Okçuluk, Türklerin meşhur sporlarındandır. Çok eski zamanlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla bahsetmişlerdir. Türkler kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu. Süratle giden bir atın üzerinden hedefe isabetli ok atarlardı. Okmeydanı'nda kurulan meşhur kemankeşler ocağı, 15 ve 16. asırda emsalsiz üstatlar yetiştirmiştir. Bu arada lodos, poyraz, gün doğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi istikametlerde esen rüzgarlara göre atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar erişilemeyecek kadar yüksektir.
İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Araplar ve Türkler, yaycılık ve ok atmada çok ileri seviyeye ulaşmışlardı. İslamiyet'ten önceki ustalıklarını Müslüman olduktan sonra daha da geliştiren Araplar arasında, uzakta, hareket halindeki bir ceylanı anında vurabilen kimselere "rammet-ül hadak" (gözünden vurucu) denilirdi. Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve cennetle müjdelenmiş olanlardan biri olan Sa'd bin Ebi Vakkas, okçuların piri idi. İslamiyet yolunda ilk ok atan o olup çok nişancıydı.
ESKİ TÜRKLERİN MİLLİ SİLAHI
Ok, eski Türklerde de milli silah olarak kabul edilmekte, çeşitli destan ve halk hikayelerinde ondan bahsedilmektedir. Okun aynı zamanda sembol olarak kullanıldığı da olmuştur. Oğuzlar, Bozoklar ve Üçoklar diye iki, Göktürkler de on oklar diye on büyük kola ayrılmışlardı. Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen oklar, Türklerin ok yapımında çok maharetli olduklarını göstermektedir. Dede Korkut hikayelerinde bir Türkün alp, yani kahraman olabilmesi için, uçan kuşları ok ile düşürmesinin de şart olduğu belirtilmektedir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, hususi mektuplarında, ok ve yayı tuğra olarak kullanıyordu.
OSMANLI'DA OKÇULUK
Osmanlılar zamanında okçuluk büyük bir ehemmiyet taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi devlet seviyesinde ele alınmıştır. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok önemli rol oynamışlardır. Özellikle Birinci Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi ve 1521 Belgrad Muhasarası'nın zaferle neticelenmesinde bu birliklerin payı çok büyük olmuştur. Böyle güçlü birlikler teşekkül ettirebilmek için ok tlimleri ve müsabakalarının yapıldığı ok meydanları düzenlenmiştir.
İlk olarak Orhan Bey Bursa'da, sonra Yıldırım Beyazıt Gelibolu'da, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'da gemileri karadan Haliç'e indirdiği yerde ve Yavuz Sultan Selim de Yenibahçe'de ok meydanları inşa ettirmişlerdir. İstanbul'daki ok meydanlarının sayısı otuz civarında idi. Belgrad, Üsküp, Edirne, Bağdat, Kahire, Amasya, Şam, Diyarbakır ve Cidde gibi daha birçok yerde de ok meydanları bulunuyordu.
ŞAMPİYON 'KEMANKEŞLER'
Bu meydanlarda ok talimlerinden başka koşular, pehlivan güreşleri ve diğer atletizm müsabakaları da yapılırdı. Divan şairleri usta sayılan kemankeşler (okçular) için methiyeler, şiirler yazarlar, rekor sayılan atışlarda nişantaşları dikilirdi. Üçüncü Sultan Selim'in attığı okun düştüğü yere dikilen menzil taşı bugün hala yerindedir. İkinci Beyazıt Han, Genç Osman, Dördüncü Murad, Dördüncü Mehmed Han, Üçüncü Selim Han, İkinci Mahmud Han ve Sultan Abdülaziz Han gibi padişahlar, kabri Ok Meydanı'nda olan Damad İbrahim Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Kemankeş Ahmed Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa gibi vezirler, okçulukta zamanlarının şampiyonu idiler.
TEKKE SPORU
Ok talimleri rüzgarın yönüne göre yapıldığından, böyle her rüzgara maruz yerler meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımı ile uğraşanlara "ihtiyar" denilirdi. Her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu "şeyhü'l-meydan" diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü'l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan müsaade alırlardı. Şeyhü'l-meydan ile menzil ihtiyarı ve mütevelli, meydanın ve okçuluğun bütün meselelerini, ihtilaflarını çözerlerdi. Burada talim yapanların imtihanlarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi.
