Helal Kazancın Değeri
Bir devr-i daim üzere cereyan eden kainatın işleyişinde, insan ömrü de kendi içinde bir deverândan ibaret olup; kazanmakla harcamalar arasında geçmektedir. Şu kadar var ki, insan hayatındaki deveranı başlatan faktör, kazanma eylemidir. Hayatın idamesi için gerekli ihtiyaçları karşılamak, sarfiyat ile mümkün oluyor. Ancak ondan evvel yapılacak harcamanın temini yani kazanılması gerekiyor…
Şunu diyebiliriz; harcamanın istikameti, kazanma ameliyesinin üzerinde gerçekleştiği metaın kendisi, yeri, zamanı ve metoduyla birlikte daha ilk başta şekillenmektedir... Gerçek şu ki, rızık dediğimiz nesnelerin hepsi bir şekilde insan karakterine tesir ediyor:
Yeme içme ile tüketilenlerin kalitesi, rengi, kokusu zamanla insan karakterine farklı şekillerde tesir ediyor. Giyim tarzı, konuşmaları, bulunduğu mekanlar. Bunların helal ve temiz olup olmaması, nezih yada necis olması insanın hayat akışına etki ediyor, fikriyatını şekillendiriyor. Neticede kalbî hayatına kadar uzanıyor.
Bu sebepledir ki Kurân-ı Kerim, söz bu tesir konusu devr-i daimin başında işi sıkı tutmasını insana tembih ediyor:
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; çünkü şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 2/168) kavl-i celiliyle yediğinin, içtiğinin helal ve temiz olması konusunda hassasiyete çağırıyor. Belki bunu bütün ihtiyaçlarına teşmil etmesini istiyor. Özelde yeme içmesinin, genelde istifade ettiği her şeyin teminine medar olan kazancının helal ve temiz olması için seçici olmaya davet ediyor. Bu konudaki titizliğin ya da dikkatsizliğin, en açık ve daimî düşmanı olan iblisle mücadelesinde doğrudan etkili olacağını duyuruyor.
Sevgili Peygamberimiz bu ayet-i kerimede verilen mesajı izah ediyor. Ebû Hureyre (r.a.) dan rivayet edildiğine göre şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ temizdir ve sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emretmişse, mü’minlere de onu emretmiştir.
Cenab-ı Hak peygamberlere; “Temiz ve helal olan şeylerden yeyin, iyi ve faydalı işler yapın!” (Mü’minûn 23/51) diye emretmiş, mü’minlere de; “Size verdiğimiz rızıkların helal ve temiz olanlarından yeyin” (Bakara 2/172) buyurmuştur…
Bu hadisin devamında Efendimiz buyuruyor ki; “yoruluncaya kadar Allah uğrunda sefere çıksa bile, yediği içtiği haram olanın duası makbul olmayacaktır.” (Bkz. Müslim, Zekat 65)
Elmalılı Hamdi merhûm bu ayetin açıklamasında şöyle diyor; “Helalı hoş ve temiz olarak yeyiniz. Yediğiniz şeyler pis ve mülevves olmasın. Şunun bunun hakkı geçmiş, dînen haram sayılan ya da şüpheli görülen şeylerden sakınınız. Onlara tenezzül etmeyiniz ki, şeytanın adımlarına uymuş olmayasınız. O, her ne kadar gözlerinize görünmese, telkinlerini açıkça belirtmese de, size apaçık düşman olduğunda şüphe yoktur. Onun, çirkin ve mülevves şeyleri gizliden gizliye uzuvlarınıza cazip göstermeye çalışacağı âşikardır.”
Rûhu’l-Beyân’da ise, ayetin izahı sadedinde hususi birer tembih mahiyetinde açıklamalar var; “Helal ve temiz şeyleri yemek, insanı Allah’a itaata ve şeytana uymaktan sakınmaya sevk eder. Çünkü sâlih ameller, helal lokmanın neticesidir. Ve meşrû yoldan helal kazanç sağlamak bütün peygamberlerin sünnetidir. Kişi ailesinin geçimi uğruna çalışmaya başlayınca, hafaza melekleri ona; “Allah bu senin çalışmanı mübarek ve bereketli kılsın. Kazandığını cennette senin için azık yapsın” derler. Yerde ve göklerde bulunan bütün melekler “âmin!” diyerek bu duaya iştirak ederler.”
