğünü yazıyor. İşte Tehcir Kanunu de bu felaketlerin üzerine, 14 Mayıs 1915’te çıktı. Ermeni nüfusun olduğu her yerde isyan vardı o günlerde, Ermeni çeteleri masum insanları öldürüyordu. Osmanlı Devleti ise, baş düşmanıyla, Ruslarla savaşa girmiş; var olma yok olma mücadelesi veriyordu. Rus, vatanın dört bir sınırından saldırıyor, Ermeniler ise içten isyanlar çıkarıp bu saldırılara destek veriyordu. Ve devlet çare olarak çeteleri ve onların işbirlikçisi ailelerini yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye hattına göç ettirerek oralara yerleştirme çalıştı. Bu göçün nasıl yapıldığı, göç ettirilen ailelere hangi imkânların verildiği, yollarda nelerin olduğu, tüm detaylarıyla biliniyor. Akıl ve vicdan sahibi yerli yabancı hiçbir tarihçi bu göç ettirme hadisesine soykırım demiyor; diyenin de niyeti belli zaten.
Türkler ve Ermeniler olarak kendimize tekraren soralım bir: "Türkiye’de, yaşanan bunca hadiseye rağmen, şu anda bile bu ülkede binlerce Ermeni nüfus var, peki Ermenistan’da, başkent Erivan’da kaç Türk var? Hâlbuki Erivan, yani Revan, bin yılı aşkın süredir Türk yerleşim merkezlerinden biri. O zaman elimizi vicdanımıza koyup da yine soralım: Kim kime katliam yapmış oluyor? Erivan hattından Anadolu’ya sürülen ve yok edilen nüfusun 500-700 bin arasında olduğu ifade ediliyor. Soy kıran kim peki?!
Yüz yılın başında olanlar bir kenarda dursun, peki şu, Dağlık Karabağ’a, şu, 26 Şubat 1992’de Rusların desteğiyle Ermenilerin gerçekleştirdiği Hocalı katliamına bir bakalım? Kim kimi kırıyor, kim kimi yerinden yurdundan sürüp atıyor? Türk hükümeti defalarca şu çağrıyı yaptı: Türk ve Ermeni bilim adamları, tarihçiler, bir araya gelsinler, karşılıklı olarak her iki ülkenin arşivleri elden geçirilsin, iddialar bir kere daha incelensin, bakıp görülsün ki ortada bir soykırım var mı yok mu? Ya da kim kime hangi fenalığı yapmış? Ama hayır, iş arşive dayandı mı, hemen ipe un seriliyor. Çünkü meselenin tarihi hakikati önemli değil, reel siyasetin, Türkiye’ye yönelik uluslar arası kimi politikaların uygulanmasının bir aracı olarak iddiaların bu şekliyle kalması Batı ülkelerinin ve Ermenistan’ın işine daha çok geliyor.
-Tarihi gerçekleri roman olarak anlatmaya nasıl karar verdiniz?
Ben Erzurumluyum. Ermeni çeteleri en büyük zulmü bu şehirde yaptı. Yakınlarım ve akrabalarım yoluyla bir parçası olduğum bu hadiseler elli dört yıldır kalbimin ve fikrimin kanayan bir yarasıdır. Bu yaşananlar niçin öykü, roman, sinema diliyle de anlatılmaz? diye düşünürdüm hep. Sonunda bu düşüncem bir romana dönüştü. Yapılan zulümleri, çekilen eza ve cefayı dinleyerek büyüdük biz. Bu ülkede yaşayan fakat Ankara’nın doğusuna ömründe bir kere gelmeyen pek çok insan var; bilim adamı, sanatçı vs. Bu toprakların insanları neler yaşadı, bu topraklarda ne olupbitti çoğu insan bilmiyor. Sonra da şurada burada ahkâm kesiyorlar. Türk insanı Ermenilerin Doğu Anadolu’daki Müslüman ahaliyle yaptıklarını öğrensin istedim. Bilindiği gibi, Türk Ermeni meselelerini anlatan binlerce sayfa arşiv bilgisi, hatıra, araştırma-inceleme kitapları mevcut. Türk ve Ermeni yazılı kaynaklarının bir kısmını -ki binlerce sayfalık dokümandan söz ediyorum- kaynakları sabırla okuyarak kaleme aldığım bu romanın bana pek çok ıstırap verdiğini, insanların maruz kaldığı hâdiselerin sıhhatimi bozacak derecede beni etkilediğini, zaman zaman romanı yazmaktan vazgeçtiğimi, fakat her defasında yeniden masaya oturduğumu ve sonunda güçlükle bitirebildiğimi belirtmek isterim.
