Atatürk İlkeleri
I.GİRİŞ Mustafa Kemal, yeni bir “Türk Devleti”nin kurucusudur. O, gücünü halktan alan, yaptıklarını halka mal eden, egemenliği halka veren, bağımsızlıkçı, lâik ve hür düşünceden yana olan, bilimi yol gösterici tek ilke kabul eden bir devlet adamıdır. Yaşamı boyunca evrensel barışın korunmasına özen gösteren Atatürk, yeryüzünde sömürgeciliğe ve her türlü sömürüye son verilmesini isteyen hümanist bir dahidir. Burada, “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin genel esaslarını özetlemeye çalışacağız. Türk İnkılâbı ve onu oluşturan ilkeler bir bütündür. Bu ilkelerden de bir düşünce sistemi doğmuştur. Türk Devletinin temelini oluşturan bu düşünce sistemi ‘Atatürkçülük’ ya da ‘Atatürkçü Düşünce Sistemi’ olarak adlandırılır. Türk Milleti, Atatürkçü Düşünce Sistemini benimseyerek, ona sahip çıkarak geliştirmelidir. Çünkü bu düşünce sistemine dün olduğu gibi bugün de gelecekte de milletimizin ihtiyacı olacaktır. Zira Atatürkçülük, Türkiye'nin gerçeklerinden doğmuş ve milletimizi çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmayı, Türk Devletini sonsuza kadar yaşatmayı amaç edinmiştir. 1937 yılında Anayasamıza da girmiş olan bu altı Atatürk İlkesinin temel esaslarını şöyle özetlemek mümkündür:
II–1.CUMHURİYETÇİLİK Cumhuriyet idaresinde devleti yönetenler halkın oyu ve iradesi ile işbaşına gelebilirler. Ömür boyu bir görev söz konusu değildir. Cumhuriyet yönetiminin fazileti buradadır. Cumhuriyetçilik devlet yönetiminde millet egemenliğini, milletin iradesini ve serbest özgür seçimi esas kabul eden ilkenin adıdır. Bu ilkenin yönetim biçimi ve siyasal rejim olarak ifadesi Cumhuriyettir. Bu tarz yönetim, milli egemenlik kavramını en iyi temsil eden demokrasinin de en gelişmiş şeklidir. Atatürk’ün deyimi ile; “Türk Milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan bu idare şekli, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir.” Türk ulusu, asırlar boyunca kendi hâkimiyetini, kendi idaresini kullanmasına engel olan monarşi, oligarşi gibi rejimlerin acılarını çekmiş nihayet kendi mizacına en uygun idarenin ‘Cumhuriyet’ olduğunu görmüştür. Cumhuriyette egemenliğin herhangi bir kişi, zümre veya sınıfla paylaşılması söz konusu olamaz. Bu rejimde bir görevin ilahi bir kuvvete dayanması veya babadan oğula geçmesi gibi bir veraset usulü yoktur; egemenlik bütünüyle millete aittir. Millet, bu egemenliğini kendi seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullanır. Seçimle işbaşına gelen kişilere de egemenlik hakkını belli bir süre için devreder. Atatürk'ün bayrak yaptığı milli egemenlik ilkesinin zihinlerde ve gönüllerde nasıl yer ettiğini Ziya Gökalp’ın Haziran 1922’de yazdığı ‘Küçük Hemşire’ adlı manzum hikayesinde yaralan şu mısralar göstermektedir: Hükümet halkındır, sultanın değil; Ferman milletindir, Divan’ın değil. Teşri, kaza, icra her hak onundur; Taht onun, taç onun, toprak onundur. .
