|
RIZIK
Ebu Hâzim Hazretleri buyurur:
“Dünyan n tamamn iki eyde buldum: Birincisi benim rzkm, ikincisi bakasnn rzk... Benim
r zkm olan, ayet ben bir rüzgâra binsem ve ondan kaçsam da sonunda yine bana ular. Bakasnn
r zkn elde etmek içinse rüzgâr üzerine binsem ve peinden gitsem de aslâ onu elde edemem.”
Bu hakîkate ra &men insanlarn zihnini, elde edememe veya kâfî gelmeme endîesine
sürükleyen ve son derece me gûl eden hususlarn banda “nasib, ksmet ve dünyâlk” diye de ifâde
edilen “r zk” mes’elesi gelir.
Halbuki r zk, kader programnn a&rlk merkezini tekil eder. O, insann ana karnnda teekkülü
ile ba lar, kader sicilindeki kaytlara uygun olarak ecele kadar devam eder. Ecel, bir mânâda dünyâya âid
r zkn bitim noktasdr.
R zk, bütün mahlûkât için ezelde takdîr olunmutur. Artmaz ve eksilmez. Sebeplere tevessül ise, rzka
sebep olarak takdîr olundu &u kadar netice verir. Dolaysyla bütün mahlûkâtn rzk Allâh’a âiddir.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Yeryüzünde yürüyen her canl nn rzk, yalnzca AIlâh’n üzerinedir...” (Hûd, 6)
Allâh -celle celâlühû-, her canl nn rzkn ayr ayr ihsân eyler. Bu sebeple Hakk dostlar,
bülbüllerin gül dal ndaki terennümlerini dahî ilâhî lutuflara bir ükür olarak tefsîr ederler.
Bir Hakk dostu, r zk endîesi içinde olanlara der ki:
“Bu kadar mahlûkât n hangisinin gece gündüz rzklar te’mîn edilmi ambarlarda
saklanmaktad r? O canllar hiçbir zaman bir rzk endîesi duymazlar.”
Yaral , âciz, kendisinin rzkn te’mîn edemeyenlerin dahî rzklarn Cenâb- Hakk’n te’mîn etti&ini
bildiren u âyet-i kerîme, ne kadar ibretlidir:
“Nice hayvanlar var ki, r zkn (biriktirip de yannda) tamyor. Çünkü onlarn da sizin de
r zknz Allâh veriyor. O, her eyi iitir ve bilir.” (el-Ankebût, 60)
a
Di &er yandan rzk mevzûunda bilmemiz gereken en mühim bir husus da, rzkn taksîmindeki
farkl lklardr. Ancak bu, bir farkllktan ziyade cemiyet nizamnn mükemmel bir sûrette te’sîs ve âhengi
içindir.
Her eyin hazînelerinin AIlâh’ta oldu&u ve ilâhî bilgiye göre, yâni kader programna uygun bir
ekilde gerekli tevziâtn yapld& Kur’ân’la sâbittir. Mü’minler, bu farkl maddî durumlarnn kendilerine
hay r oldu&u inanc içinde olmaldr. ;âyet hayât nizâm, insanlarn âciz idrâklerine, birbirine uymayan
istek ve istîdatlar na ve her an de&ien emellerine kalsa idi, kâinâtta anariden baka bir ey görülmezdi.
Allâh Teâlâ buyurur:
“... Dünyâ hayât nda onlarn (insanlarn) maîetlerini aralarnda biz paylatrdk.
Birbirlerine i gördürmeleri için de kimini (n maîetini) derecelerle ötekine üstün (fazla) kldk.
