Hayrettin Karaman
Faizli kredi (ya da 'mortgage') üzerine
“Zarûret hâlinde faizli kredi alınabilir mi” şeklindeki bir soruya “Alınabilir” cevabını vermiş olmam -tahmin ettiğim gibi- bazı itirazlara yol açtı. İtirazların bir kısmı “peşin hüküm” ve “anlama özrü”nden kaynaklanıyorsa da tamamı böyle olmadığından dolayı, konuya biraz daha açıklık getirmekte fayda görüyorum.
“İhtiyaç; umumî olsun hususî olsun zarûret sayılır, zarûret gibi değerlendirilir ve yasakları belli ölçüde kaldırır” şeklindeki kaideyi ben uydurmadım. Bu ifade, Mecelle'nin küllî kaideleri içinde yer almış, başka fıkıh ve usûl kaynaklarında da sık sık zikredilmiştir.
İhtiyaca düşen ve bunu da, faizli kredi almadan karşılayamayan bir kimsenin faizli kredi almasının caiz olduğunu da ilk ben söylemedim. Asırlarca önce yaşamış muteber fıkıhçılar da aynı şeyi söylemişlerdir. İşte bir örnek:
Hanefî mezhebinin tanınmış fukahasından İbn Nüceym, “İhtiyaç umûmi olsun, husûsi olsun zarûret sayılır” kaidesini örnekler vererek açıklarken şu satırlara yer vermektedir:
“Gunye ve Buğye isimli fıkıh kitaplarında, ihtiyacı olan kişinin, kâr (ribih) karşılığında ödünç para almasının caiz olduğu zikredilmiştir.” (el-Eşbâh…, Sayfa 126).
Hamevî de bu ifadeyi şöyle açıklamaktadır:
“İhtiyacı olan şahıs -mesela- on altın ödünç alır ve alacaklısına, her gün için belli bir meblâğı fazladan ödemeyi taahhüt eder.”
Bu ruhsatın dayanağının da halkın ihtiyacı olduğu metin ve şerhin örneklerinden açıkça anlaşılmaktadır.
Bir çok insan “zarûret” deyince, “giderilmediği takdirde insanın öleceği veya sakat olacağı” ihtiyacı ve durumu anlarlar. Evet bu zarûrettir; ama temin edilmediği zaman insanı rahatsız eden, verimini düşüren, hayatı zorlaştıran ihtiyaçlar da (havâic-i asliyye) zaruret sayılmıştır. Mesela, bir kadının vücudunda -hatta en mahrem yerinde- bir cilt hastalığı olsa ve tedavi edilmediği sürece -öldürmediği, sakat da bırakmadığı halde- kadını rahatsız etse, bu kadının (veya erkeğin) doktora gitmesi ve mahrem yerini ona göstermesi caiz olur.
Benim açıklamama iki noktadan makûl itiraz ileri sürülebilir:
1- Bir kimse evi veya aleti kiralayarak ihtiyacını giderebiliyorsa, bir eve mâlik olmak için faizli kredi alması “zarûret”e girmez.
2- “Katılım bankaları” var; onlarla alım satım yaparak ihtiyacını gidermek mümkün iken faizli bankaya gitmesi zarurete girmez.
Bu iki itiraza da cevabım şudur:
1- Kirada durmak, sahip olunan bir evde oturmak gibi değildir. İhtiyacın kâmil (insana huzur ve güven verecek şekilde) giderilmesi, ancak uygun bir eve sahip olmakla gerçekleşir ve ben bunu bir “ihtiyaç” olarak değerlendiriyorum.
2. “Katılım bankaları”, maliyet bakımından faizci bankaların sağladıkları imkâna yakın imkânlar sağlıyorsa, elbette ki onları bırakıp faizci bankaya gitmek caiz olmaz. Ama mevzuatı ve prensipleri gereği ya imkân sağlamıyor veya ihtiyaç sahibinin altından kalkamayacağı, onu zora sokacak şartlar ileri sürüyorlarsa -onlara rağmen- ihtiyaç devam ediyor demektir. Bu sebeple ihtiyaç sahiplerinin önce katılım bankalarına başvurmaları gereklidir. Orada işleri görülmediği takdirde diğer bankalara gitmenin yolu açılacaktır.
İhtiyaç ve zarûretin ötesinde, daha fazla kazanmak ve daha lüks yaşamak için ise asla faizli kredi alınamaz.
|