Yusuf Kaplan
Bediüzzaman'ı dünyanın düşünce ufkuna taşımak
Bir medeniyet, o medeniyete asliyetini, hüviyetini, asaletini ve şahsiyetini veren ruhunu yitirdiği ân inişe geçer; tökezler ve düşe kalka hayatta kalmaya çalışır; ama nafile.
Peki, ruh, ne zaman biter? Kendisini var kılan vasatı ve bu vasatı var kılan vasıtaları, yani medeniyetin ruhuna hayat veren, hayatiyet kazandıran sembollerini, üslûbunu, kısacası "dil"ini (vasatı oluşturan iki dil'i) yitirdiği zaman.
Ruhunu ve dil'ini yitiren bir medeniyet varolamaz; nasıl varolması gerektiğini bilemez. Bu medeniyetin çocukları ise, başkalarının, bambaşka vasatlarda geliştirdikleri "dil"leri konuşur; tarihte tatile çıkar, başkalarının yaptıkları tarihte oraya buraya sürüklenirler. Hiçbir zaman özne (üreten) olamaz; sadece nesne (tüketen) olurlar. Ortaya çıkan şey, bön ve berbat karikatür tipler ve durumlardır. Aşağılık kompleksi her bir tarafı kaplar artık.
Aşağılık kompleksinin ürünü olan özgüven kaybı, Batı-dışındaki bütün toplumların temel varoluş sorunlarıdır. Özgüveni kaybolan toplumlar, gücü, güçlü olanı ve güç üreten her şeyi kutsarlar ve her türlü gücün önünde boyun eğmekte bir sakınca görmemeye başlarlar: Kişilikleri, ahlâkları aşınır. Hiçbir şeye öncülük edemezler.
Özgüveni kaybolan toplumlar, esen rüzgârların önünde sürüklenirler. Rüzgârlar, büyük fırtınalara dönüştüğü zaman, yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamazlar.
Seküler Batı uygarlığı, Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana bütün dünya üzerinde böylesine yok edici, her şeyi kasıp kavurucu bir fırtına estirmektedir. Bu fırtına, bütün insanlığın, dünyamızın, kültürlerin ve medeniyetlerin varlığına kastedecek kadar barbar boyutlar kazanmıştır. Bugün, Filistin'de ve Lübnan'da işlenen katliam ve cinayetler bunun en son örnekleridir.
İşte Bediüzzaman, Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana insanlığın varlığına kasteden seküler saldırının bütün dünyada, insanı "kevn" (oluş) sürecinden koparıp "fesad" (adım adım insanî özelliklerini kaybederek yokoluş) serüvenine sürükleyeceğini görmüş ve bu fesadın nasıl aşılabileceğne ilişkin (büyük bir bedel ödeyerek, her türlü fedakârlığa katlanarak) bu topluma ve dünyaya esaslı bir ruh üflemiştir.
Modern tarihte, insanı fıtratından uzaklaştırarak ifrat ve tefritler arasında yuvarlanan barbarlaşabilen ve bencilleşebilen insanaltı bir varlığa dönüştüren, insanın varlığına saldıran bu yakıcı ve yıkıcı sorunu, yakın tarihimizde bütün boyutlarıyla yalnızca Bediüzzaman görmüş, iliklerine kadar hissetmiş ve sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa kuşatıcı ve varedici esaslı ruhu bütün boyutlarıyla yalnızca Bediüzzaman üflemiş, bütün insanlığa esaslı şeyler söyleyebilecek ilk kapsamlı medeniyet projesini Bediüzzaman geliştirmiş; İslâm ilim ve düşünce geleneğinin yanısıra insanlık tarihini de seferber ederek bu projenin gramerini çıkarmıştır.
Bediüzzaman'ın gördüğü şey şuydu: Seküler meydan okuma, insanlığı, her şeyi izafileştirerek alt üst edecek, insanın, dünyanın ve kâinâtın varlığını da tehdit edecek büyük bir deizm çukurunun eşiğine fırlatmaktadır. İnsanlık tarihinde ilk kez bu kadar ürkütücü sonuçları olan bir deizm (kısaca, inançsızlık, paganizm) sorunu yaşanmaktadır; bu sorun, ilâhî sözün ve peygamberî soluğun tarih dışına itilmesine yol açacak; dolayısıyla bu durum, bütün dünyayı çözücü, barbarlaştırıcı yeni paganizm biçimlerinin eşiğine fırlatacaktı.
O yüzden Bediüzzaman iman hakikatleri üzerinde yoğunlaşmış; insana, ancak kendisine teklif edilen emaneti mükellef bir şekilde yüklendiği zaman dünyanın ve insanın emniyetini teminat altına alabileceğini hatırlatarak esaslı bir ruh üflemişti.
Bediüzzaman'ın üflediği ruh, önce Türkiye'de, sonra da Nur Talebeleri'nin yılmak bilmez cehdleri neticesinde bütün dünyada karşılık bulmaya başlamıştır.
Asıl yapılması gereken şey, bundan sonradır: Bediüzzaman'ın geliştirdiği medeniyet projesinin şifrelerini deşifre etmek ve bunu dünyanın entelektüel ufkuna taşıyabilecek yetkin düşünürler, sanatçılar, yazarlar yetiştirmektir.
Bediüzzzaman gibi sistematik düşünce üretmeyen ve çağımızın Gazali'si olan büyük düşünürler, ancak bir yüzyıl sonra düşünce dünyasında tam olarak keşfedilebilirler. O zaman artık gelmiştir. Bundan sonra, Bediüzzaman'ı ülkemizin ve dünyanın düşünce ufkuna ve idrakine sunmak zorundayız.