II–2.MİLLİYETÇİLİK Milli Mücadelenin doğuşunda ve başarıya ulaşmasında en önemli rolü Milliyetçilik ilkesi oynamıştır. Yeni kurulan devlet, artık bir milletler topluluğuna değil, Türk unsuruna dayanıyordu. Bu nedenle ulusal bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre; Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Çünkü millettin bireyleri aynı dili konuşmakta, aynı kültürü paylaşmakta, aynı siyasal amaca ulaşmayı bilinçlerinde taşımaktadırlar. Türk ulusunun mutluluğu, birlik ve bütünlüğü için çalışmak, bu yurdu daha bayındır hale getirmek ‘Atatürk Milliyetçiliği’nin esasıdır. Atatürk Milliyetçiliği ırkçılığı reddeden, bütünleştirici, birleştirici, ülke düzeyinde ulusal birliği sağlayıcı bir milliyetçiliktir. İnsan sevgisinin ve insanlık idealinin sembolüdür. Atatürk’ün deyimi ile “Biz kimsenin düşmanı değiliz, yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.” Türk İnkılâbı’nın Milliyetçilik anlayışı, bencil bir milliyetçilik anlayışı değildir. Atatürk'e göre, Türk vatandaşları, her şeyden önce kendi milletinin varlığı ve gelişmesi için çalışacak, fakat başka milletlerin de huzur ve rahatlığını düşünecektir. “Yurtta barış, cihanda barış” ilkesi de milliyetçiliğimizin bu insancıllık yönünü ifade etmektedir. ‘Ne Mutlu Türk Olana’ değil, “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesi ile de kalplere milliyetçilik anlayışı perçinlenmek istenmiştir. Milliyetçilik de Türkiye'nin hem siyasal hem de sosyal ve kültürel hayatında yeni bir ilkedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında İslamcılık ve Osmanlıcılık devletçe benimsenmiş ilkelerdi. O yıllarda yükselen milliyetçilik akımı yadsındığından dolayı bu ilkeler Osmanlı Devleti’nin dağılmasını önleyemedikleri gibi daha da hızlandırdılar. 7 Eylül 1912’de yayınlanan Tanin Gazetesi’nde "Zavallı Türk" başlıklı yazıdan birkaç satır: “Sen her vakit tahkir olunacak mısın, bu memlekette zavallı Türkler’in talihi nedir? Beslediği, koruduğu milletlerden hakaret görmek mi? Bu memlekette her kavim methedilir, necip diye vasıflandırılır, yalnız Türk unutulur. Buna da katlanacağız. Fakat başka milletleri övmek için mutlaka Türkleri aşağılamak ve onunla alay etmek mi gerekir?” Bağımsızlık Savaşı’nın sonunda bir Türk devletinin kurulması Türk Milliyetçiliğini doğurmuştur. Atatürk milliyetçiliği tarihi ve siyasi bir olaydır; emperyalizmle, faşizmle bir ilgisi yoktur. Türk Milliyetçiliği hümanisttir. Türk Milliyetçiliği, ifadesini Atatürk'ün Türk milletini ve Türk’ü tanımlamak için söylemiş olduğu şu sözlerde bulur: —Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. —Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ülküsünü benimseyen her kişi Türktür. Bu kavram en açık anlatımını Ata’nın “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünde bulmaktadır. Bu söz Türk milliyetçiliğini ırksal, bölgesel ve dinsel olmaktan çıkarıp kişinin kendi iradesine bağlar. Kendisini Türk gören, Türk kültürüne bağlayan, Türk’ün yücelmesini isteyen herkes Türk milliyetçisidir-Atatürk milliyetçisidir.
II–3. HALKÇILIK Atatürk’ün halkçılık anlayışına göre, “Millete efendilik yoktur, hizmet etme vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisidir.” Türk demokrasisinin dayanak noktası da halkı yönetime katmaktır. Türk toplumunda, kişi, aile, zümre ve sınıf egemenliğinin olamayacağı, bütün ulus bireylerinin yasalar önünde eşitliği esasına dayanır. Türk İnkılâbının Halkçılık anlayışı, yurdu ülkesi ve milletiyle bölünmez bütün kabul eden görüşten kaynaklanmaktadır. Bir sınıfın diğer sınıf veya sınıflar üzerine hâkimiyet kurması, Atatürk'ün halkçılık ilkesi ile bağdaşmaz. Atatürk’ün Halkçılık anlayışı, 1-Bütün ulus fertlerini ayrılık gözetmeksizin ülkenin sahibi sayar. 2-Halkın temel hak ve özgürlüklerini teminat altına alır. 3-Devlet yönetimine eşit olarak katılmalarını sağlar. 4-Bireyi yasalar önünde eşit sayan esası temel alır. 5-Devletin vatandaşa, vatandaşın devlete karşı görevlerini çağdaş ve insani şekilde düzenler. 6-Ulusun bireyleri arasında ayrıcalık kabul etmeyen bu ilke, ulusal egemenliğin ve ulusal iradenin, halktan kaynaklandığını göstermesi bakımından da demokrasi anlayışını simgeler.
II–4.DEVLETÇİLİK Devletçilik, milletin mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınmasını sağlamak, özellikle ekonomik alanda fertlerin yapamayacağı bazı işleri devletin üstlenmesi esasına dayanır. Fert ve devlet el ele ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmelidir. Atatürkçü Devletçilik anlayışı, herhangi bir doktrine bağlı olmaksızın, bizim ihtiyaçlarımızdan doğmuş bir ilkedir. Kişilerin ekonomik alandaki girişimlerini engellemez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve kısa zamanda başarılı oldu. Devletçilik, iktisadi alanda ‘karma ekonomi’ kavramıyla da ifade edilmiştir. Atatürk'ün deyimiyle “Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi ondokuzuncu asırdan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuştur. Türkiye'ye özgü bir sistemdir. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, liberalizmden başka bir yoldur.” Devlet ekonomik hayata yalnızca yönetici değil, düzenleyici ve yapıcı olarak da katılmaktadır.
