YÖK Başkanı Yekta Saraç, “YÖK akademisyenler üzerinde baskı unsuru” yorumlarının artık son bulacağını söyledi.
Eski cumhurbaşkanları Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül döneminde de Yüksek Öğretim Kurumu’nda (YÖK) görev yapan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2014 yılında kurumun başına atanan Prof. Dr. Yekta Saraç, bugün’e konuştu. YÖK ile ilgili “devrim” niteliğinde düzenlemeler yapan Saraç, kurumun değişen yapısını ilk kez gazetemize açıklıyor.
Saraç, “Yıllardır dile getirilen ‘YÖK akademisyenler üzerinde baskı oluşturuyor’ algısını ortadan kaldırıyoruz. Artık rektör ve dekanlar dışında kalan akademik ve idari personele ilişkin tüm disiplin işlemlerinin yürütülmesini ve karara bağlanmasını üniversitelere bırakacağız” dedi. Saraç, FETÖ ile mücadelenin de büyük bir kararlılıkla sürdüğünü aktararak “Sistemi biz adalet temelinde işletirsek işte o zaman akademiyi art niyetli toplum mühendisliğine hedef olmaktan ve devletin kurumlarını ele geçirme düşüncesine sahip yapıların tecavüzünden koruyabiliriz” diye konuştu. “Baskıcı” bir kurum olarak lanse edilen YÖK için bu yorumun doğruluk payı nedir?
Birçok kararı üniversitelerin kendilerine bıraktık. En önemli ve radikal olanı disiplin soruşturmaları ile ilgili. Yıllardır ‘YÖK soruşturmalar açıyor. Öğretim üyeleri, akademisyenler üzerinde baskı oluşturuyor’ deniliyordu. Bu, YÖK’ün en fazla eleştirildiği nokta idi. Bu kapsamda YÖK olarak atama süreçlerinde bizim de rol oynadığımız rektör ve dekanlar dışında kalan akademik ve idari personele ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütülmesinin ve karara bağlanmasının üniversitelere bırakılmasını amaçlayan bir yasa taslağı önerisi hazırladık ve hükümete sunduk. Aslında bunlar üniversitelerin YÖK ile olan ilişkilerinde devrim gibi adımlar.
Ancak ilginçtir ki biz yetki devrettikçe bazen öğrencilerden bazen araştırma görevlilerinden bazen de öğretim üyelerinden eleştiri alıyoruz; neden bu yetkilerinizi devrediyorsunuz diye. Hatta ‘YÖK yok olsun!’ diye gösteri düzenleyen sendikalar bile ‘YÖK’ün akademisyenler üzerindeki soruşturma yetkisini üniversitelere devretmesine karşı çıkıyor. Fakat biz kararlıyız, bu bir süreç ve sürdüreceğiz. YÖK kaldırılacak mı?
Bu söylemler var. YÖK anayasal bir kurumdur. Anayasa değişikliğinde bu konuyla ilgili bir uzlaşma söz konusu olursa Anayasa koyucu, yetkisini kullanır, bu kurulu da kaldırır. Başka kurulları, kurumları bakanlıkları da kaldırabilir. Bunun süreci bizim dışımızdadır. Ama biz YÖK kalkıncaya kadar, yani anayasal değişiklik yapılıncaya kadar görevimizin başındayız. Fakat YÖK kaldırılırsa onun yetkileri ne olacak. Bu yetkiler buharlaşmayacağına göre ancak bir başka yere nakledebilirsiniz. Eğer bu konuda titiz davranılmaz, öncesinde gerekli düzenlemeler yapılmaz ve popülizm tercih edilirse toplum 1 YÖK yerine 185 YÖK ile karşılaşabilir. Bu takdirde de mesela eğitimde kaliteye ilişkin şikayet edeceğimiz bir mercii bile bulamayabiliriz. Türkiye’de, pek çok sorun yasalardan değil uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Kalite Kurulu ve Yüksek Planlama Kurulu gibi eğitim sistemini emniyete alan yapılar kurulmalı. YÖK yetkileri anlamında küçülmeli fakat bunlar aceleye getirilmemeli. Paralel Devlet Yapılanması/FETÖ ile mücadelede YÖK ne yapıyor?
