Bakın şöyle bir yakın çevrenize, sonra da kendinize. Ne kadar çok kişi yaptığı işten mutsuz. Ne kadar çok kişi şikayetçi…
Kendimizden çok sanki başkalarının hayatını yaşıyoruz. Onların düşüncelerine göre şekillendirdiğimiz hayat denen elimizdeki en değerli varlığımız da eriyip gidiyor kendi elimizden.
Ölüm ise bizi bu derin uykudan uyandıran belki de en sert tokat.
Sevdiğimiz bir yakınımızın cenazesinde yanımızdakilerden duymaz mıyız hep, hatta bazen de söyleyen biz olmaz mıyız “değer mi bunca strese, üzüntüye… Artık daha az izin vereceğim başkalarının beni üzmesine, dert etmeyeceğim hiçbir şeyi… Mutlu olduğum insanlarla daha fazla vakit geçireceğim, keyif aldığım işlere daha fazla odaklanacağım. Yarın ben de bu tabutun içinde olabilirim.”
Bir uyanış adeta. Ne yazık ki günün koşturmacasına girene kadar süren, kısacık ömürlü bir tokat… Oysa hayatımızın akışını değiştirecek radikal kararlar vermek için kocaman bir fırsat olabilir bu tokat.
Tıpkı Steve Jobs’ın dediği gibi;
“Her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları - tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir. Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın.
Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.
Gerekirse dünyanın sana sunduklarından vazgeç, hatta okula bile gitmeyebilirsin ancak asla maceracı ruhundan taviz verme. Yüreğinin ve sezgilerinin sesini dinle; onlar seni yanıltmaz. Neyi sevdiğini bul. Aşık olacağın, büyük bir tutkuyla inanacağın işin sana zaten istediğin başarıları getirecek. Yılma. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksın. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek.”
Bir şeyleri değiştirmemiz gerektiğini anlamak için de bir yakınımızın ölmesini veya bizim ölümle burun buruna gelmemize gerek yok. Steve’in kendine sorduğu soruyu büyük puntolarla yazıp asamaz mıyız aynamıza; hatırlatsın bize her sabah:
“Eğer bugün hayatımın son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağım şeyleri yapmak ister miydim?”
Ne kadar çok şey için “hayır” dediğinize bakın daha sonra, şaşıracaksınız. Ve sizden başka kimse de azaltamaz o “hayır”ların sayısını. Sadece kendimiz…
Ben uzunca bir süredir azaltıyorum bunların sayısını. Hem de yerine tutkuyla inandığım şeyleri koyarak…
Fikir Atölyesi‘nde sizlerle buluşmak, konuşmak, paylaşmak buna harika bir örnek benim için. Her yeni yazımı yazarken, her gelen yorumu okurken inanın kalp atışlarım artıyor. Tıpkı aşık olduğunuz birini görmek gibi bu. Sizler benim tutkumsunuz.
Başka bir tanesi yaratıcılık sevdam. Somut olarak da son yıllarda ürün tasarımı beni çok heyacanlandırmaya başladı. Mimar bir arkadaşım sevdi tarzımı; planladığı yeni galerisinde bana bir köşe verecek. Hayali bile şimdiden uykularımı kaçırıyor.
Gazetecilik bir diğeri. Fikir Atölyesi’ndeki yazılar ve sizlerden gelen yorumlar dergi ve gazetelerin ilgisini çekmeye başladı. Burada henüz somut bir adım atmadım, şimdilik düşünme sürecinin keyfi dahi yetiyor. Ulusal bir gazetenin Pazar ekinde bir köşem olsa veya 20 Soruluk Söyleşiler‘i televizyonda canlı konuklarla yapsam… İlginç olmaz mı sizce de?
Şu an geçimimi sağladığım eğitimci, danışman sıfatlarım var olmaya devam etsinler, seviyorum onları. Bu sayede tanıştığım yeni insanlar ve sağlanan katma değerin hazı büyük bende.
Daha büyük aşkım ise kişisel koçluk. Birlikte çalıştığım kişilerin hikayelerini anlamak, kendi farkındalıklarının artmasına destek olmak… Yaşamın her anından mutlu olma adına (kendilerine koydukları) başarı hedeflerine ulaşmalarında bir nebze olsun katkı sağlayabilmek… Muhteşem bir adrenalin.
Bunlar Tunç’u Tunç yapanlar…
Peki bugün sizin hayatınızın son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağınız şeyleri yapmak ister miydiniz?
Yılmadan arayıp bulacağına inandığınız işiniz veya tutkunuz için kalbiniz ve sezgileriniz ne diyor? |