Aklı Olmak ya da Akıllı Olmak
Akıllılık bir vasıftır. Belirtileriyle kendini ortaya çıkarır ve bir işleyişin mimarıdır. Akıllı olduğu bilinen insanlara akıl danışılır. Çoğunlukla başkalarının göremediğini görmek, bir işi yaparken ya da çözüm üretirken, başka alternatifleri de devreye sokmak, farklı pencerelerden bakmak, alışılmışın dışında fikir üretmek ve uzağı görerek hareket etmek çoğunlukla akıllılarda görülen vasıflardır. Genel olarak da bir insana “o çok akıllı” dendiğinde; kârını-zararını, nerede nasıl hareket edeceğini bilen, dengeli, stratejik davranan biri kastedilir.
İnsan zihni, öncelikle; kendini düşünmeye, ihtiyaçlarını gidermeye ve benmerkezci bir yaklaşımla, olayları kendi ekseni etrafında değerlendirmeye eğilimlidir. İşte eğitim, insanın zarûri ihtiyaçlarını giderinceye kadar kendisine, daha sonra da, aynı zamanda başkalarını da düşünmeye yönlendirir. Bu yönlendirmeyi en doğru biçimde “İslam Dini” yapar. Hz. Allah (cc), bizim yeryüzünde insanca-Müslümanca yaşanabilir bir dünya oluşturabilmemiz için, hem gerekli kuralları bildirmiş, hem de bunlar Rasûlullah (sav)’ın hayatında örneklendirilmiştir. Allah (cc) kullarına bunu fehmetmeleri için basîret, akıl, öğrenme gücü ve kolaylığı, merhamet, fedakârlık, sorumluluk ve bilcümle potansiyel değer ve yeteneklerden yeterince vermiş. Ve dinimiz bize, “Kendin için istediğini, başkaları için de iste.”, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”, “Haram yoldan kazanacağın bir serveti değil de, helalden kazanacağın, gerekirse azıcık aş’ı tercih et.” diyor.
Bu dünya hayatında kulların yapıp ettiklerinin kaydedildiğini, âhiret denen öteki dünyada hesaba çekileceğini, mükâfat ya da cezadan hangisini hak ettiyse, zerre kadar haksızlığa uğratılmadan kişinin kendisine yansıtılacağını da Allah (cc) bildiriyor. İlk önce kendimize sonra da şöyle bir topluma baktığımızda; imansızlık, acımasızlık, sorumsuzluk, tembellik ve Allah (cc)’ın yasakladığı zina, hırsızlık, alkol, dedikodu, kötü niyet vb. negatif unsurların alabildiğince çoğaldığını ve hatta kimi yerlerde bunun normalleşmeye başladığını görüyoruz. Rabbimiz(cc), dinin akla ve akıllıya hitap ettiğini, aklı olmayanın mazur olduğunu ve sorumlu tutulmayacağını da bize bildiriyor. Yani akıl ayrım noktası, farklılık oluşturan unsur. İnsanın aklıyla elde edeceği bilgi-ilim ile, hakikati kavrayıp kendisi için doğru olanı tercih etmesi beklenir. Çünkü Allah (cc)’ın dîni anlaşılacak kadar sâde ve açıktır ayrıca Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatında da detaylandırılarak, yaşantısı ve sözleri ile hayata aktarılacak düzeye getirilmiştir, kolaylaştırılmıştır. İnsan, aklıyla, kısa vadede kazandıran fakat sonunda çok büyük zarara götüren yolu tercih etmişse, aklının doğruları gösterme yönünde aktif olmadığı yani doğru beslenme kaynaklarıyla beslenmediği düşünülür. Uzağı görememektir bu. Ayrıca atılan her adım bizi bir tarafa yaklaştırır, onun karşıtı olan taraftan da uzaklaştırır. Her adım bizde iz bırakır, her adımın devamında o psikoloji bizi kuşatır. Herhangi bir yöne hareket etmeden önce resmin bütününü görerek, o adımın bize neler yüklediği hakkında düşünmemiz gerekir. Düşünmek, insan için çok önemli bir eylemdir. Akıl, insana, niyetine uygun sorular sordurur ve insanı o sorunun cevabı yönünde düşünmeye sevk eder. Akıl zayıf kalınca, kısa vadeli düşünme (daha doğrusu derin düşünememe), insanı küçük düşüren küçük hesaplar, çıkar-menfaat ilişkileri ortaya çıkar ve kişiyi kendisini sorgulamasını sağlayacak ortam ve kişilerden uzak tutar.
Genellikle bir şey, ya iyidir ya kötü, ya doğrudur ya yanlış, ya da, faydalıdır veya zararlıdır. Normal ile anormal arasında bir çizgi vardır. Bir şeyler ya o taraftadır ya bu tarafta. Ha bir de, bu ortadaki sınır çizgiye yakınlık ya da uzaklıktan söz edilebilir. Bir şeyin iyiliğinden ya da normal oluşundan söz etmek için, bu sınır çizgisinin üzerinde olması gerekir. Hatta ne kadar tehlike çizgisinden uzak olursa o kadar iyi diyebiliriz.