(Ancak) Rabb’inin rahmeti, onlarn biriktirdiklerinden (maîetlerinden) daha hayrldr.” (ez-Zuhruf, 32)
S rlar, hikmetler ve kudret aklaryla donanan bu kâinâtta rzkn taksîmi, en saltanatl kudret
ni ânelerinden biridir. Havada uçan, karada yürüyen ve denizde yüzen bütün mahlûkâta, her an
birbirinden farkl sofralar hazrlanmaktadr. Birinin gdâland&yla ekseriyâ di&eri gdâlanp hayâtiyetini
devam ettiremez. Yâni havadaki, karadaki ve sudaki canl larn gdâlar, kendi bulunduklar
mekânlar n yapsna göre ayr ayrdr ve kâinatta tezâhür eden sayszca mahlûkât kadar rzklarn ayr
ayr ve farkl taksîm edilmesi, akl sahipleri için ne büyük bir ibret, hikmet, kudret ve saltanat
tezâhürüdür.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“ -nsan görmez mi ki, Allâh diledi.inin rzkn bol veya dar vermektedir. Bunda uurlu
mü’minler için ibret vard r.” (ez-Zümer, 52)
Bu hakîkat çerçevesinde AIlâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Sizden biri, mal ve yarat lça kendisinden üstün olana baknca, nazarn bir de kendisinden
a ada olana çevirsin! Böyle yapmak, Allâh’n, üzerinizdeki nîmetini küçük görmemeniz için
gereklidir.” (Buhârî, Rikâk, 30; Müslim, Zühd, 8)
Bunun içindir ki hayat mzn sürûr ve huzûru, mevcûd taksîmin hakkmzda hayr oldu&u inancn
ya amamzdadr. Kahr gibi görünen çok hâdiseler vardr ki, neticesi lutuftur. Arkas cennet olan fakîrlik
gibi. Lutuf gibi görülen baz durumlar da vardr ki, neticesi ac bir hüsrandr. Dnfak edilmeyip sadece
nefsâniyete sarf olan servetler gibi. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Size r zk olarak verdiklerimizin temiz olanlarndan yeyiniz. Bu hususta taknlk ve
nankörlük de etmeyiniz! Yoksa sizi gazab m çarpar. Her kim ki, kendisini gazabm çarparsa,
hakîkaten o, helâk olmutur.” (Tâhâ, 81)
Bütün bu hakîkatler &nda rzk bakmndan kullarn son derece Hakk’a mütevekkil ve
teslîmiyetli olmas , iki cihân seâdetine vesîledir. Zîrâ rzklarn Hakk tarafndan taksîm edildi&i ve
be eriyyet yaratlmadan önce yaratld& gerçe&ine binâen insanlar, Allâh’a teslîmiyyet hayat
ya amaldrlar ki, takdîr olunmu rzkn zevkine ve kadere îmânn tadna erimi olsunlar.
Hadîs-i kudsîde buyurulur:
“Allâh Teâlâ, Âdemo lunun rzklar ile vazîfeli olan meleklere öyle buyurur:
«Herhangi bir kulu, bütün tasa ve dü üncesini tek bir eye (yâni Rabb’ine) teksîf etmi bir ekilde
bulursan z, ona göklerin ve yerin rzkn garanti edin! Herhangi bir kulu da adâletle (istikâmetten
ayr lmayarak) rzk ararken bulursanz, ona iyi davrann ve (yolunu) kolaylatrn!..»” (75 Kudsî Hadîs’in
Tercüme ve ;erhi, Ebû Hüreyre’den rivâyet)
Bu hadîs-i kudsî gösteriyor ki, e &er bir kul, bütün gâye ve hedeflerini tek bir eye, yâni Rabb’ine teksîf
eder de O’nun r zâs yolunda emr-i ilâhîye riâyet eder ve ibâdât ü tâat üzere bulunarak ihlâsl, sâlih
kullardan olursa, ona göklerin ve yerin r zk te’mîn edilir. Böyle kimselere Cenâb- Hakk, rzk sebeb ve
vesîlelerini geni bir sûrette hazrlar. Bu hakîkat âyet-i kerîmede öyle beyân buyurulur:
“... Kim Allâh’tan (gere&i gibi) korkar (takvâ sahibi olur) ise, (Allâh) onun için bir çk yeri
(kurtulu çâresi) yaratr ve onu ummad. yerden rzklandrr...” (et-Talâk, 2-3)
Hadîs-i erîfte de öyle buyurulur:
“E er siz Allâh’a gerei gibi tevekkül etseydiniz, (Allâh), kular doyurduu gibi sizi de
r zklandrrd. Kular sabahlar kursaklar bo olarak çktklar hâlde akam doymu olarak dönerler.”
