|
AVRUPA'DA TÜRK OLMAK
Avrupa Birliği'ne "Türkün manevî güzelliğini" yansıtan temel gerçekliği öne çıkararak girmeliyiz. Bunu ancak "kendi ülkesinin gücüne inanan" ve "kalben Türk" olan aydın ve yöneticiler başarabilir
nadolu Türkleri üçüncü defa Avrupa kapılarında. Bundan 650 yıl önceki ilk Batı'ya doğru yürüyüşün hedefi "fetih" idi. Bu sürecin ilk yarısı (kabaca 14-17. yüzyıllar) genişleme, ikinci yarısı ise geriçekilme oldu. Avrupa kapılarına bundan 40 yıl önceki ikinci gidişin amacı ise "çalışma" oldu. Çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu birkaç milyon Türk, kendilerini "Alamancı" yapacak bir anaforun içine girdiler. 3 Ekim ile başlayan müzakere sürecinde ise Türklerin hedefi ne fetih, ne iş bulma. Bu defa, Türkler "ortak" olmak istiyor. Eski hasımlarının, dünkü patronlarının ortağı.
Ortaklık tabiatıyla en fazla gelecek nesilleri etkileyecek. Dolayısıyla, bugünkü Türk gençliğinin AB ile ilişkilere bakışı önemli. Müzakerelerin başlamasından bir hafta önce yapılan bir anket ortaya ilginç sonuçlar çıkardı ve üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğunun Türkiye'nin AB'ye girebileceğine inanmadığını ortaya koydu. Ayrıntılarını basından takip edelim:
Gençlerin AB algılaması
Öğrencilere 17 sorunun yöneltildiği anket, 27 Eylül 2005 tarihinde tamamlandı. Ankete katılan öğrencilerin bir bölümü AB'yi "ekonomik ve "siyasi" bir birlik olarak tanımlarken, bir bölümü de "kültürel ve dinsel birlik" olarak nitelendirdi. Politika Merkezi'nin, Gazi, Ankara, Atılım, Bilkent, Dicle, Yüzüncü Yıl ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden toplam 1776 öğrenci arasında yaptığı anketle "öğrencilerin AB algılamaları" değerlendirildi. Ankette, "AB'yi nasıl tanımlarsınız?" sorusuna, deneklerin yüzde 33'ü "Ekonomik bir birliktir", yüzde 27'si "Siyasi birliktir" diye yanıt verdi. AB'yi "kültürel ve dinsel birlik" olarak tanımlayanların oranı yüzde 16 olurken, yüzde 16'sı "emperyalist bir örgüttür" seçeneğini işaretledi. "Sizce Türkiye AB'ye girebilecek mi?" sorusunu, deneklerin yüzde 62'si "Hayır" derken, yüzde 38'i "Evet" seçeneği ile cevaplandırdı.
İktisat değil maneviyat
Rus romancı, evrenselleşmeden öncelikle "Rusya'nın sonunda dünyaya yepyeni bir şeyler öğretmesini" anlıyor. Bu, pek tabiî, ilk bakışta saçma gözüküyor. Benzemek isteyen, kendisine benzetilene ne öğretebilir? "Bence iktisadî, ilmî ve içtimaî gelişmemizi tamamlamadan, kusursuz birer organizma olan Avrupa devletlerine yeni bir şeyler öğretmeyi rüyamızda bile göremeyeceğimiz düşüncesi çok daha saçmadır." Bu satırları okurken iyice sıkılmaya başladığınızı hissediyor gibiyim. Bu hasta entelektüel ne demek istiyor? Ekonomi, bilim ve toplumsal örgütlenme alanlarında Avrupalılardan çok geride olduklarını kabul ettiği halde, Rusların hangi nitelikleriyle Avrupa'ya bir şeyler öğretebileceklerini iddia ediyor? Dosto'nun cevabı, Türkiye'nin de dinamik damarlarına işaret ediyor gibidir:
"Rus milletinin yeteneği ve dehâsı sayesinde bütün insanlığın birleşmesi ve kardeşçe sevgi içinde yaşaması ülküsünü; tezatları hoş gören, farklı görüşleri kabul eden, çelişkiler üzerinde durmayan rahat bir tutumu, belki de bütün milletlerden daha iyi benimseyebileceğini söylemek istiyorum. Bu iktisadî değil, manevî bir özelliktir."
