|
KÜRT SORUNUNUN KAYNAĞI VE ÇÖZÜMÜ |
|
|
Prof. Dr. İlhami Güler, Kürt sorununun "İslam” açısından kaynağının ve çözümünün nasıl olduğunu irdeledi. İşte, Güler'in konuyla ilgili makalesi...
Osmanlı imparatorluğu döneminde Kürtler ile Türkler arasında bir sorun yoktu. İslam kardeşliği sayesinde sorunsuz olarak birlikte yaşıyorlardı. 19. Yüzyılda Batıda ortaya çıkan milliyetçilik ve ulus-devlet fikriyatı, imparatorluk yapılarını parçaladı. Bunlar birer Burjuva fikri olduğu için, güçlü uluslar, zayıfları ezerek, asimile ederek bağımsız devletler kurdular. Osmanlıdan kopan Müslim ve Gayr-i Müslim halklar da kendi devletlerini kurdular. Ayrılmaya güçleri yetmeyen Ermeni ve Kürtler, Osmanlı coğrafyası üzerinde bağımsız devlet kuramadılar.
Nihayetinde Türklerin kendisi de Batıyı taklit ederek bir ulus-devlet kurabildi(Türkiye). Bu devlet, kurucularının hepsi “Türk” olmasa da, “Türkler” adına, Balkan ve Kafkaslardan Anadolu’ya sığınmış etnik unsurları (Arnavut. Boşnak, Laz, Çerkez, Gürcü, Çeçen…) Türkçe ve Sünnilik ortak paydasında eriterek; fakat Kürtler kalabalık olup, aynı bölgede yaşadıkları için, onları eritemeyerek oluştu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Irak, İran ve Türkiye arasında kendilerine bir devlet verilmeksizin paylaştırılan Kürtler, o tarihten itibaren çeşitli isyanlarla bu talepten vazgeçmediler. 1980’lerden itibaren Doğu Bloku ve Sovyetlerin dağılmasından sonra da bu talep yoğunluk kazandı.
Sorunun tarafları “Müslüman” olduğu için, “İslam” açısından bu sorunun kaynağı ve çözümü nasıldır? Kur’an, gayr-ı Müslimleri nitelediği bir yerde onlar hakkında şöyle der: “Sen dışarıdan onları birlik sanırsın; oysa onların her biri ötekine karşı soğuk ve gergindir”(59/14). Müminlerin birbirlerine karşı duygularının nasıl olması gerektiği hususunda da onların ağzından bir temenni ve dua ifadesi iktibas edilmiştir: “Rabbimiz, mümin kardeşlerimizden hiçbirine karşı kalplerimizde yersiz ve uygunsuz bir duygu ve düşünceye yer bırakma.”(59/10). Peki, ana hatlarıyla durum şu anda tam tersi değil mi? Gayrı-ı Müslimlerin durumunu tasvir eden yerde, gerekçe “akletmemeye” bağlanmıştır(59/14). Oysa bugün Avrupa halkları, oluşturdukları “Avrupa Birliği” ideali ile, geçmişte ırkçılığın doğurduğu felaketlerinden dersler çıkararak(aklederek) bir birlikte yaşama yordamı, etiği oluşturmaya çalışıyor. Müslümanlar ise, din, kültür, tarih ve coğrafya ortak paydalarına rağmen, ırkçılık ve milliyetçiliğin doğurduğu öfke ve şişkin ego yüzünden param parça ve birbiriyle kavgalı. Bu, Kürtler ile Türklerin halklarına yabancılaşmış siyasi elitlerinin bu iki kardeş halkın başına açtığı sorundur.
Oysa sorunun çözümü son derece basit. Asimilasyoncu ve Bölücü milliyetçilikten derhal vazgeçip, milliyetçiliği en fazla, etnik bazda ferdiyetin ortaya çıkması ve gelişmesi olarak kabul edip, din(kardeşlik), kültür, tarih, ortak menfaat ve coğrafya (Vatan, Yurt) ortak temellerinde eşit onura sahip bir birlikte yaşama tecrübesine geri dönmek. Bir farkla: herkes, kendi özel ismini bilerek. Osmanlıda ben, sen yok, biz vardı(ümmet). Şimdiki “Biz”, ben ve sen’in kardeşliği ve yurttaşlığı ile kurulur. Avrupa’dan farkımız da, gücü yetenin zayıfı ezerek, asimile ederek oluşturduğu “Ulus” ve “Devlet” yerine, anayasal eşitlik ilkesine dayalı olarak oluşturulmuş “yurttaşlık/ vatandaşlık”, hatta isteyene “kardeşlik”dir. Birincinin “çağdaş” olduğunu biliyoruz da, hangisi daha medeni ve ahlaki (İslami)?
*Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi · Temel İslam Bilimleri Bölümü Kelam Ana Bilim Dalı
TİMETURK
|
|
|
|
Sayfayi öner |
Yorum Ekle |
|
Yorumlar(0) |
Oluşturma | 05 Eylül 2009 Cumartesi 12:40 |
|
|
|
|