Üç yüz metreye ok atabilen okçu, "kemankeş" unvanını alırdı. Okçuluk tekkesi, her sene altı mayısta ok talimlerine başlamak için açılır, pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere talimler altı ay devam ederdi. Okçular, müsabakalarına "koşu" derlerdi. Okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra müsabaka başlardı.
Atışlar mesafe atışı ve "hedefe atış" olmak üzere iki çeşitti. Bir de zarp vurma denilen sert cisimleri delme yarışı vardı. Hedefe atışlarda, hedef tabla veya "puta" denilen kalın meşinden yapılmış ve içi saman dolu cisimlerdi. Tabla iki ayak üzerine tespit edilir. İsabeti haber vermek için etrafına çıngıraklar konulurdu. Menzil atışına katılanlar meydan sorumlularından olan ihtiyarlar ki "azmayiş" denilen okları kullanırlar, dokuz yüzcüler, binciler ve bin yüzcüler diye dörde ayrılırlardı. Seksen gez aralıkta dikilmiş iki bayrak arasına düşmeyen oklar müsabaka haricinde tutulur, oku en uzağa atan kemankeş müsabakayı kazanırdı.
PARÇALANAN REKORLAR
Tarihte meşhur kemankeşlerin menzil dereceleri şöyledir:
Tozkoparan İskender 1281 gez (845,4 m), Arap kemankeş 1124 gez (741,8 m), Subaşı Sinan 1109 gez (731,9 m), Havandelen 1235 gez (815,1 m,), Kazzaz Ahmed 1037 gez (684,4 m), Benli Karagöz 1161 gez (766,2 m), Deve Kemal 1205 gez (795,3 m), Çullu Ferruh 1223 gez (807,1 m) Kaptan Sinan 1232 gez (813,1 m), Bursalı Şela 1271 gez (838,8 m) Solak Bali 1239 gez (817,7 m) (Bir gez 66 cm'dir)
Okçular ok atarken, sol dizlerini yere koyup sağ dizlerini kaldırırlar "Ya Hak" diye sala verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Kazanan kemankeşin boynuna çaprazvari şal takılır. Okçular tekkesine götürülürdü. Şeyhü'l-meyadin de kazanana iltifat ederdi. Müsabakalarda mükafat koymak, sadece padişahlara, vezirlere ve şeyhü'l-meydanlara mahsustu.
Her yıl binlerce kemankeş yarışırdı. Topkapı Müzesindeki bir belgede, 1671'de sadece Ok Meydanı'nda 3 bin 375 kemankeşin ok attığı belirtilmektedir. Okçular, kullandıkları aletlere hürmet ederler, talim veya müsabakalardan sonra yay ve oklarını tekkedeki dolaplarına koyarlardı. Okçuluk tekkeleri iki odadan müteşekkil olup birinde sohbet edilir diğerinde ise yemekler yenirdi. Okçuluk sporunun ve tekkelerinin kendilerine ait kuralları olup, bunlara riayet etmeyenler, kemankeşlikten men edilmeye kadar varan birçok müeyyidelere tabi tutulurlardı.
İstanbul, Edirne, Bursa gibi pek çok şehirde ok imalatçıları büyük çarşılar halinde toplanmışlardı. Osmanlı ordusunun ok ihtiyacını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından imal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Padişahı ise, dört yüz okçu muhafaza ederdi.
OKUN ÖZELLİKLERİ
Okun, sap ve ucu sivri bir demir başlıktan müteşekkil olup, uzunluğu, ağırlığı ve genişliği yaya göre değişmektedir. Her ok her yayda kullanılmayıp, yayın ağırlığı azaldıkça okun ağırlığı da azalır. Mesela altı dirhem ağırlığındaki ok, yüz dirhem, beş dirhem ağırlığındaki ok da doksan dirhem ağırlığındaki yay ile atılır. Yay, kıvrık ve esnek bir cisim olup, iki ucuna bağlanan ipin gerilemesiyle oku fırlatmaktadır. Eskiden manda boynuzundan yapılırken daha sonra ağaç, maden ve başka değişik maddelerden de yapılmıştır.