Dostoyevski'ye göre, Rus milletinin ekonomik ve toplumsal yönlerden Avrupa ile eşit bir duruma gelmeden "böyle yüce arzular" besleyemeyeceğini ileri sürmek saçmadır. "İnsan ruhunun manevî ve ahlâkî değerleri temelde iktisadî güce bağlı değildir. Ülkemiz fakirdir, düzensizdir ama, üst sınıflar dışında, tek bir vücut gibidir. Seksen milyonluk nüfusu, Avrupa'nın hiçbir yerinde bulunamayacak manevî bir bağla birbirine bağlanmış durumdadır. Zenginliklerle dolu Avrupa'daki bütün ülkelerin toplum yapısı ise zayıflamış bulunuyor. Bu ülkeler belki de yarın hiçbir iz bırakmadan yok olacak ve bunların yerini tamamen yeni, daha öncekilere hiç benzemeyen bir şeyler alacaktır. Avrupa'nın çöküşüne toplamış olduğu hazineler de engel olamayacaktır."
Türkiye, Avrupa ile bütünleşmeyi iki yüzyıllık "gerikalmışlık" psikolojisiyle ve bu durumdan çıkmanın bir yolu olarak değil; biriktirdiği zenginliğin kendisi için de, dünya için de felaket kaynağı haline geldiği bir medeniyet camiasına, bu yanlış konumunu her gün yeni baştan hatırlatan ve ona ihtiyaç duyduğu manevî netliği sunan bir yaklaşımla sürdürürse "diğer milletlerin dehâlarıyla bir beden haline gelip, icabında onlardan biri olabilme yeteneğini göstermiş" olur. Onlardan biri olmayı, kendi manevî netliğini yitirmekle elde ederse, hem kendisi hem insanlık için büyük bir kayıp olur bu.
Asıl mesele millet şuuru
Türk milletinin gerçekliği, uzun bir tarih boyunca, çok sayıda halkı hem bir arada tutma yeteneğini; hem de kendinden sayma yüceliğini göstermiş olmasında yatıyor. Bunların birincisi siyasî, ikincisiyse manevî bir haslettir. Cumhuriyet yönetimi Avrupa karşısında teslimiyetçi bir yaklaşımla bu siyaset ve maneviyatı dönüştürmek istemiş, fakat açıkçası yüzüne gözüne bulaştırmıştır. Avrupa'ya Avrupa'dan ödünç alınmış ve "millî birlik ve beraberliğimizi" bozucu anlayışlarla değil, "Türkün manevî güzelliğini" yansıtan temel gerçekliğini öne çıkararak girmeliyiz. Bunu ancak "kendi ülkesinin gücüne inanan" ve "kalben Türk" olan aydın ve yöneticiler başarabilir.
Baştaki ankete dönecek olursak, üniversite öğrencilerinin beklentilerinin aksine Türkiye günün birinde AB üyesi olabilir. Asıl meselenin her hangi bir kulübün üyesi olmak değil, "millet olmak" olduğu şuurunu kaybetmezsek, mesele yok. Bu şuur yoksa, AB üyesi olmasak da çıkmazdayız demektir.
