Oğul, sen hayatını doğruluğundan emin olduğun ölçülere göre yaşa. Ana meselemiz hayâtın doğru anlaşılıp güzel yaşanmasıdır. Hayâtın doğru anlaşılması iman ve itikadla yakından alâkalıdır. Söz gelimi, Allah’a peygambere, âhirete yakînî bir imanla inanan insan, önemli kararlarını verirken bunları göz önünde bulunduracak, kararlarını ona göre verecektir. Şu hâlde sen, sahih bir îmânla güzel bir hayat yaşama sevdâsına ermeğe çalış.
Bu ev, yani dünya bizim evimiz değildir. Ölümlü dünyâda bir emânetçi, bir misafirden başka bir şey değiliz. Günün birinde misafirlik biter, ömür tükenir, göç davulu çalmaya başlar. Anlarız ki sonsuzluklara yolculuk başlamıştır. Gelgeç mekânlara, emânet mülklere emek verilse de gönül verilmez oğul.
“Elest Bezmi”nden başlayan yolculuğumuzun son durağının cennet olmasını dilerim. İnsanlar görürsün, “âhiret vardır” derler de yokmuş gibi yaşarlar. Kur’ân’a ve Peygamber’e inandıklarını söylerler ama inandıklarını bilmek, bildiklerini yaşamak diye bir meseleleri yoktur. Bu hâl, gaflet gömleğini giyinmek değil de nedir? İnanıyorsan imânını ciddiye al, inandığını yaşama gayretine gir. Mâlum ki, “kuş kanadıyla, insan gayretiyle yükselir.”
Oğul, Rasûlü Zişan Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “İki nîmet vardır ki, insanların çoğu (mâlesef) bunların kıymetini bilmiyor, aldanıyor. Bunlar sıhhât ve boş vakittir.” Bütün güzellikler bu iki nîmetin değerlendirilmesinden doğar. İnsan sağlığının kıymetini bilmeli, vaktini değerlendirmelidir. Sağlık ve ömür iki kıymetili sermâye ve emânet-i ilâhidir. Yerli yerinde kullanılmalı ve kıymetlendirilmelidir.
İnsanın dünya günleri sayılı ve sınırlıdır. Sayılı günler tükenir ve insan sınıra gelir. Ötesini Allah bilir, biz inanırız. Sınırlı sermâye, mirasyedi mantığıyla kullanılmaz. Bu anlayış bizi, hesâplı-kitaplı bir yaşayışa götürür. İnsan zamânını plânlı-proğramlı kullanmayı bir alışkanlık hâline getirmelidir. Her iş kendine ayrılan zamanda başlayacak ve bitecektir. Her yaşın bir işi, her işin bir zamânı vardır. Bugünkü iş yarına, yarınınki öbür güne havâle edilirse işler bir birine girer. İşin hakkı verilemez ve iş ölür. Olacağı budur; zamânı öldüren işi de öldürür. Peygamber Efendimizin “heleke-l müsevvifûn” dediği budur işte: “işlerini geleceğe havâle edenler helâk oldu” demektir.
Oğul, insanın kafası, kalbi ve karnı doyurulmazsa, karşı cinse olan ihtiyâcı giderilmezse, ona hiç bir şey anlatmak mümkün değildir. “Aç köpek fırını deler”miş. Karnı ve kasığı aç olan ne çılgınlıklar yapar. Kâlp ve kafa açlığı da bunun altyapısını oluşturur. Sen, sen ol, bir yolunu yordamını bularak bu “4K” formulünü uygula. Bu formül “denge” dediğimiz altın kuralın hayâtımıza tatbikidir. İnsan ilimden, fikirden, imandan, şifâlı duygulardan, fizîkî gıdâlardan, karşı cinsten mahrum kalmamalıdır. Aksi takdirde, aksayan taraf mutlakâ olacaktır. Bu da mutsuzluk ve kalitesizlik getirecektir.
İnsan sosyâl bir varlıktır. Bir anadan, bir babadan doğuşumuz, bir âile ortamında büyüyüşümüz bunun delilidir. İnsan nice meziyetleri çevreden kapar. Ve mâlesef rezâletleri de... Eğitim-öğretim belli bir çevrede gelişir. Evleneceksen insanlar arasında bulunmak durumundasın demektir. Bunlar doğru. Lâkin başka doğrular da var oğul. Günümüz şartlarında inceden inceye bir insânî eğitim, islâmî eğitim yok denecek kadar az olduğundan insanlık kalitesi mâlesef dibe vurmuş, zehirli duyğular gönülleri istilâ etmiş, insan insanı sevemez olmuş, saygı-hürmet ufuklar ötesine kaçmıştır. Realite budur. Bu sebeble kalıbın insanlar arasında olsa da kâlbin hep Allah’la (c.c) olmalı. Bunu, Ümmet-i Muhammed’in büyükleri “halvet der encümen” diye ifâde buyurmuşlardır. Bu sebeble sevincini, kederini, beklentilerini ve umutlarını hep Allah’a (c.c) arzetmeli, ünsiyetini O’nunla kurmalısın. İnsanın insana verebileceği sınırlıdır. Sınırsız kudret Allah’tır (c.c). Allah’tır bizim acı ve kaygılarımızla samimî olarak ilgilenen.
İnsan dostlarından güzel sözler duymak, onlara güzel haberler iletmek istermiş. Lâkin, dost dost diye meydanlara düşmeye gör, ne dost bulabiliyorsun, ne de iyi bir haber. Ne demiş adam; “problemlerini dostlarına açma, sevine sevine “lâ havle” çekerler.” Dünya bu kadar oğul. Her yüze güleni dost olur sanmak aldanmaktır. İyi haberi Hak getire. Allah’ın (c.c) ve Allah adamlarının dostluğundan başka bütün dostluklar sahte, göstermelik ve istismâra yöneliktir.