(Tirmizî, Zühd, 33; Dbn-i Mâce, Zühd, 14)
Kar nca gibi yazdan ka yiyecek biriktiren mahlûk nâdirdir. Di&erlerinin, böyle hiçbir tedbiri
olmad & hâlde kn o zayf mahluklara gâlip iddetini ap bahara ulatklar, herkesin müâhede
edegeldi &i bir vâkadr. Zîrâ Hâlk Teâlâ, nasl olur da, ulûhiyyet ve saltanat ile kurdu&u bu ilâhî düzen
içinde mahlûkât n nîmetsiz brakr?!.
Ancak tembellik, pintilik, hased, çocuk istememe hâllerine meyletme ve benzerî mezmûm ahlâklar,
r zk üzerinde yanl ve e&ri anlaylardr.
Yukar da da ifâde etmi oldu&umuz üzere Dslâm, insana bilâ-istisnâ herkesin rzknn ezelde takdîr
edildi &ini ve bunun artp eksilmeyece&ini telkîn eder.
Varl & halkeden Allâh -celle celâlühû-, her mahlûka bir müddet yaama hakk vermi, o zaman
içinde kendisine r zklar tâyin buyurmutur. Dnsann hayat, nefesleri, lokmalar, kader levhasnda tesbit
edilmi , Âdem -aleyhisselâm- zürriyetine kodlanmtr. Ksmetimize düen rzk tevziâtn elde
edebilmek üzere sebepler kanunundan çal ma emredilmitir. Bu itibarla ilâhî emre uyarak çalma,
vazîfemizdir. Yâni takdîr edilen r zkn tevzîi, çalma ve gayrete ba&lanmtr.
“Tedbîrde kusur etme, takdîre bühtân etme!” atasözü, me hurdur. Allâh -celle celâlühû-, kulunu
“irâde, te ebbüs, mükellefiyet, tevekkül, imtihan, sorumluluk” gibi ilâhî kanunlarla mücehhez
k lmtr.
Bu kanunlar n dna çkmak, Rabb’e isyan mâhiyeti tar.
Hastaland &mzda doktorlara kotu&umuz, ilaca sarld&mz; yangn, zelzele gibi âfetler karsnda da
sokaklara f rlad&mz gibi tehlikelerden korunma, varlklarn yaratlnda meknûz bir temâyüldür.
O hâlde insanlar n rzk tahsîli husûsundaki gayretleri, tehlikelerden korunmak için ilâhî bir
emirdir. Kader program na aykrlk de&il, bilakis ona hürmet ve ilâhî emre uygun hareket etmektir. E&er
z dd olsayd, bunlarla emrolunmamzn mânâ ve hikmeti kalmazd. Sebepler kanununa riâyetsizlik,
isyan ve günaht r. Kur’ân- Kerîm’de buyurulur:
“ -nsana, kendi çalmasn (n karl&n)’dan baka bir ey yoktur.” (en-Necm, 39)
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:
“Ki inin iplerini alp daa gitmesi, oradan srtnda bir deste odun getirip satmas, onun için,
insanlara gidip el açmas ndan daha hayrldr; insanlar, istediini verseler de, vermeseler de...” (Buhârî,
Zekât, 50)
D bnü’I-Firâsî’nin anlatt&na göre babas:
“– Ey Allâh’ n Rasûlü! (7htiyacm bakasndan) isteyeyim mi?” diye sormu, -aleyhissalâtü vesselâm-
Efendimiz de:
“– Hay r isteme! Ancak istemek zorunda kalmsan, bâri sâlihlerden iste!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 28)
buyurmu lardr.
a
Bütün bunlar n yannda Cenâb- Hakk, rzkn te’mîninde mahlûkât birbirine vesîle klmtr.
