Son günlerde İsrail’in estirdiği terör olayları ile Yahudiler ve Yahudilik bir kez daha insanlığın gündemini yoğun bir şekilde işgal etmekte. Gazete ve televizyonlarda konuyla ilgili haberler, tartışmalar daha çok siyasi ve askeri boyutlarıyla ele alınmakta. Daha doğrusu batılı bir bakış açısıyla konu İsrail için daha çok güvenlik, askeri ve siyasi, karşı taraf yani mazlum halklar, Filistinliler ve onların safında olanlar içinse “din eksenli terör” olarak görülmekte ve hatta din ön plana çıkarılarak “İslamcı Faşitler” olarak nitelendirilmekte. Oysa karşı taraf için herhangi bir yerde “Yahudi Terörü” veya “Hıristiyan Terörü” şeklinde bir ifade kullanılmamakta. Bunun neticesinde karşı tarafın yani Müslümanların din anlayışı ve dini sorgulanmakta ve bu dine (din anlayışına) çeki düzen verilmeye çalışılmakta olduğunu görüyoruz.
Özellikle 11 Eylül hadisesiyle başlayan bu süreç hızlı bir şekilde devam etmekte. Adı barış ve huzur olan İslam dini teröre kaynaklık etmekle suçlanmakta. Bunun karşısında Müslümanlar sürekli savunmaya zorlanmakta ve onlar kendi kendilerinin öyle olmadığını ispat etmeye çalışmaktadırlar. Biz burada İslam’ın terör, şiddet konularına nasıl baktığını bir tarafa bırakarak konuyu Yahudi dini açısından ele almaya çalışacağız, bununla ilgili bu gün Yahudilerin Kutsal olarak kabul ettikleri (ancak İslam açısından tahrif edilmiş kitaplar olarak görülen) Eski Ahid kitaplarından örnekler vereceğiz. Eski Ahid (Ahd-i Atik), içerisinde Tevrat ve Zebur’un da bulunduğu birçok kitaptan oluşmakta ve bu günkü haliyle o Yahudilerin ve Yahudiliğin tarihini anlatan bir tarih kitabı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eski Ahidde anlatılan Yahudiliğin tarihi serüvenine baktığımızda Yahudiliğin şiddetle yakın ilişki içerisinde olduğunu, hatta şiddet üzerine kurulu bir din olduğunu söylersek hata etmiş olmayız. Zira tarih içinde Yahudilik dolayısıyla Yahudiler, kimi zaman başkalarına şiddet uygulayarak, kimi zaman da kendileri şiddete maruz kalarak hep şiddetle iç içe olmuşlardır. Bunu dönemsel olarak ifade edecek olursak Yahudiler 430 yıllık Mısırdaki kölelik dönemlerinde şiddete maruz kalmışlar, ardından Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkıp vaat edilen topraklara ulaşıncaya kadar, Hz. Davud ve Hz Süleyman as zamanında en güçlü devletlerini kurdukları zamanlar da dahil önlerine çıkan bütün kavimlere karşı aşırı şiddet uygulamaktan çekinmemişlerdir. İbrani Devletinin, Yehuda ve İsrail krallığı diye ikiye ayrılmasıyla başlayan, M.S. 70 yılında Roma devleti tarafından sürülmeleriyle 1948’de İsrail Devletinin kurulmasına kadar devam eden süreçte (2500 yıldan fazla) Yahudiler özellikle Hıristiyan dünya tarafından “Tanrı Katili” olmakla suçlanmışlar ve sürekli şiddete maruz kalmışlardır. Ne acıdır ki bu dönemde en rahat ve huzurlu günlerini İslam toplumu içerisinde yaşamış olan Yahudiler, yeni devletin kurulmasıyla tekrar arzı mev’udu (vaat edilen topraklar) hatırlayarak bölgedeki Filistinlilere her türlü şiddet, katliam ve terör uygulamaktan çekinmemişlerdir.
