Yarınları Görmek İçin KÂHİN OLMAYA GEREK YOK
Televizyonu açıyorsunuz; terör, cinayet, kaza, ölüm kısacası kan ve gözyaşı. Gazetelere bakıyorsunuz çete, örgüt, komplo, soygun, vurgun, ırza tasallut, kapkaççılık... Her türlü rezâlet kare kare; sütun sütun...
Bir gün diğer günü aratmıyor.
Birbirinin benzeri olaylar, durumlar...
Ama sürekli, ama kesintisiz...
Nedir bütün bunlar? Haber!
Bakıyorsunuz, okuyorsunuz, düşünüyorsunuz. Rûhunuz kararıyor, kalbiniz daralıyor, ufkunuz belirsizleşiyor, kafanız karışıyor. İsyanları oynuyorsunuz bir zaman kendi kendinizle. Sonra bir şey yapamamanın burukluğu içerisinde dönüyor dönüyorsunuz.
Türkiye Türkçesi ile yayın yapan televizyonlar, Türkiye Türkçesi ile çıkan gazeteler... Öylesine yaylım ateşine tutuyorlar ki sizi, bunalıyorsunuz. Umutsuzluk alev alev kavuruyor beyninizi, kinlendiriyor sizi.
«Ben bu muyum?» sorusunu daha sıklıkla soruyorsunuz kendi kendinize.
«Benim insanım bu mu?» Kimliğinizden utanç duyuyor; yapanlara, sebep olanlara lânet yağdırıyorsunuz. Sonra dönüyor;
«Ne olacak bu ülkenin hâli?» diye kendi kendinize defalarca sorduğunuz; ama sağlıklı bir cevap bulamadığınız sorularla kahırlanıyorsunuz.
Ve bu böyle devam edip gidiyor.
Her gün hattâ her saat...
Türkiye’miz -yedi iklim yetmiş rengi içerisinde güzellikler barındıran ülkesi can yurdumuz- doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her köşesi sanki cânîlerin, katillerin, teröristlerin, vurguncuların, soyguncuların, ırz düşmanlarının mekânı olmuş. Her sokakta bir harâmî, Her köşe başında kana susayan bir cânî yahut ırz düşmanı bir sapık...
Evet, böyle takdim ediliyor veya edilmeye çalışılıyor bu millet ve onun ülkesi Türkiye... Öylesine büyük bir gayretkeşlik var ki yazılı basında ve görüntülü medyada... Türkiye’mizin neresinde olursa olsun yeter ki psikolojik rahatsızlığı olan biri, bir cinayet işlesin, yeter ki bir sapık sapıklığının gereğini yapsın. Hemencecik taşınıyor ekranlara, sütunlara, çarşaf çarşaf...
Ve günlerce...
Karesiyle, dikdörtgeniyle, konisiyle, yamuğuyla...
Bir cadı kazanı ki sormayın gitsin...
Olaylarda bir azalma mı var, yoksa olayın ardı arkası mı kesildi? Bulunuyor iki tane kışkırtıcı ya da birkaç konu mankeni, senaryosu önceden hazırlanmış flâş haber...
Yalanla yılan sarmaş dolaş...
Olayların böylesine üst üste, yan yana, art arda gelmesini tesadüf olarak değerlendirmek mümkün mü?
Bir büyük oyun oynanıyor açık, kapalı.
200 yıl önce başlatılan aralıklarla şekil değiştirilerek sahnelenen bir oyun.
Oyuncuları, sahnesi, dekoru kostümü değişse de amacı değişmeyen bir oyun...
Seziyorsunuz, anlıyorsunuz ama anlamlandırma konusunda güçlük çekiyorsunuz.
70 milyonluk ülkeyiz. Terör belâsı ile töre cânîliğini bir yana bırakırsak; cinayet de işlenecek, kaza da olacak her ülkede olduğu gibi. Soygun da olacak, vurgun da her ülkede olduğu gibi. Haber de yapılacak, haber de olacak her ülkede olduğu gibi. Ben, olanlar ve olaylar verilmesin, söylenmesin demiyorum; ancak aynı hassâsiyetin güzellikler için de gösterilmesini istiyorum.
Hiç mi güzel işler yapılmıyor bu ülkede? Yesevî’nin yağmuru ile ıslanan, Mevlânâ’nın, Yûnus’un, Hacı Bektaş Velî’nin sevgisi ve hoşgörüsü ile çınarlaşan Anadolu’da hiç mi güzel şeyler olmuyor? Tabiî bakış önemli, niyet önemli...
“Kötü olsun, kötülük olsun da ne olursa olsun!” deniyorsa orada durmak düşünmek ama çok düşünmek gerekiyor. Dedim ya tümü ile bu milleti potansiyel suçlu gösterme gayreti var! Ülkenin herhangi bir köşesinde hoşa gitmeyen bir durum veya olay mı var. Bir cinayet mi işlenmiş, bir sapık sapıklığının gereğini mi yapmış... Aman Allâh’ım! Bütün televizyonlarda flâş haber... Bütün gazetelerde yaylım ateşi... Günlerce, ısrarla, başka bir şey yokmuşçasına...
Bütün bunlarla ne mi yapılmak isteniyor?
Amaç belli:
İnsanlarımızı etraflarında olup bitenlere karşı duyarsızlaştırmak;
Milletin moral değerlerini alt üst etmek;
Hak’tan ve ahlâktan yoksun bir toplum oluşturmak;
Bu ülke insanlarının birbirlerine olan güvenlerini yok etmek;
Varlığının ve devamlılığının teminatı olan kurum, kuruluş ve müesseselere karşı Türk milletinin güvenini sarsmak;
Bu ülke insanının; milletine, kimliğine ve kişiliğine olan sevgisini azaltmak, soğutmak hattâ nefretini üst seviyeye çıkarmak;
Millî ve dînî değerler ile bezeli millî kimliğimizin mayasını bozmak, mümkünse ortadan kaldırmak;
Korku ve şüphe toplumu meydana getirmek;
Yoğun ve sürekli vuruşlarla cinnet toplumu oluşturmak; ülkeyi kargaşaya sürüklemek;
Sonuçta;
«Bu milletten, millet olmaz!» dedirterek insanlarımızı, o bir zamanlar dünyaya hakkı, adaleti, insanlığı ve İslâm’ı taşıyan insanlarımızı; omurgasız, teslîmiyetçi, tarihten ve kültürden mahrum mankurtlaşmış «köle toplum» yapmaktır.
Köksüz, amaçsız, ufuksuz mevcut eğitim sisteminin acımasız çarkları zaten çocuklarımızı ve gençlerimizi ezmekte, yok etmektedir. Bunun üzerine bir de kimlik ve kişilik bunalımı eklenirse yarınlarda bizi nelerin beklediğini görmek için kâhin olmaya bilmem gerek var mı? Yazar Hadi ÖNAL |