Bugüne kadar Ermeni kaynaklarını fazla bilmiyorduk. Fakat son yıllarda yayınlanan Antranik Çelebiyan’ın biyografik “Antranik Paşa” kitabı, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok/ 1923 Parti Konferansı’na Rapor” adlı kitabı, dönemin Ermeni neşriyatından yararlanılarak hazırlanan “Ermeni Komitelerinin A’mal ve Harekât-ı İhtilâliyyesi/İ’lân-ı Meşrutiyet’ten Evvel ve Sonrası” adlı çalışmalar ile internet kaynaklı çok sayıdaki Ermeni siteleri ve bu sitelerde yer alan hatıralar ve çeşitli öne sürmeler, bu romanın Ermeni tezlerini ve Ermeni bakış açısını temellendirdi.
Savaş sırasında Bayburt’ta görev yapan Rus Doktor Tatyana Karamel’in ve Erzurum’da görev yapan Rus Topçu Subayı Albay Twerdo Khlebov’un işgal ve savaş raporları da romana kaynaklık ettiler.
Osmanlı Üçüncü Ordusunun Birinci Kafkas Kolordusu Komutanı sıfatıyla Erzincan’dan Batum’a kadar Ermeni kuvvetlerini sürüp çıkaran Kazım Karabekir Paşa’nın “Doğu’nun Kurtuluşu” adlı kitabı, Betül Aslan’ın, “Erzurum’da Ermeni Olayları (1918–1920) /Hatıralar-Belgeler-Kazılar” adlı hacimli çalışması, “Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslarda ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi” adlı üç ciltlik Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışması, hâdiselerden iki ay sonra Emniyet-i Umumîye Müdüriyeti tarafından görevlendirilen heyetin hazırladığı “Erzurum Vilâyeti’nde Vuku Bulan Ermeni Mezalimi Tahkik Heyeti Raporu” ve Fahrettin Kırzioğlu’nun “Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezalimi” adlı çalışmaları Türk tezlerinin savunulduğu temel kaynaklar olarak romanda kullanıldı. Atatürk Üniversitesi’nin tanınmış tarih bilimcisi Prof. Dr. Enver Konukçu, “Paylaşılamayan Topraklar” romanını okuyarak düzeltmeler ve katkılar yaptı. Gene Atatürk Üniversitesi’nin değerli tarihçileri Prof. Dr. Esin Dayı, Doç. Dr. Serpil Sürmeli ve Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkilerini Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Erol Kürkçüoğlu kütüphanelerini benimle paylaştılar, kimi olay ve isimler konusunda önemli destekler sağladılar. İletişim Fakültesi Dekanı Fransız Dili ve Edebiyatı Profesörü Sevim Akten Hanımefendi, büyük bir özveriyle romanı okudu ve anlatım bozukluklarının en az seviyeye inmesi için emek sarf etti. Yrd. Doç. Dr. Hakan Temiztürk ve Araştırma Görevlisi Kemal Günler de yaptıkları okumalarla gramer hatalarıyla baş etmeye çalıştılar. Emeği geçen herkese ayrıca buradan teşekkür etmek istiyorum.
- Romanınızı ilginç kılan ve alanında ilk yapan nedir?
Doğu Anadolu’da yaşanan Ermeni hadiselerini ve Tehcir’in arka planını anlatan bir roman “Paylaşılamayan Topraklar”. Türk ve Ermeni karakterler üzerinden tarihi gerçekleri anlatmaya çalıştım. Roman’da mekân, İstanbul, Karedeniz ve Doğu Anadolu illerini kapsamaktadır. 1914-1924 yılları arasındaki memleketin genel durumu da romanda arka plan olarak gösterildi. Bugünleri anlayabilmek için o günlerin ve o günkü ortamın da herkes tarafından bilinmesi gerekir. Bu çalışmayla Ermeni meselesi, Tehcir konusu ve Ermenilerin Doğu Anadolu’da yaptıkları fenalıklar romanlaştırılmış oldu. Bugünlerde Türk-Ermeni yakınlaşmasını görüyoruz; bu elbette iyi bir gelişmedir. Lakin kimse yaşananları unutamaz, tarihi inkâr edemez, ettiremez. Kimse de olmamış şeyi, bir yalanı, olmuş gibi gösteremez. Gün gelecek bu konudaki hakikatler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır zaten. Hiçbir yalan ebediyen kandilini tüttüremez.
Son olarak şunu bir kere daha bitirmek isterim: Ermeniler, 1890’lı yıllardan itibaren devamlı silâhlanarak Devletimizin ve milletimizin zor anlarında harekete geçmiş ve pek çok kanlı isyanlara imza atmışlardır. Bu isyanlarda, masum yüz binlerce Müslüman Türk, Ermeni komitecileri tarafından katledilmiştir. Bu hadiselere karşı Osmanlı savunma mantığı içinde davranmış ve Tehcir kararı almıştır. Dünya kamuoyuna olaylar bilinçli olarak tersyüz edilerek aktarılmış ve böylece hem devletimiz, hem milletimiz mahkûm edilmeye çalışılmıştır. “Paylaşılamayan Topraklar” kitabı, roman diliyle, GERÇEĞİ GÖRMEZDEN GELENLERE bir kere daha şunu söylüyor: “Hayır! Hakikat söylediğiniz gibi değildir!” |