Devrimci düş kurar muhafazakar gerçekleştirir
Menderes, Özal ve Erdoğan cumhuriyetin muhalif veya "muhafazakâr" kanadını oluşturur. Ne var ki, cumhuriyetin ana idealini omuzlayanlar devrimciler değil, muhafazakârlar oldu
Tarihî hedefleri devrimciler gösterir; muhafazakârlar gerçekleştirir! Avrupa'ya imrenen, övgü düzen veya hayranlığını dile getiren sayısız Osmanlı aydın veya bürokratını sayabiliriz. Fakat Avrupa medeniyetini Türk toplumunun önüne resmî bir hedef olarak koyan ilk devlet adamı Mustafa Kemal oldu. Ve paradoksal biçimde, bu ideali devrimciler değil, muhafazakârlar gerçekleştirmeye çalıştı. Atatürk, İnönü ve genelde CHP ile özdeşleşen aydın, siyasetçi ve bürokratları cumhuriyetin resmî veya "devrimci" kanadı sayarsak; Menderes, Özal ve Erdoğan cumhuriyetin muhalif veya "muhafazakâr" kanadını oluşturur. Ne var ki, cumhuriyetin ana idealini omuzlayanlar devrimciler değil, muhafazakârlar oldu. Avrupa Birliği üyeliği için ilk başvuruyu Menderes yaptı, tam üyelik yolunda Türkiye'yi 1987'de "uzun ince yola" sokan Özal oldu. Recep Tayip Erdoğan da, nihaî üyelik müzakerelerini başlatan Başbakan sıfatıyla tarihe geçti.
Öğrencilerin bir kısmı AB bir ekonomik ve siyasi birliktir derken, diğer bir kısmı din ve kültüre vurgu yapıyor. Aslında hepsi haklı. AB bunların hepsidir. Ve Türklerin ortaklık gayesiyle (dilerseniz, hevesiyle) başlattıkları yeni yürüyüş kısa vadede ekonomik, orta vadede siyasî-stratejik, uzun vadede ise din ve medeniyet bağlamlarında önem kazanıyor. Sadece ekonomi ve siyaseti esas alacak bir yaklaşım, "bu milletin intiharı" olur.
Dostoyevski, bundan 125 yıl önce Puşkin üzerine bir konuşma yaptı. Konuşmasında, Puşkin'in Rusya için değerinin dört yönü üzerinde durdu. Değerlendirmesinde kullandığı kriterler ve yaptığı tesbitler, Avrupa ile yüzleşme ve müstakbel işbirliğini müzakere hususlarında bizim için adeta birer işaret feneridir. Dosto, Puşkin hakkında şöyle diyor:
1 Puşkin derin görüş yeteneği, üstün zekâsı sayesinde; ve kalben tam bir Rus olduğu için, aydınlar arasında sık sık görülen bir hastalığın belli başlı belirtilerini teşhis eden ilk Rus yazarıdır. O aydınlar ki, kökleri bu vatanın topraklarında olduğu halde kendilerini halktan koparmışlardır. Bunlar kendi ülkelerine ve ülkelerinin gücüne inanmazlar. Puşkin aynı zamanda bize bu hastalığın çaresiz olmadığını; Rus toplumunun, halkın gerçeklerine inerse bundan kurtulacağını, ıslah olacağını ve yeniden canlanacağını göstermiş, umut vermiştir.
2 Puşkin, Rus milletinin manevî güzelliğini temsil eden tipleri yaratan ilk yazardır. Bu güzellik doğrudan doğruya Rus milletinin gönlünde, halkın gerçeklerinde, bizim toprağımızda yaşamaktaydı. "Halkın ruhuna inanın, sadece ondan medet umun. Ancak o zaman kurtulursunuz." Puşkin'i gerçekten derinine okuyup da bu sonuca varmamak mümkün değildir.
3 Puşkin'in sanat dehâsına has diğer bir yönü, onun millî sınır tanımayan, evrensel anlayış ve diğer milletlerin dehâlarıyla bir beden haline gelebilme, icabında onlardan biri olabilme yeteneğidir. Bunu söylerken bir Şekspir veya Şiller'in önemini küçümsemiyorum. Sadece Puşkin'in bu şaşırtıcı yeteneğinin bizim için çok önemli olduğunu ve ileriyi görmemize yardım etmesi gerektiğini belirtmek istiyorum.