Yine herhangi bir şeyin pozitif gücünden söz edeceksek, tehlike sınırının berisinde olmasının yanında, kendisini yeterli hâle getirecek, aktif tutacak ve bu doğru istikâmetinde kalmasını ve ilerlemesini sağlayacak beslenme kaynaklarının da olması gerekir. Bütün bunlar, bir sistemin çalışmasını sağlayan ana unsurun önemini gösteriyor bize, yani AKLI. Akıl, aklın önemini kavrayan büyüklerce gündeme alınıp, geliştirilmesi yönünde gayret sarfedilmezse duyguların ve temelsiz düşüncelerin etkisinde kalır ve çevrenin telkin ya da beklentilerinin cevabı olmaya başlar. Ve seyri, nehrin üzerindeki yaprağa benzer. Bilgi akışı ile donatılmayan zihin, aydınlık ufukları işaret etmeyen birikimin esîri olur. “Durma düşersin” prensibi gereğince, gelişen insan ve değişen ihtiyaçları çerçevesinde, esnek ve fakat sınırları belli esneklikle insanı kuşatamayan akıl, kendisini başka sistemlerce kuşatılmış bulur. Bir de bakar ki, farkında olmadan, farkında olan birilerinin hazırladığı çarka, ömrünü su niyetine akıtıyor.
Beş para etmeyen ve fikir tartışması zannedilen zanların mücadelesi kafa karıştırır. Kendi aklını kullanamayarak başkalarının aklına malzeme olanlar, hiçbir zaman kendisi olmaya ve kendisini geliştirmeye fırsat bulamaz. Çünkü diğer akıllılar buna müsaade etmez, yoksa çarkları dönmez.
Üç günlük dünya diye yaşanılan yarım asırlık ömür incelenirse, çoğu kimselerdeki aklın doğru bilgi açlığından ölmek üzere olduğunu görürsünüz. Evlatlarının bedenini geliştirmek kadar, aklını da geliştirmeyi planlamayan yetişkinler, derin pişmanlık içinde dizlerini dövmek için çok beklemeyeceklerdir. •Kendi bildiğinden başka doğru tanımayanlar, •Bir eşyayı bile kullanma kılavuzunu okumadan kullanmadığı halde, başta kendini, eşini ve çocuklarını tanımadan, onlarla iyi geçineceğini ve hayatı iyi yaşayacağını hayal edenler, •Rahatlık ve tembellikleri için durmadan mazeret üretip, üstelik ona inanarak, hayatını, çalışmanın güvenli ortamına yükseltmek yerine bilgisizliğin rehavetinde fırtına için zemin oluşturanlar, •Akıllı davrananlarla yakınlık kurup, kendine uygun olan yönlerini örnek alarak başarısızlıkla arasına mesafe koymak yerine, oturduğu yerden, nefis yayından attığı kıskançlık oklarıyla başkalarını yaralamaya çalışanlar ve bunu da marifet sayanlar, •Ödemesi gereken bedeli göze alamadığı için tırmanamadığı aktif insan olma zirvesini kötülemek ve oraya çıkmaya çalışanları bunun gereksizliğine inandırmak gibi bir gereksizliği görev edinenler, •Evde çocuğuna, eşine vermediği sevgi ve ilgiyi, onlar dışarıda aramaya başladıklarında, aynada kendisine bakıp öz eleştiri ile durumu tespit ederek, ne yapması gerekiyorsa âcilen onlara başlamak yerine, habire sataşma ve taşlamalarla kendisinden biraz daha uzaklaştırıp, kötü durumu daha da derinleştirenler, •Biraz da dinlemek dururken ve âcilen gerekirken, sürekli kendisi konuşan, dinlemediği için anlamayan ve durmadan kendisinin anlaşılmadığını söyleyerek feryat edenler, •Ve… düşünmeyi unutup, düşünmeme ve sıradan yaşama denizinde habire kulaç atıp gün tüketenler, bu gidiş nereye demeyenler, bu vasat gidişin sebebini sorgulayıp, kendisini sımsıkı bağlayan bağları gördüğü halde onlardan kurtulmak yerine, düğüm üstüne düğüm atanlar, •Yani bunları yapan bizler, “oku” emri gereğince, hakîkatle ve doğru kaynakla teması engelleyen her ne kadar engel varsa hepsini teker teker aşıp, ömre ömür katan, insana nitelik katan bilgilerle işe başlamak zorundayız. Değilse bu gidişin kırılma noktası ya beklenmedik kötü bir düşüş, ya da ölüm olur. Bu ikisinden de önce Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’ler ışığında hakîkate yönelten kaynakları, kişileri bulup aklın gıdasını verelim ki, aklımız fonksiyoner olsun ve pusulamız KIBLE’yi bulsun.
Akıllarını hayırda çalıştırmayı başaramayanlar, kendilerini şerde kilitlenmiş bulurlar.•
(Saliha ERDİM) |