SÜLEYMANİYE'NİN İHTİŞAMLI KUBBESİ
Yaklaşık bir asırlık ömrünü 9 Nisan 1588’da İstanbul’da noktalayan mimarların piri Koca Sinan, yakın dostu Sâî Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı «Tezkiretü’l-Bünyan» adlı eserinde, Süleymaniye Camii’nin açılış hikâyesini şöyle anlatır: Bazı nifak ehli, söz birliği ederek, saadetli padişaha kötü niyetli dilekçeler yazıyorlarmış. Süleymaniye’nin inşası hakkında:
«Kusuru ortaya çıkacak diye binayı iskeleden çıkaramıyor! Kubbenin duracağı şüpheli, herif bu yüzden ne yapacağını şaşırmış, gününü geçiriyor; elinden de bir şey gelmiyor neredeyse aklını yitirmek üzere!» gibi sözler ediyorlarmış.
Bir gün bendeniz zavallı, durumdan habersiz, inşaatın bir köşesinde mihrap ve minberin yapımıyla ilgilenirken saadetli padişah çıkageldiler; kendilerini edeple selâmladım. Şiddet ve hiddetle, söz konusu binaların durumunu sordu:
“–Neden camimle uğraşmayıp, önemsiz işlerle zaman geçirirsin? Bu bina ne zaman tamamlanır, tez bana bilgi ver! Yoksa sen bilirsin!” dediler.
Padişahı böyle son derece öfkeli görünce, az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Allâh’ın kudretiyle, dilime bir anda şu sözler geldi:
“–Saadetli padişahımın devletinde inşallah iki ayda tamamlanır!” dedim.
Padişahımız, yanındaki ağalara dönerek:
“–Bre şuna sual edin, bu bina bir bütün olarak ne zaman biter?” buyurunca, ağalar bana dönerek:
“–Mimar Ağa, padişahımız ne buyururlar, işitir misin? Bu bina ne zaman kapısı kapanıp tamam olur?” dediler. Ben yeniden:
“–İki ay sonra bu bina biter.” dedim. Padişah, orada bulunan ağaları şâhit tutup:
“–Mimar! Hele iki ay sonra bitmezse seninle konuşuruz!” diyip saraya döndüler.
MİMARIN AKLINI YİTİRDİĞİ BELLİ!
Hünkârım saraya vardıklarında şöyle buyurmuşlar:
“–Mimarın aklını yitirdiği apaçık belli; hiç iki ayda, birkaç yıllık işin bitmesi mümkün müdür? Adam, başının korkusundan aklını kaybetti. Çağırıp siz de sorun, bakalım ne cevap verecek? Eğer olmadık sözler ederse, inşaatın durumu zorlaşır!”
Bunun üzerine adamlar yanıma gelip, beni acele saraya götürdüler. Ağalar yeniden:
“–İnşaatın ne zaman bitmesi mümkündür?” diye sordular.
“–Padişahımıza, iki ayda biter, diye cevap vermiştim. Şâhitler tutmuştu; inşallah iki ayda tamamlayıp tarih sayfasında bir isim bırakırım.” dedim.
Ağalar, benim bu cevabımı sultana nakledip, şöyle demişler:
“–Herife gayret düşmüş, pek akıllı bir kimsedir, İnşallah bu gayretle kutlu caminizde, en kısa zamanda namaz kılmanız nasip olur.”
Padişah, bir hafta sonra yine, ağalarıyla birlikte inşaatı görmeye geldi ve:
“–Sözünde duruyor musun?” diye sordu. Cevabımı tekrarladım. Ardından da ne kadar inşaat ustası varsa toplayıp, başlarına becerikli murakıplar/kontrolcüler koydum. Kendim de gece-gündüz, bir an ve bir saat boş durmadan, elimdeki demir asayla, pergel gibi kubbenin merkezini ve çevresini dönüp durdum!1
BU MABEDİ SENİN AÇMAN EVLÂDIR!