Dolay syla fukarây gözetmek, ihtiyaçlarna gönülden cevap verebilmek, Allâh -celle celâlühû-’nun
bizlere olan ihsanlar ndan onlara pay çkarabilmek büyük bir fazîlet, ilâhî bir lutuftur.
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, cihâr yâr-i güzîn (Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer,
Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî) ile birlikte dünyâdan kendilerine sevimli olan üçer ey saymlard.
Bu s rada Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve o da bu sohbete dâhil oldu. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü
aleyhi ve sellem-, onun da üç ey saymasn istedi. Cebrâîl -aleyhisselâm- öyle dedi:
“– Dünyâ ehlinden olsayd m, en çok u üç eyi severdim: Yolunu kaybedenlere yol göstermeyi,
fakîrlik içinde ibâdet edenleri sevmeyi ve çolu &u çocu&u çok olan yoksullara yardm etmeyi...” (Fezâil-i
A’mâl, s. 259)
Helâl Lokma
Burada hassaten tebârüz ettirilmesi gereken son derece ehemmiyetli bir husus da, helâl lokmad r.
Zîrâ insan n nûrunu ve kemâlini artran asl müessir, merû yollarla elde edilen helâl lokmadr.
Sehl bin Abdullah Tüsterî, birisine bir koyun satm t. Satn alan adam bir süre sonra koyunu Tüsterî
Hazretleri’ne geri getirip:
“– Bu koyunu geri al; çünkü ot yemiyor!” dedi.
Tüsterî Hazretleri:
“– Onun ot yemedi &ini nereden çkaryorsun?” diye sordu.
Adam:
“– Onu otlatmak için götürüp bir tarlaya sald m; a&zn hiçbir eye sürmedi.” dedi.
Tüsterî Hazretleri de:
“– Ey efendi! Yanl yapmsn! Bilesin ki, insanlarn ekinlerini yemek bizim koyunumuzun âdeti
de &ildir; git ona paranla ald&n otu ver!” dedi.
Adam gidip denildi &i gibi yapt ve koyun ot yeme&e balad.
Demek ki bir zamanlar müslümanlar n helâl gdâ husûsundaki hassâsiyetleri, sahip olduklar
hayvanâta bile in’ikâs etmekteydi.
a
R zkn helâlini seçmek, hayatn nûru, gönlün sürûru, ibâdetin rûhâniyeti ve kalbin, kalb-i selîme
ula masnn en bata gelen âmillerindendir.
Harâm r zklar, hayatn zehirleri, kalb yangnlar ve hüsranlardr. Dünyâda ve âhrette zillet,
haysiyetsizlik ve musîbetler, harâm r zklarn kahr dolu neticeleridir.
Helâl mal ve helâl g dâ, Cenâb- Hakk’n rzâsn kazanmaya vesîledir. Harama bulatrlan mal ve
g dâ ise, sahibi için büyük bir nedâmet ve hüsrandr. Mal, mülk ve evlâd, Allâh’a tahsîs edilecek yerde
kalbi i gâl ederse, âkbet hazîn olur. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, bunu u misâlle anlatr:
“Geminin içindeki su, gemiyi bat rr. Geminin altndaki su ise, onu kaldrp yüzdürür.”
“Mal, mülk sevgisini gönlünden ç karp att için Hazret-i Süleymân -aleyhisselâm-:
«Ben fakîrim. Fakîre, fakîrlerle ülfet yara r!» dedi ve ne yüce mertebelere ulat.”
Nitekim Allâh Teâlâ buyurur:
“Ey insanlar! Hepiniz fakîrsiniz, ganî, müsta .nî ve övülmeye lâyk olan ancak AIlâh’tr...”
(Fât r, 15)
Bunun içindir ki, ancak dîn ve Allâh için sahip olunan mal hakk nda Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve
sellem- Efendimiz:
“Hayra kullan lan mal, ne hayrldr!” (Ahmed Dbn-i Hanbel, Müsned, IV. 197, 202) buyurmutur.
