Anne baba olmanın zorunluluklarından biri de “kontrollü tecrübe aktarımı”na “hakemlik” yapmaktır… Kontrollü tecrübe aktarımı hem zor, hem de zahmetli olduğu için, anne babalar daha çok çocuklarına (sözlü) “bilgi aktarımını” tercih etmektedirler.
Çocuklar, hiç tanımadıkları bu evrene geldiklerinde, bir yandan “şaşkın”, bir yandan da her şeyi “hemen öğrenme” arzusundadırlar. Onlar için “olamaz” diye bir şey yoktur. Her şey olabilir... Elindeki cam bardağı havaya atan çocuk, bardağın yere düşüp kırılacağını bilmesi için yer çekimi kanununu tecrübe etmesi gerekir. Ona göre bardağın havada durmaması için bir sebep yoktur.
Mesela siz, çok titiz bir annesinizdir. Ev dekorasyonuna çok önem vermektesinizdir. Salondaki “fiskos masanızın” üzerine serdiğiniz saten masa örtüsü ile aynı renkten çiçekli vazonuzun bir renk kombinasyonu oluşturmasının zevkini yaşıyorsunuzdur. Allı pullu, cicili bicili bir masa ve aynı tonlara yakın bir vazo… Oluşturduğunuz bu köşeniz, sizin dünyanızda, evinizin bütünlüğü ile uyum içinde bir değer ifade etmektedir. Hatta masanızın yanından gelip geçtikçe masa örtüsünü hafif düzeltir ve en ufak bir dağınıklığa meydan vermemeye çalışırsınız. Ama -ve ne yazık ki- o masa, o saten örtü ve üzerindeki o çok cicili-bicili vazo, çocuğunuz açısından hiçbir şey ifade etmeyebilir. Aslında, çocuğunuz açısından bakıldığında, oluşturmaya çalıştığınız o köşe, ne kadar alacalı bulacalı, süslü püslü ise, o kadar da merak edilecek bir yerdir. Çocuk, ne orijinal dede yadigârı vazonun kaç para olduğunu bilir… Ne de biraz sonra gelecek misafirlere evin dağınık bulunmasının ne anlama geldiğini... Onun için etraftaki her ilginç şey, bu garip gezegeni tanımak için el atılması gerekli olan bir “deney tahtası”dır. Düzen içinde hazırladığınız bu köşe ve üzerindeki vazo, çocuğunuzun kafasında birçok soru işaretinin oluşmasına sebep olabilir. Mesela “bu vazo havada nasıl duruyor?” diye düşünebilir. “Acaba, havada durma özelliği vazonun kendisinden mi, yoksa masa örtüsünden mi kaynaklanıyor?” diye düşünebilir… Bu sorusuna cevap bulmak için, masa örtüsünü ucundan çekebilir. (Masa örtüsünü çeken çocukların bir çoğu, masa üzerindekinin, masa örtüsü ile birlikte hala havada duracağını zannederek masa örtüsünü çekerler).
Anormallik girdabına henüz girmemiş hiçbir çocuğun niyeti, ortalığı dağıtmak ve kaos oluşturmak değildir. Onlar “hayatı tecrübe” ederek tanımaya çalışırken, vazoyu masadan düşürebilirler. Bu artık onlar için bir tecrübedir artık. Çocuk “vazonun altında masa olmadıkça, vazo havada durmuyormuş”u öğrenmiştir artık. Böylesi bir tecrübeyi kazanan çocuğa kızmak, bağırmak ve ceza vermek, çocuğun hayatı “tadarak” tanımasına engel olacaktır… Bir anne baba olarak yapılması gereken şey, “bırak kırsın”ı kabullenebilmektir.
Hayatı “bırak kırsın” diye değil de, “ben kırılacağını anlatayım” diye öğretmeye çalışan anne babaların çocuklarında, her ne kadar bilgi birikimi olsa da, tecrübe eksikliği olduğu için, hayatın diğer merdivenlerini tecrübe ile değil, birilerinden duyduğu bilgilere dayanarak çıkmaya çalışacaktır ki, bu da çocuğun “kişilik gelişimini” ve “irade gücünü” tehlikeye atmak demektir. “Bilgi ile hayatı tanıyan” çocuklar, “hayatı tadarak tanıyan” çocuklara nazaran daha “bilgisiz” ve daha “istikametsiz” olabilmektedirler… Hayatı bilgi ile öğrenen çocukların, “birilerine kanması” ve “kandırılması” daha kolaydır. O yüzden “feleğin çarkından geçme” deyimi çocuk terbiyesinde de büyük önem taşımaktadır.
Evli bir çift, çocuk sahibi olduğunda, yani yeni bir “dünyalı”yı evlerine “buyur” ettiklerinde, artık, bütün hayatlarını bu yeni dünyalıya göre ayarlamalıdırlar. Eski alışkanlıklar, ev dizaynları ve dekorasyonlar değişmelidir.
Çocuk ne kadar “dokunma yasak”lı bir evde büyümüşse, o oranda kendinden ve yapacağı işten tereddüt duyabilir. Eşyayı tanımada başarısız olabilir.
Bütün bunlar, tecrübesi sıfır olan çocuğun temel bilgi ihtiyaçlarıdır. Tatmak ve tanımak… Anne babanın görevi ise, “öğrenme” ve “hayatı tatma” konusunda merak dolu olan bu yeni dünyalıya, “kontrollü tecrübe akışını” sağlamak olmalıdır.
Yeni ve dünyalar tatlısı bir misafire “buyur” etmiş bir anne baba, evlerinin içindeki her şeyi çocuğa göre yeniden gözden geçirmelidir. Kırması ve kırılmaması gerekli olan eşyaları bu yeni dünyalıya göre seçmelidirler. Boyaması ve karalanması gerekli olan duvarların hangisi olduğuna karar vermelidirler… Videonun düğmesine basıldığında ekrana görüntü geldiğini sevinerek öğrenmesi… müzik setinin düğmesini açtığında evin içinin gürültüye boğulduğunu duymasına anne baba izin vermelidir… Bütün bu tecrübeleri geciktirmek, hem çocuk, hem de anne baba için bir gün hayatın zorlaşmasına sebep olabilir.
Mesela, nezaket ve hürmet ile kabul edildiğiniz bir aile dostunuzun evinde misafirliktesinizdir. Çocuğunuz, vitrin içindeki müzik setinin sesini bir açıp bir kapatarak, kendisine göre “akustik keşfe” çıkmıştır. Ancak bu bir açılıp bir kapanan ses, misafirlikte bulunduğunuz ortamı rahatsız etmektedir. Eğer, çocuğunuz, kendi evinizde, bu tecrübeyi yaşamamış ve tatmin olma noktasına kadar özgür bırakılmamışsa, o anda, anne babanın “dur”, “çek elini”, “bozarsın yapma” demesi pek bir şey ifade etmeyecektir. Ya da, masa olmadan, vazoların havada duramayacağı tecrübesini yaşamamış olan bir çocuk, komşunuzun, fiskos masası üzerinde duran “dede yadigârı” bir vazonun altındaki masa örtüsünü çekerek, vazonun yere düşmesine sebep olması, hem sizi mahcup edecek, hem de –belki- komşunuzun üzülmesine sebep olacaktır….
O yüzden, çocuk terbiyesinde anne babalara tavsiyemiz: “Bırakın tecrübeyi sizinle birlikteyken yaşasınlar… Bırakın kırsınlar… Bırakın tatsınlar”…
Pedagog Adem Güneş |