Aradan iki ay geçince binanın hiçbir eksiği kalmadı, kapısı kapanıp tamamlandı. O zaman padişahımız kutlu sarayından güneş gibi çıkıp geldi. (H. Zilhicce 964 - M. Ekim 1557) Süleymaniye’nin mübarek anahtarını, dua ederek, büyük bir mutlulukla soylu ellerine teslim ettim, sonra da el bağlayıp bekledim. Saadetli padişahımız, odabaşısına2 dönerek sordu:
“–Caminin kapısını açmayı en çok hak eden, en yakışır kişi kimdir?” Odabaşı:
“–Padişahım! Mimar ağa kulunuz, bir aziz kocadır, Lokman Hekim himmetiyle, bu konuda en çok emek veren odur.” dedi. Bunun üzerine Padişahımız Süleyman Han:
“–Gel azizim, inşa ettiğin beytullâhı doğruluk, yürek temizliği ve dua ile yine senin açman uygundur!” deyip, dua ve övgülerle anahtarını bu kullarına verdiler.
Caminin kubbeleri, güzellik denizinin kabarcıkları gibi süslendi; büyük kubbesi gökyüzü gibi, altın yaldızlı alemi üstündeki güneş gibi ışıldamaktaydı. Dört minaresiyle kubbe, İslâm’ın kubbesi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile O’nun «Dört Dostu» gibi olmuştu. Mübarek caminin güzel kubbesi tamamlanınca, kâtiplerin kıblesi Hasan Karahisarî, göğe benzer kubbesine, müsennâ hattıyla: «Allah gökleri ve yeri, düzenleri bozulmasın diye tutuyor.» (Fâtır, 41) âyetini yazdı.3
SÜLEYMANİYE’NİN «KEMER-İ KÜBR»LARI!
Süleymaniye Külliyesi’nin, Topkapı Sarayı’nı, Boğaz’ı ve kısmen de Marmara’yı gören, Haliç’e hâkim konumdaki arazide, Haliç kıyılarına inen yamacın hemen kenarında inşa edilmesi, Mimar Sinan’ın dâhiyâne bir kararıdır. Bu fevkalâde mükemmellikteki yer seçimi, Süleymaniye’nin şehir görüntüsünün önemli bir unsuru hâline gelmesine, güzelliğinin birçok noktadan tadılmasına, çevre şuuruna yeni ufuklar açılmasına imkân sağlamıştır.
Kirazlı Mescit Sokağı’nı takiben, artık maalesef pek azı kalan ahşap evlerin sınırladığı yoldan, Evvel ve Sânî Medreseleri’nin (şimdiki Süleymaniye Kütüphanesi) dış avlularının arasındaki dar geçide, oradan da caminin, çarşının bulunduğu taraftaki giriş kapısına ulaşılır. Dar geçitteki bu kısa yürüyüş boyunca, üçer şerefeli iki minareyle ana kubbeyi adım adım gören yaklaşma istikameti pek harikadır.
İç avluya, avlunun ön cephesinden, «Âbidevî Kapı»dan girildiğinde ise; insanı, avlunun iki köşesindeki üçer şerefeli iki minare ile iki fil ayağının muhteşem gövdeleri arasındaki büyük kubbe karşılar. Karşıdaki eni boyuna eşit duvar, sizi bir an için durdursa da, üç şerefeli iki minare arasındaki cami kitlesiyle şaşırtıcı yücelikteki merkezî kubbe gönlünüzü bir anda dolduruverir.
Yerden yüksekliği 53, çapı 25.5 metre olan ana kubbe ile birlikte Süleymaniye’nin mimârîsinde özel bir yere sahip uzun kemerler, altında korudukları ve üzerinde taşıdıklarının büyüklüğü sebebiyle Sinan tarafından «Kemer-i Kübrâ» veya «Kudret Kemeri» olarak isimlendirilir. 28 metrelik uzun bir boşluğu aşan iki büyük kemer, kıble istikametine doğru âdeta yumuşak bir ilerleme ifadesi gösterir.