Okun baş tarafını teşkil eden ok başı, önceleri de çakmak taşından yapılırdı. Sonra bunun yerini bronz, demir ve çelikten mamül maddeler almaya başladı. Ok başı küçük, kemikli olanlara "peşrev" denilmektedir. Okun ucundaki sivri demir, kemik gibi sert maddeler, okun havada baş tarafının önde uçmasını, çarptığı yere derin girmesini sağlamaktadır. Okun bu parçasına "temuren, temren" denilmektedir.
Ok sapının arka ucunda, yay ipinin üzerinde durmasına ve ipi kuvvetle çekmeye yarayan bir kertik bulunur. Sap üzerindeki "yelek" denilen kuş tüyleri ve kanatçıklar, okun havada düzgün uçmasını sağlamaktadır. Zırhlı elbiseleri delmek için sapa bağlanan ve kurşun topuzlar ile takviye edilen oklara 'kurşunlu ok' denilmektedir.
Ok, boy itibariyle; tarz-ı has, kiriş endam ve şem endam olmak üzere üç çeşittir. Tarz-ı has, ok sapının boğazı ince ve uzunluğunun üçte bir yerinden başlayarak kalınlaşan, sonra da baldıra doğru incelen oklara denilmektedir. Boğazı, göğsü ve baldırı aynı incelikteki oklara "kiriş endam" boğazı ince, uzunluğunun üçte biri tok ve sonra giderek inceleşen oklara da "şem endam" denilir. Ok boyları, 20 santim ila 2 metre arasında değişmektedir.
OKUN YAPILIŞI
Ok, çam ve gürgen başta olmak üzere muhtelif ağaçlardan, kamıştan yapılır. Kayın ağacından yapılanlara "hadenk" denir. Ağaçlar önce kurutulup, sonra ikişer santim kalınlığında kesilir ve "kuştere" denilen aletle düzeltilir. Bu vaziyette iki ay durduktan sonra mutedil hararetli bir fırında sararıncaya kadar bırakılır. Fırınlama meselesi çok mühimdir. Çünkü hararet fazla olursa ağaçlar yanıp kavrulabilir. Az olunca da ağırlığını muhafaza edip hareketi yavaşlatabilir. Fırından çıkartılan ağaçlar havadar ve rutubetsiz bir yerde on gün sonra yine rutubetsiz bir mahzende üç-beş sene bekletilip ok yapmaya uygun hale getirilir. En kıymetli oklar, Çanakkale'nin Bayramiç kazası Çavuş Köyü yakınındaki Kumunç Dağı'ndan kesilen çamlardan yapılırdı.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE OKÇULUK
Osmanlının son zamanlarına doğru, özellikle İkinci Mahmud Han zamanında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, 1923-1937 yılları arasında, eski Türk okçularının ailelerinden gelen üç-beş kişi, aralarına hevesli gençleri de alarak, İstanbul'un çeşitli semtlerinde ok atışları yapmışlar ve geleneksel sporu yürütmeye çalışmışlardır.
Türk okçuluk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan'ın ikinci kuşak torunları olan İbrahim ve Bekir Özok ile, Türk okçuluğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani'nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Müdürü ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter'in girişimleri sonucu kurulan Okspor Kurumu adındaki kulüp, Cumhuriyet döneminin ilk ciddi adımı olmuştur.
ATATÜRK'ÜN DİREKTİFİ
İstanbul Beyoğlu Halkevi'nde, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifiyle, milli spor okçuluğu yeniden canlandırmak amacıyla 1937 yılında kurulan bu kulüp, Atatürk'ün ölümünden sonra himayesiz kalarak dağıldı. İlk bayan okçu olan Betül Diker (Or), o yıl yapılan 19 Mayıs gösterilerindeki atışları ile Atatürk'ün dikkatini çekmiş ve Ulu Önder, Halim Baki Kunter'e, "Bu kız ile ilgilenin" talimatını vermiştir.
Cumhuriyet döneminde okçuluğun yok olmaya yüz tuttuğu yaklaşık 15 yıllık bir süreyi takiben, eski okçulardan Bahir a Özok'un oğlu Fazıl Özok, 1953 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile temas sağlayarak desteğini almış ve okçuluk sporu Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesine alınarak, Atıcılık Federasyonu'na bağlanmıştır. Türkiye, 1955 yılında, bugün 121 üyesi bulunan Uluslararası Okçuluk Federasyonu'na 16. üye olarak katılmıştır.