Bir medeniyet, o medeniyete asliyetini, hüviyetini, asaletini ve şahsiyetini veren ruhunu yitirdiği ân inişe geçer; tökezler ve düşe kalka hayatta kalmaya çalışır; ama nafile.
Peki, ruh, ne zaman biter? Kendisini var kılan vasatı ve bu vasatı var kılan vasıtaları, yani medeniyetin ruhuna hayat veren, hayatiyet kazandıran sembollerini, üslûbunu, kısacası "dil"ini (vasatı oluşturan iki dil'i) yitirdiği zaman.
Ruhunu ve dil'ini yitiren bir medeniyet varolamaz; nasıl varolması gerektiğini bilemez. Bu medeniyetin çocukları ise, başkalarının, bambaşka vasatlarda geliştirdikleri "dil"leri konuşur; tarihte tatile çıkar, başkalarının yaptıkları tarihte oraya buraya sürüklenirler. Hiçbir zaman özne (üreten) olamaz; sadece nesne (tüketen) olurlar. Ortaya çıkan şey, bön ve berbat karikatür tipler ve durumlardır. Aşağılık kompleksi her bir tarafı kaplar artık.
Aşağılık kompleksinin ürünü olan özgüven kaybı, Batı-dışındaki bütün toplumların temel varoluş sorunlarıdır. Özgüveni kaybolan toplumlar, gücü, güçlü olanı ve güç üreten her şeyi kutsarlar ve her türlü gücün önünde boyun eğmekte bir sakınca görmemeye başlarlar: Kişilikleri, ahlâkları aşınır. Hiçbir şeye öncülük edemezler.
Özgüveni kaybolan toplumlar, esen rüzgârların önünde sürüklenirler. Rüzgârlar, büyük fırtınalara dönüştüğü zaman, yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamazlar.
Seküler Batı uygarlığı, Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana bütün dünya üzerinde böylesine yok edici, her şeyi kasıp kavurucu bir fırtına estirmektedir. Bu fırtına, bütün insanlığın, dünyamızın, kültürlerin ve medeniyetlerin varlığına kastedecek kadar barbar boyutlar kazanmıştır. Bugün, Filistin'de ve Lübnan'da işlenen katliam ve cinayetler bunun en son örnekleridir.
İşte Bediüzzaman, Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana insanlığın varlığına kasteden seküler saldırının bütün dünyada, insanı "kevn" (oluş) sürecinden koparıp "fesad" (adım adım insanî özelliklerini kaybederek yokoluş) serüvenine sürükleyeceğini görmüş ve bu fesadın nasıl aşılabileceğne ilişkin (büyük bir bedel ödeyerek, her türlü fedakârlığa katlanarak) bu topluma ve dünyaya esaslı bir ruh üflemiştir.
Modern tarihte, insanı fıtratından uzaklaştırarak ifrat ve tefritler arasında yuvarlanan barbarlaşabilen ve bencilleşebilen insanaltı bir varlığa dönüştüren, insanın varlığına saldıran bu yakıcı ve yıkıcı sorunu, yakın tarihimizde bütün boyutlarıyla yalnızca Bediüzzaman görmüş, iliklerine kadar hissetmiş ve sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa kuşatıcı ve varedici esaslı ruhu bütün boyutlarıyla yalnızca Bediüzzaman üflemiş, bütün insanlığa esaslı şeyler söyleyebilecek ilk kapsamlı medeniyet projesini Bediüzzaman geliştirmiş; İslâm ilim ve düşünce geleneğinin yanısıra insanlık tarihini de seferber ederek bu projenin gramerini çıkarmıştır.
Bediüzzaman'ın gördüğü şey şuydu: Seküler meydan okuma, insanlığı, her şeyi izafileştirerek alt üst edecek, insanın, dünyanın ve kâinâtın varlığını da tehdit edecek büyük bir deizm çukurunun eşiğine fırlatmaktadır. İnsanlık tarihinde ilk kez bu kadar ürkütücü sonuçları olan bir deizm (kısaca, inançsızlık, paganizm) sorunu yaşanmaktadır; bu sorun, ilâhî sözün ve peygamberî soluğun tarih dışına itilmesine yol açacak; dolayısıyla bu durum, bütün dünyayı çözücü, barbarlaştırıcı yeni paganizm biçimlerinin eşiğine fırlatacaktı.
O yüzden Bediüzzaman iman hakikatleri üzerinde yoğunlaşmış; insana, ancak kendisine teklif edilen emaneti mükellef bir şekilde yüklendiği zaman dünyanın ve insanın emniyetini teminat altına alabileceğini hatırlatarak esaslı bir ruh üflemişti.
Bediüzzaman'ın üflediği ruh, önce Türkiye'de, sonra da Nur Talebeleri'nin yılmak bilmez cehdleri neticesinde bütün dünyada karşılık bulmaya başlamıştır.
Asıl yapılması gereken şey, bundan sonradır: Bediüzzaman'ın geliştirdiği medeniyet projesinin şifrelerini deşifre etmek ve bunu dünyanın entelektüel ufkuna taşıyabilecek yetkin düşünürler, sanatçılar, yazarlar yetiştirmektir.
Bediüzzzaman gibi sistematik düşünce üretmeyen ve çağımızın Gazali'si olan büyük düşünürler, ancak bir yüzyıl sonra düşünce dünyasında tam olarak keşfedilebilirler. O zaman artık gelmiştir. Bundan sonra, Bediüzzaman'ı ülkemizin ve dünyanın düşünce ufkuna ve idrakine sunmak zorundayız.
|