Arazinin, Haliç’e paralel uzama ifadesine uygun olarak, yapının âdeta ileri sıçrayan iki büyük kemerinin üzerindeki merkezî kubbe ve onu destekleyen iki yarım kubbeyle, uzayan kubbeler sistemini vurgulamak ve «ilerleme» ifadesini yan cephelerin kemerleriyle güçlendirmek, sadece Sinan’a mahsus bir mimarî dehanın ürünüdür.
Merkezî kubbenin, iki yarım kubbenin, büyük iki kemerin, değişik istikametlerdeki irili ufaklı kemer ve kubbelerin insanı âdeta sararak korumak için vücuda getirilmiş oyuk biçimleri, sanki birbirlerine göre yer değiştirerek, âdeta yeni biçim ve kimlik kazanan küçük bir kâinat oluştururlar.4
Avlunun dört köşesindeki dört minareden; avlunun ön cephesindeki ikisi, kısa ve ikişer şerefeli, cami tarafında bulunan öteki ikisi ise daha uzun ve üçer şerefelidir. Mimar Sinan bu dört minareyle, Kanunî Sultan Süleyman’ın fetihten sonraki dördüncü padişah, dört minaredeki toplam on şerefeyle de Osmanlı padişahlarının onuncusu olduğunu ifade eder.
SÜLEYMANİYE, AYASOFYA’DAN DAHA ETKİLİ!
Ayasofya’nın dış mimarîsindeki masif 5 destek ayakları ve onların hemen üzerine oturtulmuş kubbe ile oluşan durgunluk ve ilerleme yönü birbirine zıt unsurların beraberliği, mimarî güzelliği engelleyen mühendislik yaklaşımlarıdır. Araziye sağır duvarlarla oturan dev bir yapı hüviyetindeki Ayasofya’ya karşılık, Süleymaniye’de kubbeyi dört köşede destekleyen ve fil ayaklarına basan iki büyük kemer, yarım kubbelerin yaslandığı alanı meydana getirir.6
Süleymaniye’nin içi, dışarıdaki sonsuz mekânın bir uzantısı olarak tasarlanmıştır. Ayasofya’da ise, fil ayaklarının içyüzünü takip eden yan duvarlar, bu ayakları duvar ile eksen arasına gizler; bu yüzden yapı sınırlanır ve tamamen dışa kapalı bir mekân hâline gelir.
Ünlü Bizantolog Charles Diehl, caminin iç mekânı için: «Fevkalâde bir kudret ve eşsiz bir büyüklük. Süleymaniye, Jüstinyen’in katedralinden (Ayasofya) daha etkili!» demekten kendini alamamıştır. Heinrich Glück, «Osmanlılarda Mimarî» isimli eserinde, Sinan’ı Mikelangelo ile kıyaslar.7
Süleymaniye Külliyesi’nde sistem, eserleri çevreleyen mesken dokularının ölçüleri ve yapı özellikleriyle desteklenir. Eser tamamlandığında, padişahın bir fermanıyla, külliyenin çevresindeki evlerin boyasız ve zamanla kararacak ahşap yapılar olması emredilerek, geçici malzemeyle meydana getirilmiş, koyu renkli ahşap evlerden oluşan mahalleler arasında yer alan külliyenin farklılaşması sağlanmıştır. Ayrıca bahçe nizamlı evlerin küçük ölçüleri ve narin mimarî dokularıyla Süleymaniye’ye daha yüce bir âbide hüviyeti kazandırılmıştır.
1 Sâî Mustafa Çelebi, Yapılar Kitabı, s. 72.
2 Yeniçeri kuruluşunda, görevi alaylarda selâm törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.
3 Sâî Mustafa Çelebi, a.g.e., s. 66.
4 Turgut CANSEVER, Mimar Sinan, Albaraka Türk Yay, İst. 2005, s. 200.
5 Görünür bütün hacmi kaplayan.
6 Turgut CANSEVER, a.g.e., s. 186.
7 Mimar Sinan’ın Türk ve Dünya Mimarîsindeki yeri. Prof. Dr. Enis KORTAN, s. 8.
Yazar: Can Alpgüvenç
|