Demek ki, helal ve meşrû yoldan kazanmaya çalışmak peygamberlerin yoludur, seçilmiş kulların mesleğidir. Meleklerin dua edeceği kudsiyette bir meşguliyettir. Bu aynı zamanda, şeytanın adımlarına uymaktan alıkoyan tabiî bir zırhtır.
Tefsirde belirtildiğine göre: Şeytan insanı öncelikle küfür ve şirke teşvik eder. bunda muvaffak olamazsa masiyetlere ve bid’atlere çağırır. Bunda başarılı olamazsa büyük günahları işlemeye, bunda muvaffak olamazsa küçük günahlardan sakınmamaya, bunda da başarılı olamazsa sevaplı işlerden mahrum bırakan bir takım mübahları işlemeye teşvik eder. Şayet bunda da başarılı olamazsa faziletli işleri işlemekten alıkoymaya bakar. Ve bu tür gayretlerine bir insanın uzuvlarını esir alıncaya kadar devam eder. rehin aldıktan sonra da onlara birer tadımlık verir ki, zâhidlerin dünyayı zemmeden ve dünyalığa ilgi duymaktan nehyeden sözlerine kulak asmasınlar.”
Günümüzde, toplumların refah seviyesi belli alanlarda yapılan tüketimle ölçülüyor. Halbuki Kur’ân-ı Kerim’in aradığı ölçü; çokluk ve çeşitlilik değildir. İslam en başta mevcut imkanların fertler arasında adaletle paylaşılmasını öngörür. Toplumun çeşitli katmanları arasında uçurum denecek kadar farklılık olmamasını tavsiye eder. Dinin birim insana getirdiği teklif ise, eşyada helallik ve temizlik vasıflarının mutlaka aranması yönünde tecellî etmiştir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in ebedî nûrunu insanlığa taşıyan Allah Rasûlü bizlere şu duayı öğretiyor; “Allah’ım, bana helal rızık nasip eyle ve beni haramlardan koru. Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme.” (Tirmizî, Deavat 111)
Ayet-i kerimede işaret edilen zırhı kuşanmak, Rasûlullah’ın öğrettiği duayı hayat düsturu edinmekle mümkündür.
Oku / Düşün
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) onun durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilmektedir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd 11/6)
Bir ziyafete çağrılmışsın. Davet sahibi ağırlamak üzere seni mekanına kabul etmiş.ve “her türlü ihtiyacına ben kefilim” diyor. “Böyle bir durumda aç açık kalır mıyım?” diye endişelenmek ne kadar yersiz olur?
Düşün ki, bu misafirhaneye seni çağıran ikram sahibi, kendisi için unutmak söz konusu olmayan ve aslâ sözünden dönmeyendir. Ve O, herkesin kısmetini taksim etmiştir.
Kula gereken, payına ayrılanı edeple talep etmek olmalı.
Muttakî Ol
“…Kim Allah’tan gereğince sakınır (gazabını celb edecek işler yapmaktan korkar)sa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenirse, O ona yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü taktir etmiştir.” (Talak 65/2-3)
Rızkın Allah katından bağışlandığına iman eden, ilâhî taksime razı olmuş demektir. O halde, nasibini ararken O’nun rızası dairesinden şaşmayacak ve buğz-ı ilâhîyi celb etmekten sakınacak. Ve takvayı gözettiği ölçüde sadrı ferahlayacak; Belki de önce sadrı, sonra rızkı genişleyecek. Kapıların kapandığı zannedilen yerde, başka fırsatlar açıldığını görecek. Yeter ki O’na güvensin, gönlünü O’na açsın.
Çünkü, gönül imanın merkezi ve bütün sağlıklı gelişmeler oradan başlıyor.
Cafer DURMUŞ |