Tahrim sûresinde şöyle buyrulur:
“Allah, inkar edenlere Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki Salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. (Ve sonunda) kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara; “Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin” denildi.
Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.
(Allah) iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i de (örnek gösterdi.) Biz ona rûhumuzdan üfledik; Rabbi’nin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” (Bkz. 66/10-12)
Kötülükten sakındırıp, iyi ve doğru olanı teşvik etme vasıtalarından biri de, bunları örneklerle temsil etmekse; misallerin en bereketlisi, hayatı ve tercihleri insanlığa darb-ı mesel olmuş hanımlar olmalı…
Kadın, hayat menşeidir çünkü; o, varlığıyla çoğalmaya basamak kılınmıştır. Tarihte köklü değişimlere imza atan liderlerin bir adım gerisinde, onları gölge gibi izleyen hanımların kararlı duruşu sezilebileceği gibi, inkıraz devrelerinde dahi kadın unsurunun menfî rolü yadsınamaz.
***
Konumuzu teşkil eden ayetlerde dört hanımın hayatı, üç ana başlıkta örnek gösteriliyor. Bunlardan birincide iki peygamber hanımı inkar edenlere, ikincide Firavun’un karısı mü’minlere, üçüncüde ise Hazreti Meryem -zımnen- bütün insanlığa örnek gösteriliyor.
İlk misalde bahsi geçenler, Hazreti Lût ve Nûh (aleyhimesselâm)ın hanımlarıdır. Onlar ki, o gün insanlığa Allah’ın mesajını taşıyan peygamberin yakınında bulunmak gibi bir nimete erdirilmişlerdi. Allah elçisinin dînî ve dünyevî pek çok emir ve tavsiyelerini yakından takip etme fırsatına sahiptiler. Bundan ziyadesiyle istifade edebilirlerdi. Fakat onlar küfür ve nifak içinde yaşadılar. Nimetin kadrini bilmediler. Ve kocalarının davasına hıyanet ettiler. Peygamberin sırrını içeriden dışarıya taşıdılar.
Tefsirde belirtildiğine göre; onların kocalarına hıyaneti, iffetsizlik değildi. Münafıkça davranıp Allah düşmanlarına haber sızdırmalarıydı.
“Eden, ettiğini bulur” denilmiştir. Nitekim onların tescillenen hıyanetlerinden sonra, peygamber olan kocaları, kendlerine Allah katından gelen hiçbir şeyi savamadılar. “Onlara; “Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin” denildi…
Bu iki misal gösteriyor ki; insan kendisine verilen imkanların kıymetini bilmeli, onları kötüye kullanmamalıdır. Aksi taktirde büyük zatların yakınında bulunmak hiç kimseye bir fayda sağlamaz.
İkinci misal; Allah’ın iman edenlere Firavun’un karısı Âsiye’yi örnek vermesidir. Tefsirde belirtildiğine göre o, yaşadığı çağda akla gelebilecek bütün nimetlerin ayağına serileceği bir yerde bulunuyordu. Her imkanı nefsine, yakınlarına tahsis eden acımasız bir kralın sarayında yaşıyordu. Herhangi bir dünyalığa sahip olmayı arzu ederse, onu istemesi yeterliydi… Fakat o, bir gün bu imkanları elinin tersiyle itti. Gönlüne iman sevdası düşünce; dünyanın bütün nimetlerinden vazgeçtiği gibi, işkence edilerek öldürülmeyi göze aldı.
El açıp; “Rabbim!” diye yalvardı. “Bana katında, cennette bir ev yap! Cennette bir ev istiyorum sadece. Bundan başka hiçbir şeyde gözüm yok; dünyanın saraylarını, hizmetçilerini, mücevherlerini istemem.
Senin elçinin davetini işittikten sonra, bu sayılanları imana tercih etmem büyük bir haksızlık olurdu çünkü, zulüm olurdu...
Zaten Firavun’un işi gücü de bu değil mi; Zulmetmek…
Rabbim! beni Firavun’dan ve onun kötü işinden koru. Beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.
“Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilme!” ikazının hafif kaldığı bir dünyada. Rahat yaşamak, daha iyi gelir elde etmek uğruna nice insanın, inancın bağlayıcı kurallarını unutuverdiği bir zamanda, buradaki örneğin sözleri üzerine yeniden düşünmek gerekiyor: İmana taalluk eden bir esasla büyük menfaatler karşı karşıya geldiğinde, kaç kişi göze alabilir Asiye’nin yaptığını?
Konumuzu teşkil eden ilk iki misal hakkında Elmalılı Hamdi merhum der ki;
“Evet, öbürleri de dünyadan geçmiştir, bu da geçmiştir. Fakat arada ne büyük fark vardır.
Onlar, kavimlerini cennete götürmek isteyen iki peygamberin elinde hayır ve salah içinde cennete götürülecek halde iken, küfür ve nifakları yüzünden ateşe gittiler. Beriki ise kavmini ateşe sürükleyen Firavun’un elinde ateşe sürüklenmek istenirken, imanı ve ihlasıyla cennetin en yüksek makamlarına uçtu…
Bu itibarla herkes kendinden mesuldür. Ve kötü kocaların eline düşmüş yüksek ruhlu kadınlar, her türlü tehlikeye rağmen fenalıktan sakınabilirler. İman ve ihlaslarını muhafaza ettikleri ölçüde kocalarının fenalığından mesul olmazlar.”
***
Üçüncü misal; iffetini muhkem bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem’in insanlığa numûne olarak sunulmasıdır. O ki, ayetle beyan edilecek derece ırzını korudu. Gönülden itaat edenlerden oldu. Rabbinin kelimelerini, kitabını tasdikle tarihe geçti. Sadakati, iffeti ve inancında ihlasıyla Allah katından üflenen rûhun mekanı oldu.
Düşünüyorum; günümüz insanına özendirilen gelip geçici hevesler nerde, Hazreti Meryem’i numûne kılan değerler nerde?
Evet, hanımlar her şeyde âhengi, güzel görünümü ararlar. Çünkü onlar güzele ve güzelliğe öncelikle taliptir. Ve bu, onların tabiatının gereğidir.
Ancak iyinin ve güzelin peşinde olan herkesin mutlaka cevaplaması gereken bir soru var: Kısa süreli ve mutlaka sonlu olan güzellikle, ebedî güzeller içinde anılmak mukayese edilebilir mi?
OKU / DÜŞÜN
İki Yüzlü Bıçak
“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir ve büyük mükafat Allah katındadır.” (Enfâl 8/28)
Burada “imtihan vesilesi” olarak tercüme edilen kelime, ayette “fitne” olarak geçmekte. Bunun manası; “Eğer sınava ilgisiz kalırsan, elindeki muazzam nimetler birer fitneye dönüşebilir” demek olmalı.
Eldekinin fitne olmaması için çareyi yine âyetler gösteriyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın…” (Münâfikûn 63/9)
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrîm 66/6)
Malları, evlad ü iyali imtihanın hayırlı vesileleri kılmak, bu uğurda ciddî mesai sarf etmeye bağlı.
Namaz Sabırla,
Sabır Namazla
“Ey iman edenler, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153)
İlâhî inâyet kapılarını açan iki anahtar; sabır ve namaz… Ömrü namazla dokumak, sabırla mümkündür ancak. Maiyyet burcuna, sâbirûn sarayına namazla varılır ancak.
Ne mutlu nefsi ve ehli adına ömrünce namaz sorumluluğu taşıyana! Çünkü ona Allah’la beraberlik müjdesi var.
Şüphesiz, Allah bizi seviyor ve bizden de sevgimizi ibadetle ızhar etmemizi istiyor. Nihayetinde Efendimiz gibi, her ameli namazla süslememizi istiyor. Onun her vesileyle ashabına tembih ettiği gibi, yakınlarımızı namazda gözetmemizi istiyor.
Âyet-i kerimede: ; “Ailene namazı emret. Kendin de ona sabırla devam et. Biz senden rızık istemiyoruz; (aksine) seni biz rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç takvâ sahiplerinindir.” (Tâhâ 20/132) buyruluyor.
Namaz kaygusu yüreğimizde, bütün endişelerin fevkinde olacak. Çünkü o, can bedende oldukça devam eden muazzam bir sorumluluk. Ondan bıkmak, usanmak yok; namaz sabırla, sabır namazla beraber çünkü.