4Bu yetenek sadece Puşkin'de değil, bütün Rus milletinde vardır. Avrupa'ya benzeme emelimiz bütün aşırı hayranlık ve taşkınlıklara rağmen, temelde doğru ve gereklidir; ve artık halka mal olmuştur.
Kalben Türk olmak
Dostoyevski öncelikle bir aydının "kalben Rus" olmasının önemine dikkat çekiyor. Aydın, halktan koptuğu için, ülkesinin gücüne inanmaz. Bizde de Avrupalılaşma idealini bile cumhuriyetin devrimci kanadının gerçekleştirememesini, onların "kalben Türk" ol(a)mamalarıyla mı açıklamalıyız? Bugün bile çoğu aydınların Türkiye'yi ABD ve diğer güçler karşısında çaresiz varsaymalarının altında aynı aşağılık psikolojisinin izlerini görüyoruz: Ülkelerinin gücüne asla inanmıyorlar. AB ile müzakereler benzer bir psikoloji ile yürütülecek olursa, kısa vadede elde edilecek ekonomik ve stratejik kazanımlar ne olursa olsun, sonuç hüsrandır.
Bu ülkenin güzellikleri nedir?
Türk milletinin manevî güzelliğinin farkında mıyız? Dostoyevski'nin dikkatimizi çektiği ikinci husus budur. "Bu güzellik doğrudan doğruya Rus milletinin gönlünde, halkın gerçeklerinde, bizim toprağımızda yaşamaktaydı." Türk milletinin de gönlünde, bu ülkenin toprağında yaşayan güzellik nedir? Bu güzelliği yaşatan halkın hangi gerçekleridir? Ermeniyi "millet-i sâdıka" sıfatıyla yüzlerce yıl bağrında yaşatan; Kürt'le Cizre'den Çanakkale'ye kadar her yerde iç içe duran; Rûm ve Yahudi için tahayyülü bile imkânsız bir hürriyet yurdu olan bu ülke, platonik anlamda güzelliğin tecessümü değil midir? Avrupa yolculuğu bu güzelliği, Avrupa tarihinin meş'um bir parçası olan "etnik farklılaşma" adına bozacak mıdır?
"Puşkin'in sanat dehâsına has diğer bir yönü, onun millî sınır tanımayan, evrensel anlayış ve diğer milletlerin dehâlarıyla bir beden haline gelebilme, icabında onlardan biri olabilme yeteneğidir." Dostoyevski, bir kanat darbesiyle bir anda ülke semasından kâinat semasına yükseliyor ve "diğer milletlerin dehâlarıyla bir beden haline gelebilme, icabında onlardan biri olabilme yeteneği"ni yüceltiyor. Özgüvenin önemine işarettir bu. Kendine saygısı ve inancı olan bir toplum, hiçbir sınır ötesi etkileşimden korkmaz. Hatta, sınır tanımaz. Milliyet bilinci, insaniyeti dışlamak için değildir.
Milli kalarak evrenselleşme
Dördüncü maddede Dostoyevski, bu "millî kalarak evrenselleşme" yeteneğinin sadece Puşkin'de değil, bütün Rus milletinde var olduğunu söylüyor. "Avrupa'ya benzeme emelimiz bütün aşırı hayranlık ve taşkınlıklara rağmen, temelde doğru ve gereklidir; ve artık halka mal olmuştur." Burada da teslimiyetçi bir yaklaşımdan ziyade, hakim medeniyete karşı içe kapanıcı bir tepkinin yararsız olduğu; ondan almamız gerekenlere sırt çevirmememiz gerektiği dile getiriliyor.
Sonuncudan başlayarak, Dostoyevski'nin işaret fenerlerinin yolumuzu ne denli aydınlattığını görelim
Mustafa ÖZEL |
|
|
|