Oğul, cümle mevcûdât hareket hâlindeyken insanın hareketsiz kalması sünnetullâha (Allah’ın tabiattaki kânunlarına) zıttır. Hareket zindelik sıhhât ve moral düzgünlüğü demektir. Adalelerin, sinirlerin, ciğerlerin ve kanın daha fazla faâl hale gelişidir. Açık hava insan gönlünü rahatlatır, gözünü aydınlatır. Bu sebeble insan odalara ve kitaplara kapanıp kalmamalıdır. İnsan sırf dimağdan ibâret değildir. Kitap okuma ne kadar makbûl bir tutumsa dağ-bayır, dere-tepe gezmek de bir o kadar fıtrî ve makbûldür. “Dağda-bayırda vaktini ziyan ediyorrum” diye tasalanma. Dinlenmek çalışmaktan sayılır. Artı; dağ-bayır da bir kitaptır. Yeter ki okunabilsin.
“Bir kitâbullah’ı âzamdır serâser (baştan başa) kâinât,
Hangi harfini yoklasan mânâsı hep Allah çıkar.”
Hayattan bir şeyler alan hayâta birşeyler vermek borcundadır. Bir yerde hak varsa vazife de vardır. Hakkını kullanan vazîfesini yapacaktır. Vazîfemiz nedir? Üretmektir: Bilgi üretmek, duygu üretmek, iman üretmek, ekmek üretmek. Üretip cümle canlara faydalı olmak. Bu tavır, içinde bir cennet saâdeti barındırır. “Veren el” olma duygusu şifâlı bir duygudur. Bir diken bile zamanı geldiğinde gülünü açar, ikrâmını sunar. İnsan bunca donanımına rağmen in’amsız, ikramsız kalabilir mi? Sürekli yaratan Allah’ın sürekli üreten kulları olur. Üretimsizlik ölüye yakışır. Durgun ve bereketsiz bir hayat kabir sıkıntısı getirir. “Tembellik ölümün küçük kardeşi, yoksulluk hayâtın büyük düşmanıdır. Tembel bir hayat seyrinin vicdân azâbından hâli kalması düşünülemez. Duran düşer ve düşen ezilir. Güçsüz mü bir insan, onu kardeşleri yer.” Cümlemizce ma’lumdur ki, insan işe yaradığı kadar kıymetlidir ve mesuttur.
Oğul, “insanlarla geçinmenin bir yolu bulunmalıdır” diye düşünüyorum. İnsanlar bizim gibi düşünmeyebilir, bizim gibi inanmayabilir. Asgari müştereklerimiz kitap ve sünnettir ama, inanmayanlar da var, imânını ciddiye almayanlar da. Doğru dürüst ve yaygın bir İslâmî eğitim olmadığından, çoğunluğun vicdânî bir tavır sergilemesini beklemek temennîden ibârettir. Uzun, ince bir eğitimden geçmeyen insanların dikenleri güllerinden çoktur. Yine de sen dikenlere değil güllere bak, dikenlerden teğet geç. Aksi takdirde dikenler göze, çiğ tavırlar öze öze batacaktır. Dikenler arasından üstünü başını yoldurmadan yol almaya bak. Çünkü yeryüzünün bütün dikenlerini temizlemek mümkün değildir. Arabanı fazla hırpalamadan bu taşlı, tezekli yoldan ilerle. “Ele geçmezse sevdiğimiz, çâre ne? Eldekini seveceğiz. Yaşama sevincini de, mücâdele azmini de canlı tutmanın bir usûlunü bul. Çok bunalırsan işi deliliğe vurdur. Bâzı ahvâlde bu bir çıkış yoludur. Her şeye rağmen insanlara darılma kırılma. “Tavşan dağa küsmüş de dağın haberi olmamış” derler. Teğet geçmeyi, deliliğe vurdurmayı öğrenmezsen lânet etmeyi ve dilenmeyi öğrenirsin oğul. Bunları kırılmanı istemediğim için söylüyorum.
Küçük de olsa, “gerçek dostlar”dan müteşekkil bir gurubun olmalı. Ölümlü dünyâda insanın gidecek biryeri içten ve sansürsüz konuşacağı dostları bulunmalı. Bunlar bir elin beş parmağını geçmez ama, olsun. Az olsun, öz olsun. Dostlar meclisi, aşk ve huzur üreten bir has bahçedir, belediye kahvesi değildir.
İnsan, hayâtın ibtidâsında, pırıl pırıl küçük bir dereye benzetilecek olursa, yığın hâlindeki sıradan insanlar da çöllere benzetilebilir. Bu dere boyuna postuna bakmadan mecrâsını (yatağını) bırakıp çöllere sapacak olursa, gör başına neler gelir.
Oğul, hayat ilimsiz, ilim aşksız, aşk imansız olmaz. “Olur” diyenler işin özüne eremeyenlerdir. İlim gereklidir ama yeterli değildir. İlle aşk ve iman ile birleşmelidir. İçine aşk ve iman katılmış bilgiye irfân ederler. rfân’ın diğer adı gönül bilgisidir. İrfan gönülde meydâna gelen bilgidir. Gönül bilgisi ılık yağmurlar gibidir. Nasıl ki bahar yağmurları tabiatı canlandırırsa, gönül bilgisi de insanı heyecanlandırır, nice sevgilere kapı aralar.
Oğul, bu sözleri istersen bir babanın oğluna, istersen bir dostun, dostuna tavsiyeleri olarak kabûl et. Bunlar tecrübe ve bilgilere istinâden söylenmiş kalbî ve vicdânî sözlerdir vesselâm.
İdris ARPAT