Şimdi şiddeti adeta meşrulaştıran Eski Ahid’deki bazı metinlere bir göz atalım. Eski Ahid’e göre Yahudilerin kendi memleketlerine yakın olmayan, yani “vaat edilen topraklar” dışında yaşayan kavimlerle savaşılınca, barış önerilerini kabul ederlerse “orada yaşayanların tümü Yahudilerin angaryasında çalışacak ve onlara hizmet edeceklerdir” (Tensiye 20/11). Ama barışı kabul etmeyip savaşırlarsa orada yaşayan bütün erkekler kılıçtan geçirilecek, kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve kentteki her şey yağmalanacaktır. (Tensiye 20/ 12-14) Ancak “Arzı Mevudda” yaşayan halklara gelince onlarla ilgili hukuk çok daha sert ve acımasızdır. Buna göre:
“Ancak Tanrınız RAB'bin miras olarak size vereceği (arzı mev’ud) bu halkların kentlerine gelince orada soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız RAB'bin size buyurduğu gibi, onları -Hittiler, Amoriler, Kenanlılar, Perizziler, Hiviler ve Yebusilerin halklarını- tümüyle yok edeceksiniz. (Tensiye 20/ 16-17)
“(Bu Milletleri) Rab senin önünde ele vereceği ve senin de onları vuracağın zaman, onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin, onlara acımayacaksın ve onlarla hısımlık da etmeyeceksin…” (Tensiye 7/ 1-3)
“Orduların Rabbi şöyle diyor:…Şimdi git, Amalekliler'e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.” (I. Samuel, 15/ 2-3)
Yine muharef Tevrat’a göre Hz. Musa Medyenliler’le yapılan savaşta kadınları ve çocukları sağ bırakıp esir alanlara kızmış ve orada kadınların ve erkek çocukların katledilmesini emretmiş ve hüküm yerine getirilmiştir. (Sayılar, 31 / 15-17)
Kutsal topraklara Yeşu’nun komutasında giren Yahudiler orada da katliama devam ederler:
…Kentten dumanlar yükseldiğini gören Yeşu ile yanındaki İsrailliler, geri dönüp Ay halkına saldırdılar... İsrailliler tek canlı bırakmadan hepsini öldürdüler. İsrailliler Ay Kenti'nden çıkıp kendilerini kırsal alanlarda ve çölde kovalayanların hepsini kılıçtan geçirdikten sonra kente dönüp geri kalanları da kılıçtan geçirdiler. O gün Ay halkının tümü öldürüldü. Öldürülenlerin toplamı, kadın erkek, on iki bin kişiydi. Yeşu kentte yaşayanların tümü yok edilinceye dek pala tutan elini indirmedi. …Ardından Yeşu Ay Kenti'ni ateşe verdi, yakıp yıkıp viraneye çevirdi. …Ay Kralı'nı ağaca asıp akşama dek orada bırakan Yeşu, güneş batarken cesedi ağaçtan indirerek kent kapısının dışına attırdı…” (Yeşu 8/ 22-29)
“Yeşu (esir alınan) beş kralı… vurup öldürdü ve her birini bir ağaca astı. Akşama dek öylece ağaçlara asılı kaldılar. Yeşu aynı gün Makkeda'yı aldı, kralını ve halkını kılıçtan geçirdi. Kentte tek canlı bırakmadı, hepsini öldürdü… Livna'nın… Lakiş’in… Eglon’un… Hevron’un... Devir'in de krallarına ve halkına aynı şeyi yaptı… köylerini alıp bütün halkı kılıçtan geçirdi; tek canlı bırakmadı, hepsini öldürdü” (Yeşu,10/ 22-28) Yahudileri sürgüne mahkum eden Babiller içinde Rab Yehova şöyle der: “Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek, tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve kadınları kirletilecektir” (İşaya, 13/ 15-16)
Yukarıda sayılan yedi kavimle birlikte Medyenliler ve Amelekiler tarih sahnesinden silinmişlerdir. Ancak bu düşmanlardan Yahudilere göre Amelekilerle savaşın farziyeti ebediyete kadar devam edecektir. Çünkü Yahudi inancına göre onlar, Tanrının hükümranlığının yeryüzünde egemen olmasını engelleyen ebedi düşman olarak simgeleştirilmiş, dolayısıyla onlarla sonsuza kadar savaşmak farz derecesinde zorunlu bir hüküm olmuştur. (Baki Adam, Yahudilik ve Şiddet, İslamiyat V/ 2002, s. 26) Buradan hareketle (tarihte ve şu an) Yahudilerin hedeflerine engel olan her kavim bir nevi yukarıdaki düşmanlar kategorisine girmektedir diyebiliriz.