II–5.LAİKLİK Laiklik, dinsel inançların devlet yönetimine karıştırılmaması, genel anlamda din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demektir. Dini inançların devlet idaresinde ve siyasette rol oynamaması demektir. Ulusumuz yüzyıllar boyunca laiklik ilkesinin devlet yönetiminde uygulama alanı bulamamış olması yüzünden pek çok acılar çekmiş, gelişme ve ilerlemesi durmuştur. Bu ilke uygulamaya sokularak Türk toplumu çağdaş bir yapıya kavuşturulmuştur. Atatürk döneminde uygulanan Laiklik sonucunda: 1 -Devlet yönetimine dini kural ve görüşler karıştırılmamış, 2-Toplumda din ve vicdan özgürlüğü sağlanarak, din ve mezhepleri ne olursa olsun, yurttaşlara eşit işlem yapılmış, 3-Devletin resmi bir dininin bulunmayışı, eğitimin lâik, akılcı, çağdaş esaslara göre düzenlenmesini sağlamış, 4-Fikir ve inanç ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesi önlenmiş, 5-Vatandaşlar hoşgörülü bir davranışa yöneltilerek ülkenin birlik ve beraberliği temin edilmiştir. Atatürk’ün laiklik anlayışında din, devlet ve siyasete karıştırılmamış, vicdanlardaki yüksek ve kutsal yerini korumuştur. Laiklik, dinsizlik, din düşmanlığı, dine saygısızlık değildir. Aksine, dinin her türlü çıkar hesaplarından uzak tutulması, politikaya alet edilmemesidir. Laiklik, demokratik yönetimin vazgeçilmez ilkesidir; toplumsal barış ve ülke bütünlüğünün güvencesidir.
II–6.İNKILÂPÇILIK “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline eriştirmektir.” İnkılâplarımızın temel kuralı budur. —Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışı ıslahat kavramıyla bağdaşmaz. Islahat, yeniden düzenlemedir, ancak, bu düzenlememin içinde eski ile yeninin, zararlı ile faydalının yan yana yaşaması söz konusudur. İkilik yaratılmıştır... Atatürk İnkılâbı, sadece yeniyi, iyiyi, faydalıyı kabul etmiş, devam edegelen ikilikleri (medreseler, yeni-eski okullar, eski ve yeni giysiler vb.) sona erdirmiştir. Atatürk'e göre İnkılap, “Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseler kurmuş olmaktır.” Atatürk’ün inkılapçılık anlayışı, bilim ve tekniğin ışığında sürekli bir çağdaşlaşmayı içerir. Atılımlarda tereddüt ve şüphe yerine kararlılık egemendir. Zihniyet ve kurumlarda yapılan değişiklikle, her biri diğerini tamamlayan bir dizi atılımla Türk İnkılâbı yapıldı. İnkılâpların korunması ve geliştirilmesi ise İnkılâpçılık ilkesine bağlılıkla sağlandı.
III. SONUÇ Kısacası Atatürkçülük, Türk ulusunun, aklın ve bilimin rehberliğinde ileri bir toplum olarak en kısa sürede çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını, milletler ailesinin bağımsız, eşit ve saygın bir üyesi olarak “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” kuralları içinde mutlu bir üyesi olarak yaşam sürmesini amaç edinen düşünce sistemidir. Atatürkçülük Türk toplumunun ihtiyaç ve isteklerinden doğmuş çağdaş bir düşünce sistemidir. Atatürkçü Düşünce Sistemi, aklın ve mantığın ışığında bugünün olduğu kadar yarının da ihtiyaçlarına cevap verir. Kendisini daima yenileyen çağdaş bir görünüşü simgeler. Her kuşağın vazgeçilmez yaşam biçimi olarak değerini korur. Çünkü Atatürkçülük’ün amacı, zamanın gereklerine uymak, her çağda çağdaş kalabilmektir. Atatürkçülük Türk ulusunun yaşam felsefesidir. Atatürkçü Düşünce Sistemi, aklın ve bilimin ışığında gelişmeye açık bir yön göstericidir.
Yard. Doç. Dr. Mehmet KAYIRAN
|