Hazret-i Ömer -rad yallâhü anh- öyle duâ ederdi:
“Ey Allâh’ m! Maln fazlal&n bizim hayrllarmza emânet kl! Umulur ki onlar, içimizdeki ihtiyaç
sahiplerine verirler.”
Di &er taraftan haram para, bakasna âid oldu&u için onun zekât da yoktur, sadakas da.. O, dünyâda
da âh rette de yüz karasdr.
Helâl lokma, vücudda hikmet, ilim ve mârifeti besler, gönülde AIlâh a k, Allâh evki ve sevgisini
uyand rr.
Bu &day ekilen yerde arpa, arpa ekilen yerde msr bitmedi&i gibi vücuda giren maddî ve mânevî
g dâlarda da ayn neticeler müâhede edilir. Vücûd, gönle Hakk’ tanma kudreti veren helâl gdâlar ile
beslenmezse, kalbde rûhâniyet ve ibâdetlerde hu û mümkün de&ildir.
Bir hadîs-i kudsîde buyurulan:
«Harâmdan perhiz edenlerden hesap sormaya hayâ ederim.» beyânndaki srr idrâk etmelidir.
Demek ki dünyâ geçidinde u &ranlan yerlerin bütün gdâlarn helâl olanndan tedârik etmek zarûrîdir.
Çünkü kulu, s rât- müstakîmden ayrmayacak, ilâhî duygular ve hikmetlerle müzeyyen klacak ve dünyâ
zindan ndan AIlâh’n nûruna götürecek kuvvet, yalnz helâl olan gdâlarda mevcuddur.
Helâl ve haram aras nda bir de üpheli olanlar vardr ki, bunlardan da aynen haramdan kaçnld&
gibi uzak durmak gerekir. Zîrâ üpheliler Allâh’n yasak korulardr. Kim oraya girerse helâk olur.
Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
“ =üphesiz helâl de, haram da bellidir. Fakat ikisinin arasnda insanlardan bir çounun
bilmeyece i üpheliler de vardr. Kim o üphelilerden saknrsa, dînini, erefini kurtarm olur. Kim
de o üphelilere düerse haramn içine dümü olur. O kimse tpk hayvanlarn korunun etrâfnda
otlatan çoban gibidir ki, o çok sürmeden hayvanlar n o çayrn içinde otlatm olabilir. Haberiniz
olsun ki, her hükümdâr n bir korusu, yâni yasak yeri vardr. Allâh’n korusu da haram kld
eylerdir...” (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107)
a
D nsan rûhâniyet ve nûrâniyete büründürecek olan helâl gdâ vesîlesiyle asl gdânn rûhâniyet ve
nûrâniyet g dâs oldu&una dikkat çeken Hazret-i Mevlânâ öyle buyurur:
“ 7nsan için nûrdan baka gdâ yoktur. Rûh, onun gayrisi ile beslenemez. ”
“Bu yeryüzü yiyecek ve içece inden azar azar kendini çek! Çünkü bunlar, insan gdâs deildir.”
“Sen gökyüzü g dâsn almaya kâbiliyyet kazan! Nûr lokmasn yemee hazrlan?”
“Kur’ân’da buyurulan: «Allâh’n fazlndan rzk arayn!» (el-Cum’a, 10) beyânn iit!”
“Bilmi ol ki, beden aç kalmadkça, Hakk’a doru yönelmez, boun emez; kafa tutar. Onu tok
iken yola getirmek, so uk demiri dövmek gibidir.”
“Nefis, k tlk zaman Mûsâ’nn huzûrunda yerlere kapanp yalvaran Firavun’a benzer.”
“Bu a r, kesif rzk krntlarndan kurtulursan, yüce, latîf ve hafif rzklara nâil olursun.”
“O mânevî r zklardan binlerce okka yesen, yine de peri misâli tertemiz, tüy gibi hafîf bir hâlde yürür
gidersin.”
“Allâh yeme inden, o rûhâniyet gdâsndan denizler kadar ye! Yine de ho bir hâlde gemi gibi
yüzer gidersin.”
