|
Kabul etmek gerekir...
Bugün Kayseri’den daha çok “Kayserili” kavramı, markalaşmış durumda... Yıllar önce, “Okumam yazmam yok, ama Kayseriliyim”... diyen tüccarlarla başlayan süreç, bugün tüm Türkiye’de bir algı, bir imaj oluşturmuş durumda. Kayserililik, “hesabını iyi bilme, ticareti iyi bilme, kazanmayı bilme” olarak yerleşmiş insanların kafalarına... “Kayserili” dendiğinde; herkes “hesabını, ticareti, kazanmayı iyi bilen” birinden bahsedildiğini hemen anlıyor. Herkes ticaret yapmasa da; bu müteşebbis ruh, Kayseri’yi bugün sadece Orta Anadolu’ nun değil, ülkenin en önemli sanayi, ticaret kentlerinden biri haline getirmiş.
Türkiye’nin alanlarında öncü, lider konumunda olan pek çok firması Kayseri’de faaliyet gösteriyor. Krizlerden az etkileniyor, rahat atlatıyor. Öz kaynakla çalışıyor, düşük stok maliyetiyle faaliyet gösteriyor. Ülke ekonomisine çok ciddi bir katma değer üretiyor. İşte bu yüzden, Kayseri’den çok, “Kayserili” kavramı markalaşmış. Ve bu marka; 10 yıllık, 50 yıllık 100 yıllık değil; 6 bin yıla uzanan bir marka... Kayseri’nin tarihine baktığımızda; Kültepe kazılarıyla ortaya çıkarılan Kaniş-Karum antik kenti ve çivi yazıları, yazılı tabletler, daha o zamanlarda; bu bölgenin ticaret yaptığını gösteriyor. İpek Yolu’nun üzerindeki konumuyla, çağlar boyunca ticaretin en önemli aktörlerinden olmuş..
Pazar Şehri ve ilk fuar yapılanmalarıyla, ticaret merkezi olmuş. Ticari anlaşmalar yapmış, yazılı kontratlara bu topraklarda imza atılmış. Selçuklularla devam eden ve ivme kazanan bu kimlik; bir mirasa dönüşmüş; bugüne kadar ulaşmış. Peki; acaba nasıl, uygarlığın ilk dönemlerinde Kapadokya Bölgesi’nin o dönemdeki Mazaka adıyla önemli merkezlerinden biri haline gelebilmiş Kayseri ve bu önemini çağlar boyu sürdürebilmiş. Milattan Önce 280 yıllarında 400 bin nüfusa ulaşabilmiş? Aslında; Kayseri’nin önemli bir yerleşim merkezi olarak ortaya çıkmasında da, çağlar bo- yunca ticaretin hep önemli bir unsur olmasında da, burada yaşayanların büyük hedefleri- nin olmasında da, bugün kentin kısa zamanda sağladığı modernleşme dönüşümünde de, sanayi kenti olmasında da, bir “sır”, bir “sihir” var, adeta... Ve bu sırrın, bu sihrin adı da: “ERCİYES”...
Erciyes, eski zamanlarda olduğu bugün de; kentin her yerinden, hem de bütün heybetiyle görülebiliyor... Yazın sıcağında bile dorukları karlarla kaplı Erciyes, vakur ve güçlü yapısıyla soğukkanlı- lığı, aklıselimi simgeliyor. Ve bu yapısıyla, sanki kentin koruyucusu... Sanki Erciyes’in varlık sebebi, misyonu; Kayseri’nin hamiliği... Kayseri adeta; sırtını yasladığı bu büyük varlıktan alıyor bütün gücünü... Ve çağlar boyunca da, Kayserili; tıpkı Erciyes gibi... Başı serin olduğundan hep soğukkan- lı olmuş. Hep aklıselim davranmış. Hesabını iyi yapmış ve hepsinden önemlisi o Erciyes’e bakarak hep “zirveyi” hedeflemiş... Bu tabloda, Kayseri’nin de, Kayserili’nin de; zirveyi hedeflemekten, başarmaktan başka şansı olmamış. Tıpkı, Erciyes’in heybetine bakarak büyüyen Mimar Sinan’ın, dünyanın en görkemli camilerini, en yüksek minarelerini yaptığı gibi...
Tıpkı; bugün Kayserililerin, mobilyada, tekstilde, halıda, çelikte, kabloda ve pek çok sanayi kolunda Türkiye’nin en büyük kuruluşlarını yaratmaları gibi... Erciyes; Yüksekliğiyle, büyük hedefleri, zirveyi hedeflemeyi... Zirvesine ulaşma zorluğuyla, planlama yapmayı... Tepesinin hep karlı olmasıyla, serinkanlılığı, soğukkanlılığı, aklı selim olmayı... Heybetiyle gücü... Ulaşılmazlığıyla çalışma azmini... simgeliyor... Ve bütün bunlar da; Kayseri’nin bugün geldiği noktayı anlatıyor. Kayserililiği... Bir başarı öyküsünü... Türkiye’nin sanayi ve ticaret hayatına damgasını vurmuş ailelerin Kayseri’den çıkmış olmaları da bu yüzden bir tesadüf olmasa gerek.
|
|