Devletin hassas olduğu her konuda anayasal bir kurul olan YÖK de hassasiyet gösteriyor. Bu hususta tedbirler alınıyor. Böyle de olmalıdır zaten. Ama şu unutulmamalı. YÖK’ün bu gibi denetleme soruşturma konularında kapasitesi son derece yetersiz. Bizim denetleme birimimiz 31 yıl önce akademik ve idari aksaklıklara yönelik kurgulanmış ve halen de o durumda. Fakat bizim son dönemde yapmış olduğumuz düzenlemelere dikkat edildiğinde doktora ve doçentlik unvanlarının kazanımlarına dair şikayetler, yurtdışından alınan unvanların Türkiye’de kullanılmasındaki yanlışlar, asistan alımlarındaki keyfiliğin kaldırılmasına yönelik atılan adımlar, yurtdışından alınan diplomaların denklikleri konularında suistimal yollarının kapatılması gibi pek çok konuda sistemin boşluklarını kapattığımızı göreceksiniz. Üst yöneticilerin seçilmesinde gösterilen titizlik de görülmeli.
Ayrıca biliyorsunuz, üniversitelerin verdiği diplomaların sorgulandığı bir sistemi bütün kamuya açtık. Sisteme altı milyonu aşkın diploma girildi, girilmeye devam ediyor. Bu ne denli önemli bir gelişme, konuyu bilen bilir. Sistemi biz adalet temelinde kurgular ve işletirsek işte o zaman akademiyi art niyetli toplum mühendisliğine hedef olmaktan ve devletin kurumlarını ele geçirme düşüncesine sahip bu gibi yapıların tecavüzünden koruyabiliriz. Biz konuya slogan ve retorik düzeyinde yaklaşmıyoruz, ciddiyet ve samimiyet ile gerekli düzenlemeleri yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. YÖK nasıl bir hizmet sunuyor?
Dekanları kendi alanlarına göre bakanlıklarla bir araya getirdik. Önümüzdeki günlerde ziraat, veterinerlik ve su ürünleri fakültesi dekanları da Sayın Bakan Faruk Çelik’le bir araya gelecekler ve sorunlarımız en üst düzeyde müzakere edilecek. Yıllardır Yükseköğretimde konuşulan fakat gerçekleştirilmesi için cesaretli adım atılmayan hususlara girdik.
Üniversite sanayi işbirliğini konusu bunlardan sadece birisi. Bu konuda temayüz eden üniversitelerimizi, ilgili bakanlık ve kamu kurumlarının temsilcilerini, MÜSİAD ve TÜSİAD gibi yapıları daimi bir komisyonda buluşturduk. Bunlar daha önce YÖK’te olan şeyler değildi. Bazı üniversitelerimizin araştırma kapasiteleri çok iyi. Diğer taraftan da sanayinin üniversitelerden bir takım beklentileri var. Bu beklentilerin ve kapasitelerin YÖK çatısı altında buluşmasına da ülkenin ihtiyacı var. Bu nedenle üniversite sanayi işbirliği daimi komisyonunu devreye soktuk. HER ÜNİVERSİTE BÖLGESİNDEKİ ZENGİNLİĞİ KULLANACAK
Üniversitelerin kapasiteleri nasıl kullanılıyor? Kalkınma Bakanlığımızla birlikte yürüttüğümüz bir projemiz var. Üniversitelerin bölgesel kalkınmaya katkılarını öne çıkarmak. Bu aynı zamanda üniversitelerin ihtisaslaşmasına yönelik bir sürecin başlamasıdır. Nihai noktada her üniversitenin bir diğerinin kopyası olmasından çıkmasını ve toplum için farklı değerler üretebileceği birer kurum haline dönüşmesini amaçlıyoruz.
Üniversitelerimiz uluslararası düzeyde başarı sağlayan az sayıdaki üniversitelerimizi taklide çalışıyor. Bu bazılarını baştan kaybedecekleri bir yarışa sürüklüyor ve ülke kaynakları verimli kullanılamıyor. Üniversitelerimizin kapasiteleri, bölgenin potansiyeli ile birleşmeli. Mesela iki gün önce Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’ni ziyaret ettik. Bu üniversite o bölge için İstanbul, Ankara üniversitelerinin üretemeyeceği değerler üretebilir. Son yıllarda gösterdiği büyük gelişme ve gelişmiş altyapısı bölgenin potansiyeli ile birleştiği takdirde kazanan öncelikle bölgedir, ama asıl kazanan memleketimiz olacaktır.
|