OKÇU SAYISI, 35'DEN 3 BİNE
Okçuluğun, 1961 yılında ayrı bir federasyon olarak örgütlenmesinden sonra ilk kez uluslararası yarışmalara katılmaya başlayan Türk okçuları, federasyon organizasyonundaki eksiklikler sebebiyle, ne yazık ki, uzun yıllar başarılı olamamışlar, malzeme, tesis, teknik adam gibi sorunlar sebebiyle okçuluk, yurt düzeyine de yeterince yayılamamıştır.
1 Ocak 1982 tarihi itibariyle sadece 35 olan lisanslı sporcu sayısı, o günden bu yana izlenen yeni bir yönetim anlayışı ile günümüzde 3 binlere ulaşmış, daha da önemlisi, sporcu kalitesi hızla yükseltilerek, önemli tüm uluslararası yarışmalarda Türkiye imajının en üst noktalara çıkarılması mümkün olmuştur.
Bugün Türk sporcuları, tüm büyük okçuluk organizasyonlarında dereceye girmenin mutluluğunu yaşamakta, Olimpiyat, Dünya ve Avrupa rekorlarına sahip bulunmakta, Türkiye Okçuluk Federasyonu ise, tüm dünya okçularına hizmet vermenin haklı gururunu duymaktadır.
Antalya'daki, dünyanın birkaç önemli okçuluk tesisinden birisi olan 100. Yıl Okçuluk Sahası ile bölgenin elverişli iklimi ve muhteşem tabiatı birleşince, dünya okçuluğunun kalbi, bu güzel kentte atmakta, birçok yabancı sporcu sezona Antalya'da hazırlanmaktadır. Dünyanın en iyi okçuluk antrenörlerinden birisi olan Mario Codispoti'nin Türkiye'ye gelmesi de okçuluğun gelişim sürecini hızlandırmıştır.
Bugün faal 4 uluslararası hakeminin dünyanın tüm önemli yarışmalarında görev yaptığı Türkiye, okçuluk sporunda yapmış olduğu büyük atılım sonucunda, dünya ve Avrupa okçuluğunun yönetiminde de etkin görevler üstlenmekte, sahip olduğu büyük teknik imkanları tüm dünya için seferber etmektedir.
..:^:..
Okçuluk Eğitimi Yaygınlaşıyor
Mersin Valiliği tarafından sokakta çalışan çocuklara yönelik olarak başlatılan spor eğitimi çalışmalarına, Üniversitemiz Spor Kulübü’nden de destek geldi.
Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü önderliğinde yürütülen çalışmalar, Üniversitemiz Spor Kulübü’nün yanı sıra ÇOGEM (Çocuk ve Gençlik Eğitim Merkezi) ile Mersin’de spor alanında faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların işbirliğiyle sürüyor. İşbirliği kapsamında çocuklara atletizmden okçuluğa, sporun çeşitli branşlarında eğitim veriliyor.
Okçuluk alanında eğitim, Üniversitemiz Spor Kulübü Okçuluk antrenörü Aytekin Ataş tarafından veriliyor. 11 Kasım 2006 tarihinde Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nda ilk çalışmalarını başlatan Üniversitemiz Spor Kulübü, yaklaşık 20 çocuğa okçuluk eğitimi verdi. Yıl boyu devam etmesi planlanan spor eğitimi ile çocukların spor yoluyla rehabilite edilerek topluma kazandırılması hedefleniyor.
Geçen yıldan bu yana ÇOGEM’li çocuklara değişik zamanlarda okçuluk eğitimi verdiklerini ifade eden Aytekin Ataş, “Valilik tarafından başlatılan ve kurumlar arası işbirliği içerisinde yürütülen bu çalışmada özellikle okçuluk branşının yer alması bizleri sevindiriyor. Böylesi bir çalışma, bir yandan çocukların bedensel ve ruhsal gelişimlerine olumlu katkı sunarken, diğer yandan okçuluk sporunun yaygınlaştırılmasına olanak sağlıyor” diye konuştu.
|