“Ten midesi, insan samanla doru çeker götürür. Gönül midesi ise, reyhanla ulatrr.”
“Samanla, arpayla beslenen hayvan kurban olur; Hakk nûru ile g dâlanan da yaayan bir Kur’ân
olur.”
“Mideden vazgeçip gönle do ru yürü de, Allâh’tan sana perdesiz, açk bir ekildeıselâm gelsin!”
“ =unu iyi bil ki açlk, ilaçlarn pâdiâhdr. Açl canla bala benimse, onu hor görme!”
“Bütün hastal klar açlkla iyileir. Bütün güzel yemekler, aç olmadkça, hoa gitmez!”
a
Dünyâl k olarak sarfmz, ahsî ve âilevî maîetimiz içindir. Lâkin isrâftan kaçnmak zarûrîdir.
Çünkü dünyâdaki servet ve imkânlar, mahdûddur. Emânettir ve hesâb mûcibdir. Bunlarn bugünkü
kapitalist nizâmda oldu &u gibi hoyratça ve hovardaca kullanlmas, gelecek nesillerin hayâtn tehlikeye
sokar. Canl varlklar içinde yalnz insandr ki, gözü kolay kolay doymaz. Halbuki bir koyun sürüsüne
dalan vah î bir hayvan, sadece o andaki açl&n giderecek kadar öldürür. “Bunu da yarn yerim!” diyerek
karn doyduktan sonra öldürmeye devam etmez. Sürünün di&er koyunlaryla âdetâ arkada olur.
Buna mukâbil insano &lu hadsiz hududsuz ihtiras sahibidir. Onu bu ihtirasndan kurtarmann birinci art,
r zkn artp eksilmeyece&i inancyla birlikte isrâftan sakndrmaktr. Kur’ân- Kerîm’de:
“Hiçbir ey yoktur ki, hazineleri bizde olmas n! Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiriyoruz.”
(el-Hicr, 21)
buyurulmakla, hayâtî taksimât n ilâhî bir irâde ile oldu&u açklanmakta; anlayana hrs ve tamah yolu
kapanmaktad r. Dnd-i ilâhîde rzkn taksîm oldu&u teblî& edilmektedir. Emelleri, ihtiraslar, birbiri arkasna
ekleyerek uzat rsak, bu zincirleme arzulara “tûl-i emel” denir. Bunlar da, ancak mezarlklar hudûduna
kadar ömür sürer. Neticesi, hüsran ve nedâmettir. Tûl-i emel, gölge gibi kaçan, güne gibi batan ve bitip
tükenmek bilmeyen fânî emellerden ibârettir. Bu hâl, basîret ile seyredildi &inde, bir elemler y&ndr.
Günâhlar kalbi karart p sa&rlatrr. Yâni onun hassasiyetini azaltr. Bu bakmdan kalbî
hastal klarn asl müessirlerinden biri de harâm yemektir. Bir gdânn vücûddaki sirkülasyonu takribî 40
günde tamamland &ndan harâm yiyen insann duâsnn 40 gün müddetle redde mahkûm oldu&u
husûsundaki tevâtüre dayanan gerçek, harâm n kalbî hastalklardaki müessiriyetinin ifâdesidir. Bundan
dolay harâm gdâ ile beslenme, vücûda mânevî bir zehirdir ki, böyle bir durumda ibâdetin lezzetini
alabilmek aslâ mümkün de &ildir.
Bu dünyâ çar snda ömür sermâyemize dikkat etmeliyiz. Sayl nefeslerimizi dünyâ metâlarndan
üstün tutmal yz. Ebedî kâr elden kaçrmamalyz.
Fânîyi verip ebediyyeti sat n alan, dalâleti brakp hidâyeti tercîh eden hakîkat ve fazîlet yolcusu
olmal yz.
Ey Allâh’ m! Bizleri temiz ve helâl rzklarla merzûk kl ve sâlih amellere muvaffak eyle!
Âmîn!.. |
|
|
|