Altın iken tunç olan değerlerimiz...
BENİM aziz gönüldaşlarım, fırsat buldukça gezilere çıkmak, daha çok yer görmek ve insanları tanımak en büyük zevklerimden biriydi.
İlk gençlik günlerimde bazen bir kamyon tepesinde, bazen şehirlerarası otobüsün ille de ön koltuğunda sürdürdüğüm yeni bir yer görme ve insan tanıma heyecanını, otomobil kullanmayı öğrendikten sonra, direksiyon başında sürdürmeye çalıştım. Yıllar yılları kovaladıkça, gönül ikl”minin tam ortasındaki 'bizim diyarlar' başta olmak üzere, denizler, okyanuslar aşırı, birçok şad ve yad diyarlar gördüm.
Şimdilerde gün oluyor, bu geziler zevkten çok dert gibi geliyor bana... Mecbur kaldıkça çıktığım bu gezilerden, elbette görgümü, bilgimi artırarak dönüyorum. İşin tek güzel tarafı da siz sevgili dostlarımla, okuyucularımızla sohbet imkanı buluyor olmam. Bu geziler sırasında, en çok da 'Türkiye'nin durumunu nasıl görüyorsun' sorusuna muhatap oluyorum. Aslında gazeteci kimliğimle bu soruyu soran ben olmalıyım... Ne çare ki vatandaş soruyor; gel de cevap verme!..
Fevzi Kahraman dostumun kulakları çınlasın... Aslında kestirmeden verilecek ve cuk oturacak cevap belli: 'Yol engebeli, merkep topal, yük züccaciye!..' İşte bu şartlar içinde nasıl iyi olunursa, Türkiye'nin durumu da o kadar iyi...
Gemideki 'adam oğlu adam'
GEÇENLERDE o kısa Marmara seyahatlerinden birinde, feribottaydım. Bu geminin personelinden son derece nazik okuyucu dostlarım, bana sallama değil, üstelik cam bardakta demleme çay ikram ettiler. Feribot tam dolu vaziyette, deniz üstünde kayarcasına mesafe tüketirken, biz de 'karıştırdığımız çaylarla zamanı eriterek' sohbeti koyulaştırdık. Elbette gemiciliğin kendine göre bir lisanı var. Az çok duyar bilirdim ama bu sohbet sırasında beni ağırlayan dostlarım daha da bilgilendirdiler... Mesela geminin kaptanına personelden hiç kimse adıyla veya 'abi, amca' gibi sıfatlar kullanarak hitap edemezmiş. Ona 'Süvari Bey' denmeliymiş. Bunun yanında gemicilikte hiyerarşik bir gelenek varmış. Her emir kademe kademe tabana doğru yayılırmış.
Bu dostlardan birinin ailesi Rize'nin bir ilçesinden göç etmiş İstanbul'a. Kendisi 4 yaşında geldiği İstanbul'da yetişmiş; yüksek okul okumuş, uzun yol gemilerinde de çalışmış, tecrübesini artırmış ve sonra o feribota girmiş. İşte bu 'delikanlı' kardeşim de aynı soruyu dayamaz mı gırtlağıma: - Ağabey sen yazıyorsun, biz okuyoruz. Belki bilip de yazmadıkların vardır. Türkiye'nin durumunu nasıl görüyorsun?..'
- İnan ki ben bildiğimi yazarım. Biz bir aileyiz, sizden saklayacak neyim var ki... Söyle de işitelim, sen nasıl görüyorsun?..'
- Vallahi ne desem ki... Türkiye'nin durumu nasıl ağabey biliyor musun... Geçenlerde bizim geminin büfelerini işleten şirket, birkaç stajyer çalıştırmaya başlamış. Aslında eğitmeden, öğütlemeden servise sürmezler ama, genç çocuk işte; kaptana içecek servisi yapmak üzere, tepsi elinde girmiş kaptan köşküne... 'Çaylarrrrr' diye bağırmaz mı, Süvari beye; 'Nereye koyayım abi' diye sormaz mı?.. Neyse ki Süvari bey babacan adam, kızıp sinirlenmedi, kendisi öğütledi bu yerinde duramayan, ağzından çıkanı kulağı duymayan delikanlıyı...
- Bu olayla ne alakası var Türkiye'nin durumunun?..
- Olmaz mı ağabey!.. Tepeden tırnağa, yönetenden vatandaşa usul erkan kalmadı Türkiye'de, temel değerlerimiz altın iken tunç oldu. Millet olma özelliğimizi kaybediyoruz. Büyüğe saygı bitti, tükendi. Bizim Süvari beyde var ama yöneticilerin sabrı yok, vatandaşa şefkatin yerinde yeller esiyor. Milletin esas temeli aile değil mi? Şimdi senin şu 'Türkiyeli Medya' dediklerin, bir taraftan var gücüyle aileyi bitirmeye çalışıyor. Çünkü biliyorlar ki kendi ihanetlerine rağmen bu millet, bu devlet, ailenin milli ve manevi bakımdan sağlamlığından dolayı ayakta duruyor. Bunun için dışarıdaki düşmanlarımızın bütün uşakları, aileyle beraber, bu millette var olan Allah ve Devlet korkusunu da ortadan kaldırmak istiyorlar. Askerden kaçmak için sahte rapor alan mı dersin, tüyü bitmemiş yetim hakkına el uzatan mı dersin, ne ararsan var; seç beğen al!.. Tepeden tırnağa, helali, haramı gözetmiyor artık kimse... Bayrak sevgisi, vatan sevgisi törpüleniyor. Bayrak bazı zibidilere göre 1 metre bez, vatan dediğin de toprak işte... Biz Millet gibi millet olsak bayrağımıza alternatif paçavralar çıkar mıydı meydanlara?.. Birileri vatan toprağı üzerinden hafriyatçılık yapar mıydı?.. Türkiye üzerine her türlü oyun oynanırken, bizim şu stajyerden ne farkı var tepemizde didişenlerin?..
- İşte benim söyleyeceklerimi sen bana söyledin. Türkiye'yi ben de senin gözünle ve gönlünle görüyorum kardeşim...
Böyle enayiliğe can kurban
CUMARTESİ günü, eşimle beraber, Trakya'da bir ilçe merkezine, yakınlarımızı ziyarete gitmiştik. Yolumuz, içinde kasap tezgahı da olan bir büyükçe bakkala düştü. Alışverişimizi tamamlayıp kasa sırasına geldik. Tam o sırada telefon çaldı. Kasadaki 'patron' açtı telefonu, uzun bir konuşma yaptı. Telefonu kapatırken söylenmeye başladı:
- Şu işe bak, boşu boşuna meşgul ediyor insanı... Böyle enayiler kaldı mı dünyada ya!.. Fişi incelemiş de yarım kilo etin parası eksik alınmış da helal olmazmış da... Avantaya geçmişsin işte; yemene bak kardeşim, ne karıştırıyorsun helali, haramı!..
Elimdeki sepeti kasadaki bandın üzerine bırakıp yürüdüm. Marmara üzerinde seyahat ettiğim gemideki o 'adam oğlu adamın' sözlerini hatırladım. Telefonla marketi arayan 'adam'ın davranışına, Müslüman Türk Milleti adına elbette sevinmeliydim... Ne çare ki bakkalın kasasındaki 'patron kılıklı çakal'ın o 'lafları' nefesimi daraltmış, beni yerle bir etmişti... Direksiyona oturduğumda ağlıyordum!..
SERVET KABAKLI |