Yukarıdaki örneklerin sayısını fazlasıyla çoğaltmak mümkün. Ancak verilen bu pasajlar bile şiddeti Kitab-ı Mukaddede meşrulaştıran Yahudiliğin bu gün yaptıklarının daha yi anlaşılmasına yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
Tarih içersinde Yahudiler güçlü oldukları dönemlerde bu hükümleri uygulamışlar, ancak Babil Sürgününün akabinde (M.Ö. 587) diasporalarda, (sürgünlerde) başkalarının tehdidi altında yaşadıkları dönemlerde Knesset Ha- Gadol’un (Büyük Meclis) ve Yahudi din adamlarının görüşleri doğrultusunda bu emirleri yumuşatmak zorunda kalmışlardır. (Baki Adam, 30 vd.)
Ancak asrın başında dinci Siyonistlerin Kutsal Topraklarda Yahudi devletinin kurulması için başlattıkları mücadele ve Batının da desteğiyle 1948’de İsrail devleti kurulunca Yahudi düşüncesinde Kutsal Topraklar hayali daha da canlandı. Devlet her ne kadar laik olarak tanımlansa da Ortodoks Yahudiliği referans almakta ve dini bir karakter taşımaktaydı. İsrail 1967’deki Altı Gün Savaşlarında Tevratta belirlenen toprakların hemen hepsine sahip olmuştu. Ancak bu vaadin önündeki engellerden biri de Filistinlilerdi ve bunların da bertaraf edilmesi gerekiyordu. Kimi Yahudilere göre Filistinliler, Kenanlılar ya da İsmaililer olarak görülüyorlar, dolayısıyla üç seçenek veriliyordu; Yahudi hâkimiyetini kabul etmek, kaçıp bir başka ülkeye sığınmak ya da savaşmak. (Baki Adam, 32.)
Yahudiler kendi sundukları şartlara göre bu gün savaşı kabul etmiş gözüken Filistinlilerle mücadelelerinde her yolu meşru görmekte ve yukarıda Eski Ahidde 2500-3000 yıl önce uyguladıkları şiddet, terör ve katliamı aynısıyla bu gün devam ettirmektedirler.
Şüphesiz Yahudilerin içinde de bu günkü uygulamaları tasvip etmeyen, hatta Kitab-ı Mukaddesi referans olarak görmeyen gruplar da vardır, ama sesleri cılız kalmaktadır. Sonuç olarak her hangi bir yoruma gitmeden sadece Yahudilerin Kutsal Kitaplarında şiddeti teşvik eden bölümleri alt alta sıraladığımızda kimin, ne kadar “faşist” “katil” ya da “barbar” olduğu daha açık olarak ortaya çıkacaktır. Şunu da hatırlatalım ki bu günkü Hıristiyanlar da (her ne kadar ahkam ayetlerini uygulamayı kabul etmeseler de) Yahudi Kutsal Kitabı olan Eski Ahidi bu günkü haliyle kutsal olarak kabul ederler ve İncillerle birlikte kiliselerinde okurlar. Dolayısıyla kimi Hıristiyanlar için de yukarıdaki şiddet ifadelerinin referans olması pekala mümkündür. Bu konuda Evanjelik Hıristiyanların Yahudileri desteklediğini de unutmayalım.
(Konuyla ilgili olarak bkz., Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Armageddon Hıristiyan Kıyametçiliği ve İsrail, KİM Yayınları, Nisan 2003)
Salih İnci